Türkiye’yi Bölünmeye ve Diktaya Götüren Yeni Anayasa Süreci (II)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Bu makalemizin ilk bölümünde AKP’nin “Yeni Anayasa” tasarısından bir bölücü ve gerici karşı devrim anayasası olarak bahsettik. Burada; okuyucuda bu tasarıya karşı bir “Ön Yargı” yaratmak amacıyla bu iddialı tespitimizi yapmadığımızı, kanıtlamakla sorumluyuz. Bu bölümde bu sorumluluğumuzu yerine getirmeye, yani AKP’nin Yeni Anayasa taslağının bir bölücü ve gerici karşı devrim anayasası olduğunu ispatlamaya çalışacağız.

Geçen sene Mayıs ayında AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdoğan ile birlikte "Başkanlık Sistemi" ni kamuoyunda tartışmaya sunmuştu. O zamandan beri Başkanlık sistemi yoğun bir biçimde basında ve toplumda tartışılmaktadır.

Sürekli “Darbe Anayasası” olarak yaftaladığı 1982 Anayasası yerine “Yeni Anayasa” da ısrar eden AKP; 12 Eylül’den miras kalan anti demokratik yasal düzenlemeler nedeniyle kuvvetler ayrılığının işlemediği, hukukun üstünlüğünün lafta kaldığı, lider sultasının egemen olduğu vs. gibi ağır sorunları olan "Parlamenter demokratik Sistem" yerine “Başkanlık Sistemi’ni siyasi istikrar ve ekonomik büyüme için en iyi çare olarak göstermek istiyor.

Bir seneden beri zaman kazanarak Başkanlık sistemini kendi egemen olduğu basın ve TV aracılığıyla toplumda tartıştıran AKP lideri ve Başbakan Erdoğan artık bu süreci hızlandırmak amacıyla meclisteki Uzlaşma Komisyonu'na 2013 Mart ayı sonuna kadar süre vermiştir.

Yeni Anayasa tartışmaları alevlenirken, Türk siyasi yaşamında aynı süreçte dikkat çeken diğer bir süreç ise AKP hükümetinin terörist PKK lideri Abdullah Öcalan ile artık açık açık müzakereleri yürütmesidir. Bu müzakereler,  kamuoyunda ve toplumda “Barış” sloganı altında, PKK ve onun liderini toplumda masumlaştırma ve meşrulaştırma kampanyası ile at başı birlikte sürdürülmektedir. Belli ki PKK ve liderine “AF” hazırlanıyor ve yeni Anayasa’da Türk ulusunu ayrıştıracak şoven Kürt milliyetçilerinin taleplerinin de yer alması planlanıyor.

Başbakan Erdoğan; “Türk Usulü”, yani bize uygun gördüğü Başkanlık Sistemini de içeren “Yeni Anayasa” taslağının topluma kabul ettirme sürecini, uzlaşabileceği bir veya iki partiyle sonuca götüreceğini de artık ilan etmiştir. Son siyasi gelişmeler ışığında bu bağlamda Başbakanın düşüncelerine en uygun ve en yatkın siyasi parti BDP' dir! Nitekim "Yeni Anayasa” konusunda "bize en yakın parti AKP'dir" diyen BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, "Biz ‘her halükârda referandum' diyoruz" dedi. Demirtaş, Yeni Anayasa'da olması gereken taleplerini ise şöyle sıralamaktadır:

1-    Yeni Anayasa’da Vatandaşlık tanımından “Türk” kavramının çıkması;

2-    Anadilde eğitim başta olmak üzere kamusal alanda dilin kullanımı önündeki engellerin kaldırılması (Bunun içinde yerleşim yerlerine Kürtçe eski adlarının verilmesi de vardır)

3-    İdari reformun yapılması; yani bölgesel ya da yerel yönetimlerin güçlendirilmesini (Özerklik);

4-    Devletin inanç özgürlüğü önündeki tahakkümünün kaldırılması (Tekke ve zaviyelerin açılması kast ediliyor)

