Türkiye - İran Soğuk Savaşı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

Dünya yeni bir dehşet dengesi sürecine girmektedir. İlk defa 1962 yılının Ekim ayında karşılaşılan dehşet dengesi, klasik soğuk savaş sürecinde Amerika - Sovyet Rusya çekişmesinde kademeli olarak silahsızlanma hareketlerinin görüldüğü bir döneme rastlar. Silahsızlanmanın konvansiyonel silahlardan nükleer silahlara geçişi ile, olası bir nükleer savaşın doğurabileceği korku verici duruma bağlı olarak nükleer silahların da kısıtlanması gerektiği öne çıkmıştır. Bununla birlikte çift kutuplu dünyada Amerika ve Sovyet Rusya’nın karşılıklı bu silahları kullanması sonucu dünyanın ortadan kalkabileceği görüşüne dayanan dehşet dengesi, günümüze kadar kademeli olarak sürdürülmüştür.
            2010 yılına gelindiğinde ise özellikle Ortadoğu’nun kimi ülkeleri ve Kuzey Kore’nin tutumları, ülkeleri yeni stratejiler izlemeye zorunlu kılmıştır. Amerika açısından değerlendirecek olursak, tek kutuplu dünyada kapitalizmi ihraç eden Amerika, özellikle Kuzey Kore ve İran noktasında bir yaptırıma gidememektedir. Bu iki ülkenin de elinde nükleer silah bulundurduğu birçok birim tarafından dillendirilmektedir. Bu mevcut durumun varlığı da Amerika açısından işleri zora sokmaktadır.
            Gelelim olaya Türkiye açısından bakmaya..
Türkiye, özellikle Davutoğlu’nun Dış İşleri Bakanlığı’na gelmesi ile birlikte Ortadoğu’ya ilişkin hatırı sayılır adımlar atmıştır. Dış işlerinde Neo-Osmanlıcı bir bakış açısıyla farklı bir ekol benimseten Davutoğlu, ilk başlarda Avrupa ile de ilişkileri güçlendirmeye çalışmıştır. Fakat gelişen konjonktür, öncelik sırasında Avrupa’yı ikinci plana atmıştır. Kimi üniversitelerde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümlerinde ders kitabı olarak okutulan Stratejik Derinlik isimli kitabı, baştan sona okunursa aslından bir teorisyenin kafasındaki teorileri gerçekleştirmek için uygulama sahasına yöneldiği gözlemlenir. Kitabında yükselen değerin Ortadoğu olduğunu analiz eden Davutoğlu, İran’ın bölgedeki gücünden rahatsızdır. Avrupa ve Amerika ile kısa süreli “gönül ilişkileri” yaşamak yerine, Ortadoğu’da “belirleyici rol” sahiplenmeyi tercih eden Davutoğlu, İran ve İsrail gücünün kırılması için gösterilecek çabayı Yeni Osmanlıcılık çizgisinde bulmuştur.
            Komşularla sıfır sorun gibi hayali düşüncelerine rağmen, izlenen politikalarda Ortadoğu ayağına yönelmeyi tercih etmesi de Batı ile ilişkilerde Türkiye’ye karşın bakış açısının değişmesine sebep olmuştur.
            1639 Kasr- ı Şirin antlaşması ile çizilen İran sınırı, bugüne kadar çok az değişikliklerle gelmiştir. İki ülke arasında o günden bugüne kadar gelen bir Soğuk Savaş olduğu kanaatini taşımaktayım. Zira ülkelerin bugüne kadar izlediği politikalardaki benzerlik şaşırtıcı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. İki ülke insanı da birbirine olağanüstü derecede benzer. Ülkelerinde yönetim değişiklikleri olsa da insanlar, yönetime gelen otoriteye karşı bağlı kalmışlardır.
Mustafa Kemal’in Aydınlanmacı Devrimi, dönem itibarıyla mazlum milletlere örnek olmuştur. 1923 devriminin getirdiği çağdaş kentli tanımı, sosyal hayatta hissedilirken, sosyolojik olarak köy-kent farklılaşmasının önüne geçememiş olması Mustafa Kemal’in değil, O eşsiz liderden sonra gelen yöneticilerin politika belirlemedeki acizliğinin örneğidir. Mustafa Kemal Devrimi’ne karşı olanlar, çevre paydası altında toplanarak 1950 seçimlerinde yeni bir yönetimi iktidara taşımışlardır. Ve devrimlerin korunması konusunda ciddi bir kayıp başlamıştır.
Aynı şekilde İran’da da Şah yönetimi yüzünü batıya dönmüş bir profil sergilerken, içerisinde kendisi aleyhine İslam adını kullanarak gelen bir karşı dip dalgası ile bütünleşememiştir. Ve sonuç olarak Şah yönetimi yıkılmış ve Ayetullahların gölgesinde bir islam cumhuriyeti kurulmuştur. İran’ın Ortadoğu’ya ilişkin en önemli olumsuzluğu Şii bir kimliğe sahip olmasıdır. Şii bir İran’ın Sunni bir Ortadoğu’ya lider olması imkansız görülmektedir.
