Yüzsüzlük Siyaseti

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde, bu kadar pişkin bir iktidara sahip olmadı.

Menderes döneminde tohumları atılan, Özal döneminde yetiştirilen, Erbakan ve Fethullah tarafından olgunlaştırılan bu yüzsüzlük siyaseti, artık meyvelerini vermiş, millet olarak bolca nasipleniyoruz.

 Bu siyaseti oluşturan ana maddelerine baktığımız zaman:

* Kendine yol açmak için, SAMAN ALTICILIK... 

* Ortaya çıkınca İNKARCILIK...

* Kendini kurtarmak için YAFTACILIK...

* İktidar güvencesiyle ABD-AB’ye ŞAKŞAKÇILIK...

Bu dört  ana kural çok önemli. Aslında bunu  toplum nezdinde, ideoloji haline dönüştürüp, “İzm”leştirme çabası içindeler de, hem kendi aralarında bir liderlik çekişmesi olduğundan, henüz bu ideolojiye kimin adını vereceklerine karar veremiyorlar hem de devrimcilik kabiliyetleri olmadığından bu mümkün olamıyor. Bırakın devrim yapmayı, bu kadar zamandır bir açılımın içini bile doldurmayı beceremediler.

Kemalizm’in karşısına birini oturtamadıkları sürece hedeflerini tutturamayacaklarını çok  iyi biliyorlar.

Böyle bir acı gerçekle karşı karşıyalar. Bu yüzden de Kemalizm’i savunan ve arkasında duran herkese savaş açmış durumdalar.

Tek kelimeyle, bir yüzsüzlüktür, bir vurdumduymazlıktır gidiyor. Bu durum karşısında insan söyleyecek söz bulamıyor.

İktidara geldikleri günden beri, yaptıkları her işi yüzüne gözüne bulaştıran, bu kadar işten anlamaz, önünü göremez, iktidar olmanın sarhoşluğuyla ayakta zor duran bir hükümet gördünüz mü?

Görmediyseniz, buyurun önünüzde duruyorlar!

Doya doya izleyin!

Bana göre en önemli yüzsüzlükleri, bugüne kadar neyle suçlandılarsa, onlar da aynı suçu karşı tarafa yönlendirerek, kendilerini aklamaya çalışmalarıdır. Bu taktiğin, büyük bir kesimin üzerinde oldukça etkili olduğunu kabul etmek lazım. Baktılar işe yarıyor tam gaz devam ediyorlar.

Bir yanda, “ülkeyi bölünmeye götürüyorlar” diye feryat-ı figan eyleyen bir muhalefet, diğer yandan “Ne münasebet canım! Asıl demokratik açılıma karşı gelenler ülkeyi bölüyor.” Diyen bir Başbakan…

Demokratik açılımın ne olduğunu bilmeyen millet, kime inanacağını bilmez bir halde tenis maçı izleyen seyirci misali, bir muhalefeti, bir iktidarı dinlemekten serseme döndü.

Hoş, milletin de bunları pek umursadığı da yok gerçi…

 Herkes açlığın, sefaletin pençesine düşmüş, günü kurtarmanın peşinde..

Başbakanı ve AKP’lileri teğet geçen kriz, vatandaşın midesine saplanmış, kanser misali, bütün hayati organlarına yayılıyor. Hükümet de, ilaç olarak yaptığı zamlarla demokratik açılım dağıtıyor.

“Buyurun, buradan yiyin” diyorlar.

Onca hadise oluyor, yer yerinden oynuyor. Hakimler, savcılar, Yargıtay, Adalet Bakanlığın emriyle dinletiliyor. Başbakan bunun üzerine.”Yaa! Beni de dinliyorlar” diyerek baş mağdur oluyor.

Artık Başbakan da dinleniyor ise, insanların gözünde, diğerlerinin dinlenilmesi çok normal oluyor!

