Türkiye'nin Güvenliği Açısından Irak'ın Kuzeyinin Önemi Nedir?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Süleyman GÖK

Soğuk Savaş sonrası yaşanan gelişmeler Türkiye’nin jeopolitik havzasında yaşanan hareketlenme birinci ve “ikinci körfez savaşı” ertesi Irak’ın kuzeyinde yaşanan fiili durum ve Türkiye’ye karşı hızını arttıran bölücü terör faaliyetleri bölgenin Türkiye’nin güvenliği açısından tartışılması gerektiğini ortaya çıkarmaktadır.<?xml:namespace prefix = o />


Kuzey Irak, günümüz Irak Cumhuriyeti’nin 36. paralelin kuzeyinde kalan Türkiye’nin Güneydoğu sınırına komşu olan bölgeye verilen isimdir. Coğrafi konumu ile Fırat ve Dicle havzasını Anadolu’nun doğusu ile; Ortadoğu’ya ise Anadolu’nun doğusu üzerinden Hazar Havzası ile birleştirir. Musul, Zaho, Erbil, Telafer bu bölgenin içindedir. Kerkük’ün durumu ise günümüzde tartışmalı olmakla birlikte Türkiye’nin güvenliği açısından Kuzey Irak’la beraber düşünülmelidir. Bölge jeopolitik ve jeokültürel olarak değerlendirilebilir. Demografik olarak bölgede Kürtler, Türkmenler ilk sırayı almaktadır; ayrıca Araplar ve az sayıda Asuriler yaşamaktadırlar. (Dursun, 2006:5-12)



Bölgenin diğer bir önemi ise Musul bölgesi ve çevresinde önemli petrol yataklarının bulunmasıdır. Kerkük’ü dahil ettiğimizde bölgenin enerji politikalarında önemi daha da artmaktadır.


Irak’ın kuzeyi Türkiye güvenliğini şu açılardan etkilemektedir:


-Bölücü Terör


-Irak’ın Bölünmesi-Kürt Devleti


-Enerji Politikaları


-Türkmen Varlığı


-Türk-Amerikan İlişkilerine Etkisi


Terör örgütü PKK, yıllardır Irak’ın kuzeyinde konuşlanmaktadır. Kandil dağlarında ve Türkiye sınırı boyunda hareket eden örgüt, bütün lojistik ve askeri taktik planlamalarını bu bölgeden gerçekleştirmektedir. Kuzey Irak, Türkiye-İran-Irak ve Suriye ülkelerinin kesişim noktasıdır. Bu üç bölgeyi de kontrol etmektedir.(Usak,2007;13). Bu hassas bölgede güvenlikte olmadığı her dönemde Türkiye’ye en önemli tehditler buradan gelmeye devam edecektir. Jeopolitik bütünlük açısından da bakıldığında bölgenin güvenli halde olması Türkiye’nin varlığına dönük bir gerekliliktir.


Irak’ın kuzeyi enerji zengini bir bölgedir. Bölge kanıtlanmış küresel petrol rezervlerinin yaklaşık yüzde dördünü (50 milyar varil) bünyesinde bulundurmaktadır.(Eslen,2007;79). Bunun yanında halihazırda bulunan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı ve yapılması planlanan yerli hatlarla bölgenin parasal ve stratejik değeri artacaktır.


ABD’nin Kuzey Irak’ta zengin enerji rezervlerine hakim olmak istemesi, bölgede Amerikan, Türkiye ve diğer komşu ülkeler ile ilişkilerini etkilemektedir. ABD’nin 2003 Irak harekatından sonra Kuzey Irak’ta kurulan kukla Kürt devletini desteklemesi, Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bir unsur olan PKK’nın arkasındaki desteğini koruması Türk-Amerikan ilişkileri açısından önem teşkil etmektedir. Bölgesel ve küresel bir aktör konumunda olan Türkiye, Kuzey Irak’tan kendisine gelen saldırıları bertaraf etmek için bir harekatta bulunma niyetinde olsa ABD karşı çıkmaktadır. 2007’nin Mart-Nisan aylarında yapılan hava ve kara harekatında Amerika’nın Türkiye’ye yardım etmesi, açıkça PKK’ya karşı olduğunu göstermesi 2003-2007 yılları arasındaki paradoksu göstermektedir. Bu noktadan hareket etmek gerekirse, Türkiye-Amerikan ilişkileri çok boyutlu, çok konulu bir noktada stratejik müttefiklik anlayışıyla devam etmektedir. G.Bush’un Türkiye’de artan olumsuz imajına karşılık Barack Obama’nın ılımlı söylemleri ile iktidara gelmesi, Müslüman ve Türk dünyasında olumlu karşılanmıştır.