Uzlaşma komisyonu tartışmalarında Vatandaşlık tanımı ile ilgili olarak BDP 'nin talebine en yakın olan öneri AKP'den gelmiştir. Bu vatandaşlık tanımında "Türk" kavramına yer verilmemektedir. CHP’nin Uzlaşma Komisyon üyesi Rıza Türmen ise, “Anayasa içerisinde Vatandaşlık maddesi gerekmiyor”  diyerek o da böylece Türk kavramının çıkarılmasından yana olduğunu göstermiştir.

Bir ulus karpuz değil ki bir bıçak darbesiyle ikiye ayrılsın. Bir ulus, çeşitli etnik kökenden gelen, değişik dini inanca sahip, farklı cinsiyetten oluşan vs. vatandaşların birliğidir. Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlettir.  Bu ulus devleti ayakta tutan Türk ulusudur. Burada “Türk” kavramı ulusun yapıştırıcı, çimentosudur. Bu “yeni” anayasada yapılmak istenen bu yapıştırıcıyı, bu çimentoyu ortadan kaldırıp, ulusu “Dingo ’nun Ahırına” çevirmektir! Bir ulus işte böyle bölünür. Bağlayıcı, bütünleştirici, yapıştırıcı “Türk” kavramını önce anayasasından, sonra bilincinden silerek, Kürt-Türk-Çerkes vs. ayrımı yaparak, etnik temelde gruplaşmalar, kutuplaşmalar yaratarak bölünür. Emperyalizmin istediği de tamda budur!

Bilindiği gibi AKP, Kürtçenin önünü açan bazı yasal düzenlemeler yapmıştı. Geçmişte TRT 6’nın Kürtçe yayına başlamasından başka, en son olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili olan Türkçe'nin Türk mahkemelerinde egemenliğine son veren "Ana Dilde Savunma Yasası" ile bölgesel ve yerel özerkliği güçlendiren adımlar olarak yorumlanan "Büyük Şehir Yasası" yürürlüğe sokulmuştu.

BDP 'nin bir diğer talebi olan "devletin inanç özgürlüğü önündeki engelleri kaldırması" ise açıkça Atatürk’ün kapattırdığı tekke ve zaviyelerin resmen yeniden açılmasına izin verilmesi olayıdır. Bu konuda da 22.11.2012 tarihinde Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ tekke ve zaviyelerin açılabileceğini resmen ilan etmiştir.

***

AKP; yeni anayasada önerdiği Başkanlık sistemi tasarısını, ABD Başkanlık sisteminden örnek alınarak geliştirildiğini, fakat bazı değişikliklerle "Türk Usulü" bir özelliğe kavuşturulduğunu iddia etmektedir. AKP'nin Başkanlık Sistemi tasarısında Türk usulü özellikler olarak ta; Başkanlık sisteminin en olumsuz yönü olarak değerlendirilen, başkan ile başkana muhalefet edenlerin eline düşen meclis arasında ülke siyasetini ve yönetimini çıkmaza sokabilecek, kilitleyebilecek muhtemel bir çatışmaya bulunan bir çözüm formülü olarak sunulmasıdır. Bu formüle göre; yürütmenin başı Başkanla kendisine muhalif olanların çoğunlukta olduğu meclis arasında bir çatışma çıkarsa, o zaman Başkan meclisi feshederken, aynı zamanda da kendisi de yeniden seçilmek zorunda kalacaktır.