Demokratik açılımla ülkeyi getirdikleri noktaya baktığımız zaman, planın saat gibi işlediğini görüyoruz.

Baktılar PKK’nın yarattığı terör yetmedi, bir de Türk-Kürt savaşı başlatmaya çalışıyorlar. Tabi bunu, analar ağlamasın diye yapıyorlar!

 Planın başka bir ayağı ise, Türk Silahlı Kuvvetleri tümden etkisiz hale getirmektir.

Efendim!

 TSK, Bülent Arınç’a suikast girişiminde bulunmak üzereyken, iş üstünde yakalanmış.

Peki, ellerinde böyle bir girişime dair bir delil var mı?

Yok!

Dedim ya, kendileri ne suç işleyecekler ise, o suçu karşı tarafa yükleyerek hem kendilerine yol açıyorlar, hem de halkın gözünde mağduru oynayarak puan kazanmaya çalışıyorlar.

Canımızı, toprağımızı, şerefimizi, bizi korumaları için teslim ettiğimiz Türk askerine, Başbakan ve tayfası vatan haini muamelesi yapıyor.

Böyle bir rezillik dünyanın hangi ülkesinde yaşanmıştır?

Bu, devletin en gizli bilgilerine ulaşmak için yaptıkları çok çirkin bir oyundur. Önümüzdeki günlerde Anayasa Mahkemesinde, CHP’nin açtığı “ Askere sivil yargı yolunu açan kanun” yasasının iptal davasının görüşmeleri olacak. Bu yasa iptal edilmeden önce, bugüne kadar ellerine geçiremedikleri çok gizli ülke savunmasına ait bilgileri ele geçirip, gereken yerlere ulaştırarak görevlerini ifa etmenin peşindeler.

Peki, bundan sonra ne olacak?

Bütün bu bilgiler açığa çıktıktan sonra ülke savunmamızı ABD’den gelecek direktiflere göre mi yapacağız?

Madem ki, kendi askerimize güvenmiyoruz, bundan böyle sınırlarımızı ABD askeri mi bekleyecek?

Bu Türk askerini kim yetiştiriyor da askere gönderiyor? Bu millet değil mi?

Bu durumda Türk milleti de vatan haini mi oluyor?

Millet olarak bu sorulara cevap bekliyoruz.

 Bu devlet, bağımsız bir ulus olmamız için kurulmuştur. Bu bağımsızlığı, ipleri başka ülkelerin elinde olan yöneticilerle sürdürebilmemiz mümkün değildir. Başbakan hala, “bedeli ne olursa olsun yolumuzdan dönmeyeceğiz” diyerek kararlılıklarını dile getiriyor.

Bütünün tamamına saldıramadıkları için vur-kaç taktiğiyle bütünü parçalamaya çalışıyorlar. Hazmede hazmede dedikleri bu oluyor. Bir taş ustasını düşünün. Usta, taşı ilk vuruşta parçalayabiliyor mu? Hayır! Taşın parçalanabilmesi için defalarca darbelere maruz kalması gerekiyor. Bunlar da, dinine, diline, ırkına, kültürüne ve ülke ekonomisine bu darbeleri yaparak, istediklerini elde etme yolunda kararlılıkla ilerliyorlar.

Peki, bu darbelere karşı kendimizi koruyabiliyor muyuz? Ya da bu darbelere karşılık verebiliyor muyuz? Hayır!

Anayasada bizi bu darbelere karşı koruyan maddeleri de kaldırdıkları zaman süreç tamamlanmış olacak.

Peki bu duruma millet olarak seyirci mi kalacağız?

Büyük bir yüzsüzlükle gözümüzün içine bakarak, bu ülke rejimine darbe yapmak isteyen bu hükümete, artık bu millet bir dur demelidir. Kendi toprağında başka milletlerin esiri olmak istemeyen her Türk vatandaşı, bu sorumluluğun bilincinde olmalıdır.

saadet.toksöz@politikadergisi.com

 

 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.