Yönlendirilmiş Zihinler

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Miraç ÇEVEN

 

   Eğer bir insan topluluğu üzerinde hâkimiyet kurmak istiyorsanız onların ne kadar güçsüz, ne kadar aciz, ne kadar yardıma muhtaç olduğunu onların zihnine işlemeniz gerekir ki onlardan sorun, kargaşa, direniş olmaksızın istediğinizi söküp alabilesiniz. Düşünsenize siz insanların ne yapıp ne yap(a)mayacaklarına karar veriyorsanız üstelik bir de o insanların elinden ürünlerini alıyorsanız, gerçekten bunun için çok ciddi bir nedene ihtiyacınız vardır. Üstelik bu öyle bir neden olmadır ki insanlar onun için sahip oldukları her şeyden kolayca vazgeçebilsinler. Bir tehdit, bir korku! Onların huzur dolu hayatına kâbus gibi dolacak ya da zaten kötü olan hayatlarının suçlusu olacak bir canavar, bir sebep, bir fikir ve düşman...<?xml:namespace prefix = o />

   Neden üretmek kolaydır; yeter ki konuyu bulun gerisi gelir. Kolektif bir şekilde bir yalanı sürekli söylerseniz ve de yalanı söylediğiniz insanların düşünmeye, sorgulamaya isteği ya da “takati”  yoksa hatta daha acısı düşünmek isteseler bile yeterli donanıma sahip değillerse; o yalan bir anda gerçek oluverir. Bunları nereden mi çıkarıyorum? Bunları söyleyen kesinlikle ben değilim. Bu sözler kelime kelime olmasa da fikir olarak 2. Dünya Savaşı sonrası yeni dünya istihbarat fikridir. General Eisenhower savaş sonrası “Askeri bilimlerde yaşadığımız en büyük değişim, psikolojik savaşın belirli ve tesirli bir silah olarak gelişmesidir” demiştir. Amaç için halk ya amaca hizmet etmeli ya da aradan çekilmelidir.

   Bunlar aslında bilinen ve alenen konuşulan şeyler. Şayet internete girip “psikolojik savaş” başlığı altında arama yaparsanız birçok şey önünüze serilir. İngilizce biliyorsanız bu daha geniş bir şekilde karşınıza çıkar.  Ama işin temeline inersek psikolojik savaşın olmazsa olmazı rakibi zayıf olduğuna inandırmak ve bunun için gerekli bütün parasal, düşünsel ve toplumsal yönleri kullanarak “sağlam adamı” hasta etmek politikasıdır. Bunun ilk örneği de bence Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” adlı kitabında ifade edilmektedir.

   “... Savaşların tümünde savaşarak zapt etmek en üstün başarı değildir. Üstün başarı düşmanın direncini savaşmadan kırmaktır.” (III. Bölüm 2. madde).

   Eğer rakibiniz sizden daha güçlü ve de sizden daha iyi savaşçı ise onunla savaşmak yerine onun dostu olun, ailesini, yaşayışını, gelenek ve göreneklerini öğrenin. Hangi konuda hassas ve hangi konuda zayıf olduğunu da öğrenirseniz, uygun zaman ve uygun yerde doğru bir tavır ve düzgün bir dille savaşarak elde edeceğinizden çok daha fazlasını elde edersiniz. “Er kişi” yalan söylemez, sözünü tutar ve elde ettiği şeyi çabasıyla elde etmek ister. Kısacası iyi savaşçı siyasette ve masa başında “yapısı gereği” başarısız olmaya meyillidir.

   Psikolojik savaşın amacı, hedef ülkeleri paramparça ederken mümkün olduğunca halkları birbirine düşürmektir. (Bu işin) Planlayıcısı kendisini “dost” tanıtan ama bir şekilde elinizde bulunan silahı kardeşinize çevirdiğinizde içten içe gülen kişi, kurum, şirket ya da ülkedir. (Bu) Romalıların böl, parçala, yut taktiğinin fikir ayağıdır. Savaş yürütülürken hedef ülkeyi oluşturan etnik, dini ve siyasi gruplar belirlenir. Bunlar arasında zayıf durumda olanlar, içlerinden seçilen adamlarla örgütlenir. Bu gruplara siyasi ve sosyal haklar tanınır. Kısacası uygun duruma gelinceye kadar şımartılırlar. Biraz daha somut olarak olayı anlatırsak zamanında derin devlet ya da gladio adı verilen gruplar bu mantıkla örgütlenmişlerdir. (Bu) NATO’nun gittiği her ülkede oluşturduğu bir yapıdır. 1950’lerde Soğuk Savaş’ta Amerika, Rusya’ya karşı dinsel ve milliyetçi grupları besleyip kullanmıştır. Savaş bittikten sonra artık gladio’ya dağıtılan sıcak paralar halkın zihnini yönlendirecek medya gruplarına ve farklı kesimlere dağıtılmıştır. (Bunun) Sonuçları bugün ortadadır. Her ülkede çeşitli adlarla kurulan “sivil toplum örgütleri” hayır adı altında yönetime hâkim olmalarını istedikleri gruplara ciddi paralarla kaynak olmaktadırlar. Bu çok geniş bir konu olmakla beraber ilgilendiğimiz kısımları, dünyada sosyolojik araştırmaları uzun süre “özellikle soğuk savaş döneminde” meşgul etmiş bir konudur. Sonuçları bizi Think-Tank’lere RAND Corporation’lara kadar götürür. Bu araştırma sonucunda halkın zihninde en net ve en keskin etkiyi bırakacak sloganlar bulunur, bunlar çeşitli yollarla halka anlatılır ve halk bu düşünceyi kendi düşüncesiymiş gibi benimser. Soğuk savaş döneminde en bilinen, en yaygın slogan “Allahsız Komünistler” sloganıydı ve kabul edelim ki bu slogan bütün dünyada iş yaptı.