Bence; bu formül, bu soruna uygun gerçekçi bir çözüm değildir! Çünkü yürütmenin başı Başkanla yasama organı meclisin çatışması ancak; ülkede kutuplaşmanın, siyasi bölünmenin çok keskinleştiği bir dönemde söz konusu olabilir ki Yeni Anayasa ile tam da yapılmak istenen budur! Türk ulusunun kimliğini anayasadan çıkaran, etnik halk gruplarına Türk ulusundan ayrı-gayri özel siyasi haklar tanıyan bir siyasi rejim çatışmalara gebe bir siyasi düzendir. Meclisin feshedilmesi ile birlikte aynı anda yapılacak iki farklı seçimle hemen bu kutuplaşmanın, keskinleşmiş siyasi cepheleşmenin yok olması ihtimali imkânsız değilse bile çok çok zordur. Dolayısı ile Başkanlık sisteminin en büyük handikabı olan bu sorunun çözümünde “A la Türkâ” formülü bir çözüm değil çözümsüzlüktür.  Hatta iddia edilebilir ki ülke büyük ihtimalle bu durumlarda çok daha derin siyasi krizlere itilecektir!

ABD’de Başkanlık sisteminin bir diktaya dönüşememesinin birçok nedenleri vardır. En başta ABD, 50 eyalet devletten oluşan birleşik bir devlettir. Yani 50 devletin kendi anayasası, kendi meclisi, kendi hükümeti ve valileri vardır. Dolayısı ile ABD başkanının yetkileri birleşik devleti oluşturan devletlerin yetkileriyle yatay düzlemde sınırlandırılmıştır. ABD Başkanın yetkileri sınırlayan bir başka faktör güçlü iki meclisin, yani Kongre ve Federal Meclisin varlığıdır. Bütün bunlara ek olarak ABD’de Başkan yine güçlü, fakat bağımsız yüksek yargının denetimi altındadır.

Ülkemizde 1980 askeri darbesinden miras kalan yasalar; lider sultasıyla hükümetle meclis arasındaki yumuşak kuvvetler ayrılığını tamamen sildikleri gibi, yargının yürütmeye olan bağımlılığını da 12 Eylül 2010 Referandumunda kabul edilen anayasa değişiklikleri iyice artmıştır. Yani ülkemizde var olan “Parlamenter sistem” de bile devlet gücü neredeyse Başbakan ve AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın tek elinde toplanmıştır. 12 Eylüllerden kalan bu durumun şimdi en geniş yetkilerle donatılmış bir Başkanlık sistemiyle birlikte ülkeyi tek adam diktatörlüğüne götürmesi hemen hemen kaçınılmazdır.

Ayrıca, ülkemizin siyasi deneyleri, demokrasi gelenek ve kültürümüz açısından "Parlamenter Sistem" den neden illa da "Başkanlık Sistemi "ne geçilmesi gerektiğine dair AKP’nin toplumu ikna edebilecek hiçbir makul gerekçesi de yoktur.

Başkanlık Sisteminin ülke idaresinde en olumsuz yönü olan Başkanla meclisin karşı karşıya gelme sorunu, demokratik parlamenter sistemde olmaz, olamaz! Çünkü parlamenter sistemde yasama organı mecliste çoğunluğu olan taraf - ister bu büyük çoğunluğa sahip tek bir parti olsun, isterse birçok partilerden oluşan koalisyon olsun -  aynı zamanda hükümeti de kuran taraf olacağından böyle bir çatışmaya nesnel olarak olanak yoktur.

Ayrıca unutmayalım ki Türkiye Cumhuriyeti bundan 90 yıl önce Parlamenter Demokratik Sistem yapısıyla kurulmuş ve gelişmiştir. Evet demokratik sistemimiz başlangıçta tek partiye dayanır; fakat 1946’dan sonra çok partili sisteme de geçilmiştir. Dene bilir ki ülkemizin 1876’den beri Parlamenter sistem ile bir geleneğimiz yani 137 senelik bir deneyimiz vardır. Bu konuda elde edilen bütün bu kazanımlardan bir anda vaz geçmenin ne âlemi var şimdi?