Netice olarak Türkiye’nin elindeki imkanlar dış politika anlamında azımsanmayacak durumdadır. Türkiye bölgede devlet geleneği olan müesses ülkelerdendir. Ortadoğu coğrafyasında ayakta durmak kararlılık, ince siyaset ve güvenliği asla elden bırakmamakla olmaktadır. Çünkü bu bölgede “güvenlik” var olmaya eş değerdir.


Yukarıda belirttiğim unsurlar ülkemizin güvenlik sorunlarından sadece biriciğini oluşturmaktadır. Ancak, milli birliğimizin bütünlüğünü sağlamak açısından önemli bir sorun teşkil etmektedir. Irak’ın kuzeyi bugün gerek iç gerek ise dış politikamızda önemli gelişmelerde rol oynamaktadır. Ülkemizin, küreselleşme boyutu ele alındığında egemenlik ve bağımsızlık, üniter yapısı üçlüsünde önemli oyunların oynandığı gözlenmektedir. Bizler bu oyunların iyi ve kötü olduğu yönündeki kanaatimizi insanlara bırakıyoruz. Yaşanan tüm gelişmeler ışığında, meydana gelen stratejik bağı güçlü olan ve paradokslarla kaplı bir kutuplaşmadan söz etmekteyiz. Irak’ın kuzeyinin bölgesel öneminin yanı sıra, küresel boyutta ele alınarak detaylı bir analizin yapılması gerekmektedir. Ortadoğu’da 1000 yıldır bitmeyen sorunun kaynağı olarak gösterilen enerji rezervlerinin bulunması, bizlere gösteriyor ki daha nice yıllar bu bölgede güven ve istikrardan söz edemeyeceğiz. Yukarıda söz ettim. Bir ülkenin güvenliği demek o ülkenin hayati çıkarları ile doğru orantılı olduğu demektir. Bunun için yapılmak istenen post-modern dünyada, küreselleşme yani emperyalizmin 21.yy’daki ismi olan gelişmelerin ışığında gerekli siyasi-ekonomik askeri olarak güvenlik önlemlerini almalıyız. NATO konsepti içerisindeki yerimizden dolayı 2.Dünya Savaşından sonra ordumuzun modernleşmesi için girişilen çalışmalarda ne kadar başarılı olduğumuzun kanıtını tarihin derinliklerinde görmekteyiz. Onun için güvenlik zafiyetinin olmaması için çalışmalar yapmalı; teknolojik ve ekonomik boyutu göz ardı etmemeliyiz.


Yukarıdaki bilgilerimiz ışığında son günlerde kamuoyunu meşgul eden Kürt sorunu veya Demokratik Açılım adı altında oynanan oyunları, bu oyunlarda Kuzey Irak’ta oluşturulan veya oluşturulmaya çalışılan Kürdistan Bölgesel Yönetimi (Kürdistan)’nin ülkemizin güvenliğine nasıl etki ettiğinden bahsetmek istiyorum. Bazı aydın, düşünür veya kanaat önderlerine göre Kuzey Irak’ta bölgesel yönetimin olmadığı, oradaki yapılanmanın Irak’ın toprak bütünlüğünü savunduğunu dile getirmektedirler. Doğruluk payını akliselim düşünenlere bırakmakla birlikte bir soru sormak istiyorum. Eğer bölgesel Kürt yönetimi Irak’ın toprak bütünlüğünü gözetiyorsa, neden Irak’ın kuzeyinde anayasası belli, toprakları belirli haritalarla gösterilmiş bayrağı olan devlet gibi lanse edilmektedir. Bu bir sorunu teşkil etmektedir ki gerek İran, Suriye gerekse bizim için önemli sorunlar oluşturmaktadır. İç politikamız dış politikamız arasındaki ayrım geleneksel olarak birbirinden bağımsız değildir. Uluslararası İlişkiler literatüründe Rosenau’nun Bağıntı yaklaşımında görmekteyiz ki iç-dış politika ayrımı yapılması son derece zordur. Ülkemizde son 1 yıldır konuşulmakta olan demokratik ve milli birlik “açılımı”nın ana konusunu ülkemizde yaklaşık 2.5 milyon nüfusu bulunan Kürtler oluşturmaktadır. Amaç, Kürtlere yapılan baskının giderilmesi, onların dilini, kültürünü, sosyo-kültürel yaşamlarını tanımak, anayasada iki dilli, iki devletlii ibaresini yazmak, dini törenlerde, düğünlerde, hapishanelerde Kürtçe konuşmak, Abdullah Öcalan’a göre, Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları yerde ise vergi alınmasını sağlamak, ayrı bir futbol ligi kurulmak, ayrı bir ordu kurdurulmak gibi bir açılım paketi gündemdedir. Bunların tartışılmadığı ve gerçek olarak telaffuz edildiği bir ortamdan geçmekteyiz. Bu yukarıdaki olgular eğer gerçekleşirse, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesi Kuzey Irak’la birleşerek Kürdistan Bölgesel Yönetimi oluşturulmuş olacaktır. Bunun açık olarak, ABD GİZLİ SERVİSİ CİA’IN TÜRKİYE’DE KÜRDİSTAN KURMA PLANLALARININ BELGELERİ başlığı altında yayımlanan Kürt Azınlığı Raporunda görmekteyiz. Burada, bu rapora bir göz atmakta yarar olacağını düşünmekteyim. (Amerikan Gizli Servisi CIA’nin Türkiye’de yaşayan Türk ulusunun ortak kültürel değerlerini benimseyen, Ne Mutlu Türküm diyemeyen) Kürtler aracılığı ile Türkiye’yi bölme planı için ön hazırlık kapsamında yapılmış olan raporda söz edilenlere baktığımızda ABD’nin o yıllarda bile, Türkiye topraklarında gözü olduğu bir Kürdistan kurulması için uğraştığının kanıtı olması bakımından önemlidir. Raporun EK-A Kürtlerin Özellikleri ve Toplumsal Koşulları ile ilgili bölümünde yazılanları dikkatlice okuyup inceleyip hafızalarımıza kazımalıyız.