Mevcut Soğuk Savaş döneminde, Sovyet Rusya’nın İran üzerinde kurduğu otorite de dikkatlerden kaçmamalıdır. O günlerde İran, bir taraftan Ruslarla flört ederken, diğer taraftan da Amerikan yönetimine gizli gizli selam durmaktadır.
İran’ın yaptığı bu ikili oyunu, Türkiye dönem itibarıyla kavramları farklı kullanarak uygulamıştır. Denge politikası ve tarafsızlık adı altında iki süper güçle de kurulan ilişkiler aslında İran’dan pek farklı değildir. Batı yanında yer aldığımızı gösteren en somut adım ise NATO’ya üyelik olmuştur. Bir de Truman ve Marshall yardımlarını ekleyebiliriz.
Günümüze kadar geldiğimizde, Ahmedinejad yönetimindeki İran, Ortadoğu’da güç olabilmek adına başta Amerika olmak üzere, bölgedeki diğer Amerikan üssü İsrail’e de ciddi anlamda kafa tutmaktadır. Ortadoğu açısından incelendiğinde fazla itibarı olmasa da Ahmedinejad, büyük Acem Devletini yaratmak ve bölgede yegane güç olmak için her türlü çabanın içerisindedir.
Türkiye’den baktığımızda ise, muhafazakar AKP yönetiminin bölgede ciddi bir “seveni” olduğunu söylememiz mümkündür. Bu sevgi o derecedir ki, başbakan Erdoğan’ın son Lübnan gezisinde “İslamın Kurtarıcısı” gibi karşılanması ile kendini açığa vurmaktadır. AKP iktidarını oluşturan kadronun, gençlik yıllarından beri İslami Mazlum milletlere beslediği “büyük aşk” her fırsatta vücut bulmaktadır.
One minute krizi ile başlayan İsrail- Türkiye ilişkilerindeki kırılganlık sürecinde, Erdoğan’a Filistinlilerin kurtarıcı adı ile şarkılar beslediği bizim hafızalarımızda tazeliğini korumaktadır. Türkiye’de bir mitingde açılan S”on Osmanlı Padişahı Recep Tayyip Erdoğan” yazıları da, bölgede Müslümanların hamisi rolüne bürünen bir liderin, süper güç olma yolunda kat ettiği adımların örneğidir. Gelişen süreçte Mavi Marmara gemi baskınını namus meselesi haline getirme süreci de İran’a tırnak yedirten bir süreçtir. Yeri gelmişken, baskının hemen ardından bir İran gemisinin de Gazze’ye doğru yola çıktığını da söylersek, bahsettiğimiz soğuk savaş sürecine nasıl bir dayanak oluşturduğunu da belirtmiş oluruz.
İki ülke arasındaki “sıcak” ilişkiler ise, Soğuk savaş başlamadan önceki Tahran konferansına benzer. 28 Kasım- 1 Aralık 1943 de Roosevelt, Churchill ve Stalin’in “eureka” kodunu taktıkları anlaşmayı günümüz koşullarında Ortadoğu için özellikle Filistin merkezli düşünebiliriz. (Antlaşma için bkz:20.Yüzyıl Siyasi Tarihi cilt 1; Fahir Armaoğlu,İş bank.yay.1991, sf:393)
Geçtiğimiz günlerde Lizbon’da toplanan NATO’nun, füze savunma sistemini Türkiye’ye kurmak istemesi de bölgedeki iki blokun gücünü kırmak için tasarlanan düşünceden başka bir şey değildir. İran’ı tehdit gören bir Avrupa, insanlığın beşiği olan Ortadoğu’daki pastayı da Türkiye’ye yedirecek kadar da gaflet içerisinde olamayacaktır.
PKK ve PJAK’ı yaratan ve destekleyen Amerika ise, bu iki ülkenin şimdilik bu sorunlarla uğraşması sonucu ile bölgede ne kadar fazla kalırsam kârdır hesabındadır.
Ayrıca İran’ın NATO zirvesi esnasında tatbikat yapması ve toplantıya katılanlar düşmanımızdır demesi de, Türkiye - İran arasındaki Soğuk Savaşın boyut değiştirebileceğine bir örnektir.
Gelecek 20 yıl içerisinde, Ortadoğu’da değişen dengeleri, savaşları ve cepheleri gördüğümüzde şaşırmayalım. Zira her yüzyılda bir büyük savaş mutlaka olmuştur.
Saygılarımla
İlker EKİCİ
ilker.ekici@PolitikaDergisi.com

Yorumlar

Sayın İLKER EKİCİ,Bölge

Sayın İLKER EKİCİ,

Bölge içinde yaratılacak sunni-şii savaşı,
Batının can simidi niteliği taşımaktadır.
Avrupa birliğinin kurtuluşu Türkiye'de, ama nasıl?
Bu cevabı Radikal islamcı terör Türkiye'nin iç meselesi haline gelince cevaplayacağız.

Arkadaşlar kavga etmeyin diyenlerin otuziki dişini şimdiden görebiliyorum.

İran-Türkiye sınırı oldukça eski bir sınır anlaşmasına dayanır. Dere ve ırmakların olduğu bölgeler için talvek hattı sınır olarak belirtilmiştir. Bu kadar eski bir anlaşmanın talvek hatlarını arasanız bulamazsınız. Ya dere kurudu, yada yatağını değiştirdi.

Siz esas İran-Türkiye sınırında yaşanacak yeni KARDAK'lara hazır olun ???

Kendinize iyi bakın...

Serhat KUŞDOĞAN

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.