Bunun olsa olsa tek bir açıklaması olabilir. O da 10 yıllık AKP iktidarının Atatürkçü Cumhuriyet devletini tasfiyesinin hukuki temelde resmileştirilmek; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, emperyalizmin emrinde BOP eş başkanı olarak daha rahat ve özgür taşeronluk yapmasına elverişli bir siyasi ortam sağlamak ve nihayet Recep Tayyip Erdoğan’ı ebedi şef yapmak, istemesidir.

Elbette biz bu tezimizi, Recep Tayyip Erdoğan'ın Başkan olma ihtimalinin çok yüksek olmasına dayandırıyoruz. Bu iddialı savımızı doğrulayan, AKP’nin kamuoyuna sunduğu Türk usulü Başkanlık Sistemi tasarısında Recep Tayyip Erdoğan için düşünülen Başkana tanınan yetkileridir.

Türk usulü Başkanlık sistemi tasarısına göre Başkana tanınan yetkiler şunlardır:

§  Meclisi feshetmesi;

§  Hükümeti, bakanlarını meclis dışı olacak şekilde kurması;

§  Bütçeyi hazırlaması;

§  Kanun nezdinde kararname ile yasa yapması (Padişah Fermanı çıkarması);

§  Büyükelçilerle, önemli büyük bürokratları ataması;

§  17 Üyelik Anayasa Mahkemesi'nin 8 üyesini doğrudan, 9 üyesini ise (Lider sultasının geçerli olduğu partisin emrindeki mecliste oturan milletvekilleri üzerinden) dolaylı ataması;

§  Bugünkü Danıştay, Yargıtay ve Askeri Yargıtay gibi yüksek mahkemelerin birleştirilerek oluşturulacağı “Temyiz” mahkemesinin 1/4 üyesini doğrudan, 3/4 üye yine meclis üzerinden yani dolaylı olarak ataması.

Başkanın “dolaylı” olarak nitelediğim atamaları elbette, Başkanla Meclis arasında siyasi çatışmanın olmadığı durumlar için geçerlidir; aksi durumda da zaten hemen seçime gidilecektir.

AKP’nin PKK, yani onun meclisteki legal uzantısı BDP ile birlikte getirmek istediği bu alaturka Başkanlık sistemi, yakından incelendiğinde tam bir “İki ucu b.klu değnektir.”

Çünkü Türkiye’nin var olan siyasi kültüründe ve ülkemizin emperyalist güçlerin göz diktiği jeo politik ve stratejik önemi de göz önünde tutulursa, bu başkanlık sisteminin uygulanması halinde,

§  Başkanlık sistemi ister istemez, % 10 Seçim barajı olmasa bile, küçük partileri siyasi yaşamdan büsbütün tasfiye edeceğinden;

§  Aynı şekilde % 10 seçim barajı büyük partilere mecliste, hakkı olmadığı halde, büyük temsil etme imkânı vereceğinden;

§  12 Eylül 1980 darbesinin mirası olan ve siyasi partilerde Liderlik Sultasına neden olan Siyasi Partiler ve Seçim yasları yürürlükte kalmaya devam edeceğinden;

§  10 senelik AKP iktidarı pratiğinde gerek Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi yönetme üslubu ve gerekse AKP ’nın Atatürk devrim ve ilkelerini tasfiye eden politikaları ışığında;

 

1)    Eğer seçilen başkan ve meclisin çoğunluğu aynı partiden (Örneğin R.T. Erdoğan ve AKP çoğunluğunda)  olursa, o zaman bu durum kaçınılmaz olarak tek adam diktatörlüğünü yaratacaktır. En güçlü Osmanlı padişahlarında bile olmayan olağanüstü yetkilerle donatılmış bir başkan olarak Recep Tayyip Erdoğan en nihayet, rüyası olan, çok şikâyet ettiği kuvvetler ayrılığının hiç olmadığı bir devlet yönetimini tek başına kavuştuğu gibi, iktidarı süresince işlediği bütün siyasi suçlardan da ebedi olarak azade olacaktır! Bu durumda; emperyalistler, kendi uşakları olan taşeronlarının tam emrindeki Türkiye ile adeta top gibi oynaya bilecekler; teröristler ise ülkeyi bölmede özgür hareket edebileceklerdir.