   Birçok katmandan oluşan bu savaş fakir ve cahil olan ya da bilerek o hale getirilmiş toplumlarda daha çok iş görür. Yani tarihi bilmeyen, özellikle kendi tarihini ve kültürel, siyasi ve de dinsel tarihini bilmeyen veya özümseyemeyen halklar da. (Bunlar) Ayaklarını yere sağlam basamazlar ve şu ya da bu istihbarat örgütünün ya da ülkenin oyuncağı olmaktan kurtulamazlar. Bugün yaratılmaya çalışılan Türk-Kürt nefretinden bahsetmiyorum. Bu durum neredeyse her yere yayılmış bir virüs gibidir. Olayın ciddi noktalarından olayın komik noktalarına doğru gidelim. Zihinlerde oluşturulmaya çalışılan, “Türkler tarih boyunca kendi altındaki tüm etnik gruplara zulmetmiştir” önyargısıdır. Bir yandan da tüm Kürt kökenli halkta PKK yanlısı gibi gösterilmeye çalışılırken, diğer bir cephede de Ortadoğu’da bir Arap-Türk düşmanlığı çizilmeye çalışılmıştır. Amaç Ortadoğu’da Batı çıkarlarına hizmet eden ama asla bir araya gelmeyi aklına bile getiremeyecek kadar nefretle doldurulmuş, cahil ve fakir insanlar yaratmaktır. Bir de olayın trajikomik kısmından bahsedelim. Bugün bir şehir başka bir şehre nefret duymakta hatta aynı şehrin farklı semtlerinde kalan insanlar birbirine tabiri caizse kıl olmaktadır. Oradan adam çıkmaz, oradan sadece yobaz yetişir, … takımı tutan hiç doğru düzgün adamla karşılaşmadım gibi temelsiz anlamsız ayrışmalar bile vardır.

   Bugün Avrupa’nın bas bas bağırması, “ulus bir kurgudur” sözleri; Türkiyelilik kavramı, alt kimlik, üst kimlik tartışmaları ve de son olarak ülkede 27 etnik grubun var olduğu söylemi durumun vahametini daha açık ortaya koymaktadır.

   Bu çabaların tümü halkın zihni üzerinde oynanan ve onu pes ettirmeye çalışan bir oyunun adımlarıdır. AB ve Amerika ancak kendi safında yer alacak bir Türkiye özlemindedir; fakat halk her ne kadar aç ve cahil bırakılsa da tehlikede olduğu içgüdüsüne kapılmıştır. Yavaş yavaş “acaba dünya ile Ortadoğu ile ilgili anlatılanlar yalan mıydı?” diye düşünülmekte, hem bu düşünce yalnız Türkiye değil tüm Ortadoğu’da yükselmekte. Unutmayalım ki günümüzde artık işgaller her zaman Irak’taki gibi olmamaktadır. Şu an Türkiye en ciddi ve de en yoğun olarak psikolojik harbe maruz kalmaktadır.

   Halk kendini güvensiz, güçsüz ve yetersiz hissetmektedir. Bir şeylerin yolunda olmadığını sezmekte; fakat yaklaşan fırtınanın yönünü tayin edememektedir. Türk Ulusu’nu bir kurgu olarak tanımlayan Batı, aslında Türkiye’de işlerin böyle olmadığının farkındadır. Ne kadar uğraşılsa da halkı bir arada tutan harç bir şekilde hala yerindedir. Bu da bize ümit veren yegâne şey olmalıdır. Atilla İlhan’ın “Batı bizden korkuyor. Bu o kadar açık ortada. Fakat bir türlü devleti yöneten adamlarımıza bunu anlatamıyoruz ama hiç olmazsa aydınlarımız bunu anlamalı.”sözünü hatırlatmak istiyorum. Bence bunu önce halka anlatmalıyız. Ancak o zaman tarihte yerimizi yeniden alabiliriz. Son yıllarda Türkiye’nin kendisine ait hiçbir kırmızı hattı, güvenlik noktası kalmamaya başlamıştır. Halk “kuşa bak” denerek içi boş gündemlerle anlamsız kavgalarla oyalanmıştır. Silkinmek lazımdır dostlar; ülkemizde şu an verilen egemenlik kavgasıdır. Ortadoğu ve dünya bir yalan uğruna kana bulanırken birileri çıkıp kendini BOP’un eş başkanı ilan ediyor. Ülkemiz, halkımız, egemenliğimiz elden gitmekte; fakat halk(ımız) hala karnını doyurma derdinde. Kafamızı kaldırmalı, elimizi cüzdanımıza değil vicdanımıza koyup öyle davranmalıyız. DP’den AKP’ye uzanan çizgideki bu çıkarcı, yalancı anlayışı ancak; Dadaloğlu gibi, Yunus Emre gibi, Kılıçaslan gibi, Mevlana gibi, Selahaddin Eyyubi gibi, Atatürk gibi olarak biz yok edebiliriz. Tarih boyunca düşmanları yendiğimiz gibi bunu da ancak Merhametle, gözyaşı ile çoluk çocuk beraber terle kanla biz yenebiliriz. Bu zihniyeti yenebilir, haysiyetimizle yaşayabiliriz.

   Bizden korkuyorlar; bizden, biz olmamızdan korkuyorlar. Korkmayın; bizden, zalim olmayana zarar gelmez.

 

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.