Üçlemeler

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Sevda EĞER

‘Pazar’<?xml:namespace prefix = o />

                                                          

Satarlar bedestanda

Ses gelir gülistanda

Muhammed’in hatemi

Bergüzardır aslanda...(Daimi) 

(1) 

   Açmış tezgâha bir pazar yerinde, tozun toprağın içinde. Devasa cüssesiyle haraç-mezat Kur’an! Koy vermiş bir karış sakalı, giymiş ayağına cüppeyi, kafada takke pazarlıkta Kur’an!

   Altında kirden, güneşten rengi atmış bir bez serili, derme çatma dört direk üstünde. Bakır taslar, tepsiler üstlerinde Ayet’el Kürsi. Hemen yamacında adı sanı duyulmadık sofilerden, din ahlak öğretisi edebiyatlarla süslü, dokuzuncu sınıf yazı müsveddeleri. Aralara serpiştirilmiş nikelaj rulolarda –sözde- cevşenler, ahşap oymalardan Euzu Besmeleler, eski bir teypten yükselen ilahi sesi ve hepsinin ortasında ortadan ikiye açılmış Kur’an!  

   Otoparktan çıkınca hemen karşına gelir bu tezgâh. Sahile doğru uzayıp giden bir cadde boyunca sağlı sollu sergiler olur. Caddenin sonunda da lunapark! Lakin bizim cüppelinin sergisi eğlenceye uzak. Sırtını verdin miydi modifiye olmuş satılmayı bekleyen gece lambası camiye, Yivli Minare karşındadır ki, mevkisini özenle seçtiği bellidir, cüppelinin.

   Yanaştı bir mümin çekindi önce lakin bir cesaret uzattı elini Kutsal’ın üstüne. Saçı sakalına, sakalı kaşına karışmış bir genç. 17–18 yaşlarında var-yok idi. Kükredi cüppeli ‘’abdestin var mı genç oğlan?’’ çekiliverdi el telaş ve şaşkınlıkla irkilerek. Ters ters baktı tezgâhta pazarlığa yanaşan tesettürlü hanım kişi. “Eee, kaç olur en son? Akşam vakti kardeş, yap bir sevap şu mübarek bayram vakti!’’ ‘’Olmaaaz’ dedi cüppeli, hem abdestsizin uzaklaşmasıyla rahatlamış iken mimikleri. “Bana gelişi zaten otuz kâğıt. Beş de sen koy helalleşek.’’ Bıraktı tesettürlü mümin, memnuniyetsizce Kutsal’ı, seğirtirken abdestsiz yan tezgâhtaki kitapçıya. 

   Tuhaf bir ‘tezat’ vardır bu gibi yerlerde, adına da ‘düzen’ denir. Bu pazarda diğerleriyle aynı! Sağında bereket tanrısı heykelcikler, çıplak kadın figürlü biblolar, totemler satan hediyelikçi; solunda aylar, bazen yıllarca emek verilmiş eserleri gözünü kırpmadan dondurma fiyatına takas eden korsan kitapçı! Ortada ise hediyelik kutsallar satan cüppeli. Köprü gibi. 

   Tevrat olsa, İncil olsa fark eder miydi, bilmem ama kıpırdayamadım orda öyle bakarken yüzüme, gözlerime Kur’an. Aslen tutucusu da değilim dinin imanın. Şeriatın fetvasını kendim yorar kendim uygularım. Lakin değdikçe abdestli eller, tezgâhta satılmayı beklerken Kur’an’a, utandım! Ve benden daha az utanmadı, O’nun gölgesinde ezilen –yanında yöresinde- her biri 3–5 TL’ye alıcısını bekleyen tasa tabağa yazılmış ayet, cevşen! 

   Velhasıl el değdi, ederini hesabeden göz değdi. Sonunda kıyıldı beş liraya daha ve satıldı Kur’an! Parçalandım. Gevşettim hırsla sıktığım elimi, geçmedi kalp çarpıntım. Belli ki avucumda değil, tam yerindeydi kalbim. 

   Geçiverdim ben de yan tezgâhtaki kitapçıya. Abdestsiz, 4 liraya Nihat Genç’in Hatt-ı Müdafaa’sına sahip olmuştu –tezgâhın altından çıkarılan bir başka Kur’an, parayla yıkanmış ellerle yatırılırken eski paçavranın üstüne!- Düşündüm sonra; televizyonda Aykırı Sorular’da, Leman’da insanlara dert anlatmaya çalışan, çalışırken kendini paralayan Nihat’ı. Nasıl inanamadığını hatırladım insanların mekanikleşmesine, duygusuz, tepkisiz, önüne atılana tamah eder olmasına! Bir daha utandım, hem de bir öncekinden iki kat fazla.

   Sonra bir dönecek oldum kadını insanlıktan çıkarıp safi cinsel objeye çeviren seksomanyak hediyelikçiye, iman diye paraya tapınan cüppeliye, emek istismarını midesine indiren korsana! ‘…ama ekmek parasıdiye kendini savunacak olanlara, faşist milliyetçiliğin en civcivli yıllarında enteller ‘ya aslında hepimiz kardeşiz, Kürt, Türk, Alevi, Laz. Kültürel mozaik hesabına acaba şöyle olsa böyle olsa’ diye açılım yapmaya yeltendiklerinde Türkeş’in çıkıp ‘ne mozaiği ulaaan’ demesi gibi, ben de çıkıp ‘ne ekmek parası ulan’ diye höykürmek fikri anlık bir şimşekti beynimde. Çaktı geçti. 

   Pazara giderken kardeşimle yeddi emin önünde duran arabaları gördük. Pazar dediğimde fuar işte! Bayram dolayısıyla kurulmuş panayır düzeni. Ne ise, arabaları görünce söylendi kendi kendine kardeşim “vay be X5 sen bu hallere düşecek araba mıydın?" Ne trajedi! Sağında solunda 80–90 model Hundailer, Kialar… Orta yerde X5! Tozun toprağın içinde diğerleriyle kaderini, mezadını beklerken… Rütbeleri sökülmüş halde –bir askeri hapishanede- zamanında üç bin kişinin önünde -belki anasına sövdüğü- erleriyle gün sayan eski bir kumandan gibi.  

   Aynı günün akşamında ben, pazar yerinde! 

   Sevmem işte bu yerleri. Ne zaman gitsem illa bir trajedi yakalar, ‘pazar’ lafı ağır gelir bünyeme. Değer ‘pul’dur her daim bu yerlerde. Çerik-çürüğü, eğri-büğrüyü nakde çevirmek için atılan yemdir değerli olan, kaynar gider araya. Hiçbir zaman kıymeti kadar alıcısı olmaz, ödeyen bulunmaz o kıymeti.

   Bir arkadaşım “memleketin halini merak ediyorsan –sevmediğini bilirim ama- pazara git" demişti. ‘’Git de gör neyin kaça gittiğini!’’ Gittim dostum ve gördüm sayende, misyoner kılıklı cüppelinin tezgâhına serdiğini ve büyüdü öfkem, aynen ön gördüğüm gibi…  

 

iletisim@PolitikaDergisi.com

 

Bu sitedeki içeriklerin izinsiz alınması, kopyalanması, başka bir imza ile izinsiz ve "kaynak gösterilmeden" yayınlanması kesinlikle yasaktır. Tam bağlantıyı (link) ve yazar / çizer adını kaynak göstermek şartıyla, alıntı yapılabilir. PolitikaDergisi.com © 2009

Yayın Kaynağı: Politika Dergisi Sayı 18, Ekim 2009, Cilt - Yıl 2, No. 18


Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.