2)    Yok, eğer Başkan ayrı partiden, meclisin çoğunluğu başka bir partiden oluşursa; o zaman da ülke, iç barış ve huzurunu kaybederek büyük bir kargaşa ve kaosa sürüklenecektir. Yani ülkemizde bölücülerin ve emperyalistlerin en çok hoşlandığı bir siyasi ortam oluşacaktır! Türkiye; birbirini yiyerek enerji ve irtifa kaybedecek, sonu meçhul maceralara yuvarlanacaktır!

Yani öyle veya böyle ülkemiz büyük bir felaketin eşiğindedir. Türkiye bir karşı devrim anayasası ile alt üst edilmekte, Kemalist ulus devletin yerine, parçalanma sürecinin hızlandırıldığı tam bir diktatörlüğe sürüklenmek istenmektedir.

Görüldüğü gibi, bu bölücü ve diktacı “Yeni Anayasa” süreci de yine Atatürkçü Cumhuriyet karşıtı, gerici AKP’nin inisiyatifi altında ilerlemiş; mecliste temsil edilen ve de Atatürkçü olduklarını iddia eden muhalefet partileri bu konuda da maalesef çok yetersiz ve beceriksiz kalmışlardır!

Ancak bu durumdan yine de bir çıkış yolu vardır!

Atatürkçü Cumhuriyet düzenini savunmakta sınıfta kalan meclisteki muhalefet, mutlaka kendine gelmelidir! Öte yandan parlamento dışında gerçek zinde ulusal demokratik güçler bu sürece olağan üstü bir mücadeleyle direnmektedirler.

Bu güçler, bütün ülkenin 118 il, ilçe ve beldesinde yapılan Milli Anayasa Formları ile on binlerce Türk yurttaşına AKP’nin “Yeni” anayasa ile ülkemizde gerçekten yapmak istediğini anlatılmışlar; Cumhuriyet değerlerinin savunulması için milli bilinç yaratmaya çalışmışlardır. Ayrıca geçtiğimiz yıl gerek yiğit ve korkusuz gençliğimiz, TGB ’nin öncülüğünde; gerek se yurtsever demokrat halkımız milli bayramlarımızda ve milli(ulusal) kahramanlarımızın tutuklu olduğu Silivri’de dosta düşmana mücadele gücünü ve kararlılığını göstermişlerdir.

Önümüzdeki 24 Mart 2013 tarihinde, Milli Anayasa Formlarını düzenleyen ulusal güçler, bir “Milli Merkez” kurarak artık bu kötü gidişata dur diyecek, birleşik ulusal demokratik bir muhalefeti örgütlemektedirler. Çünkü Çıkış, bütün ulusal demokratik güçlerin birliğindedir!

Şimdi; ister sağcı, ister solcu olalım; ister CHP’li, MHP’li, AKP’li, HEPAR ’lı, İP ’li vs. olalım; bu gidişe karşı birleşmenin tam zamanıdır! Henüz vakit varken, geç kalmayalım! Bakın Sayın değerli sinema sanatçısı Tarık Akan bile şimdiden köy köy gezip bu Yeni Anayasa’ya hayır kampanyası yapacağını ilan ediyor! Biz de okulda, evde, işyerinde vs. bu konuyu dost, arkadaş, komşu, akrabalarla tartışıp bu gidişata karşı “DUR” demek için örgütlenelim! Gün, mücadele günüdür!

Atatürk’ün gençleri ve Atatürk’ün askerleri, gericiliğe ve bölücülüğe geçit vermeyeceklerdir!  Mustafa Kemal Atatürk’ün aziz eseri kurtarılacak ve yeniden kurulacaktır!

Ne demiş bağımsızlık marşımızın büyük şairi Mehmet Akif?

Korkma; sönmez bu şafaklarda yüzen Al Sancak!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.