“Yüzyıllar boyunca öbür topluluklardan ayrı yaşamış olan Kürtler, kendilerine özgü gelenek ve farklı bir toplumsal yapı geliştirmiştir. Ortaçağ’dan bu yana Kürt olmayanlarla evlilik kısıtlı bir oranda kalmıştır. Bu toplumsal ve ırksal ayrışmanın bir sonucu olarak Kürtler farklı kişilik özellikleri geliştirmiştir. Fiziksel olarak komşularından daha uzundurlar ve Ortadoğu’da dayanıklılıkları ve güçlü olmalarıyla dikkat çekmektedirler. Özellikle “Batı Kürdistan”daki Kürtler uzun kafalıdır ve komşularının pek çoğunun tersine, açık renk saçları ve mavi gözleri vardır. Bu görünüm bir yandan da zayıflatıcıdır. Kürtler, artık özellikle Türkiye ve İran’da ülkenin resmi diline, aşina olsalar da kendi dillerini konuşmayı sürdürmektedirler. Farsçayla benzerlik taşıyan bir Hint-Avrupa dili olan Kürtçe, bazı temel lehçelere ayrılabilse de alt lehçeleri çok farklılık gösterdiği için gerçekçi bir sınıflandırma yapabilmek zordur.”


CIA raporunda daha sonra, Kürtlerin, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki durumları ve asimilasyona karşı verdikleri mücadele anlatılmaktadır. Raporda, ilkel görünmelerine rağmen, Kürtlerin isyancı oluşlarına övgüler yağdırılmaktadır. CIA raporunun ilerleyen sayfalarında, Türkiye’deki Kürt isyanlarından da söz edilmekte ve şu satırlara yer verilmektedir.


“1.Dünya Savaşı’nın ardından Kürtler, bağımsızlıklarını kazanacaklardı ki Mustafa Kemal, Sevr Antlaşması’nı Kurtuluş Mücadelesiyle çöpe atınca bu gerçekleşmedi.” Raporda daha sonra Kürdistan’ın sınırlarını gösteren bir haritaya yer verilmektedir. İşin ilginç tarafı, bu haritanın Kuzey Iraklı Kürt aşiret lideri Mesut Barzani’nin duvarındaki asılı haritayla hemen hemen aynı olmasıdır. Haritada, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusu Kürdistan sınırları içinde gösterilmektedir.


Gördüğümüz gibi ABD’nin gizli haberalma örgütü CIA tarafından hazırlanan raporda ülkemizin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eden bir rapordan söz etmekteyiz. Buradan da anlaşılacağı üzere ülkemizin konumuzun başlığında da olduğu gibi Kuzey Irak ile ilgili çalışmaları, önlemleri bitmemektedir. Dediğimiz gibi ülkemizde meydana gelen olayları yani iç politikamızı nasıl dış politika sorunu haline getirdiğimizi gördük. Fakat, bu noktada çok önemli sorunları çıkmaktadır. Çünkü, sonuçta toprak, tanıma ve tazminat gibi hukuksal olaylar ile karşılaşma tehlikesi altında kalmaktayız. Bundan sonraki her politik-diplomatik eylemlerimizde adımlarımızı dikkatlice atmalıyız.


iletisim@PolitikaDergisi.com


 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.