“12 Eylül 2010” Halk Oylaması’na İlişkin Öğretici bir Yazı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

Halkoylamasına 23 gün kala sivil toplumun büyük bir kısmı 12 Eylül 2010’da yapılacak halkoylamasında nasıl bir tutum sergileyeceklerini açıkladılar. Peki ya büyük kitleyi oluşturan toplumun diğer kısmı? Cevap belli: Neredeyse hiçbir fikirleri yok. Yanlış bilgilendirilmelerin bu kadar yoğun olduğu bir atmosferde hiç de şaşırtıcı değil. İktidar sahiplerinin “demokrasi şöleni” (?) olarak nitelendirdikleri, içinde bulunduğumuz şu zaman aslında bu yönüyle plebisit nitelikli bir atmosferden başka bir şey değildir. Aslında bu gibi platformları bizler en çok halkı bilgilendirmek amacıyla kullanmalıyız.
 
Gündemde evet ya da hayır oyları verilmesi gerektiğiyle ilgili birçok argüman dolaşırken, yukarıda belirttiğim plebisit ile referandum arasındaki farka değinmeksizin bunun tüm demokratik elementlere uygun bir referandum olduğunu söylüyorlar. Yazıyı sadece siyaset veya hukuk konusunda çok bilgili kişilerin değil, bu konuda bilgilenmek isteyen birçok kişinin okuyacağı umuduyla, plebisit ve referandum ile arasındaki farka kısaca değinmek istiyorum. Doğal olarak halkoyuna sunulan her şey demokratik nitelikli olmayabilir. Bu noktada en önemli fark; referandumda halk odaklı, halkın gerektiğinde birçok kuruluşun katkısıyla doğrudan katıldığı ve hazırlama sürecinde etkin rol oynadığı metinler halkoyuna sunulurken, plebisitte ise aksine karar verme mekanizmasının sadece son bölümüne katılır halk, öyle ki oylanan metinler halkın katılımı olmadan, fiili yönetimlerin oldu-bittileri, karar ve eylemlerinden ibarettir. Zannedersem halkın konuyla ilgili olan bilinç oranına bakacak olursak, yaptığım benzetmenin ne derece doğru olduğunu göreceksiniz.
Bu noktada bir referandumun demokratik olması için oylanan metinlerin içeriği halkın isteklerine ve ihtiyaçlarına cevap vermeli, halk tarafından benimsenmeli ve gerektiğinde mümkün mertebe bizzat halk tarafından yapılmalıdır. Bunun içindir ki “toplumsal mutabakat belgeleri” olması gereken anayasalar veya anayasal düzenlemeler için nitelikli çoğunluklar aranır ya da halkoyuna sunulur. Bu bağlamda bir halk oylamasının plebisit olması için öncelikle oylamayı yapan halkın konuyla pek de ilgisi olmaması gerekmektedir. 12 Eylül 2010’da yapılacak olan halk oylaması ise bu noktada bir plebisittir. Çünkü halkımız bu konuya çok da ilgili değildir. Bunun en önemli iki sebebi mevcuttur:
1)UNUTKAN VE YÜZEYSEL BİR TOPLUMUZ: Bu özelliğimizle referandumları plebisite bizzat çevirmekteyiz. Düzenlemelerin ne anlama gelebileceğini bilmeden kandırılabiliyoruz. Bu noktada daha fazla eğitilmeyi kabul etmiyoruz. İktidar sahipleri, bizzat hazırladıkları metinleri, Konya’da Hz. Mevlana ile Aydın’da Adnan Menderes ile Afyon’da Büyük Taarruz’un şehitleri ile savunurken bizler alkış tutabiliyoruz. Askeri darbelerin mağdurları anısına ağlamak için neden 8 yıl bekledik? Bugüne kadar iktidar sahipleri evet denmesi konusunda ne kadar elle tutulur, makul ve mantıklı sebepler ileri sürdüler? Bu soruları sormuyoruz.
2)DARBELERİN BASKILI YÖNTEMLERİYLE YÖNETİLMEYE ALIŞKIN BİR TOPLUMUZ: Bunu hiç hak etmiyoruz. Fakat darbe mantığıyla yönetimin sadece işkencelere tabii tutularak veya sokağa çıkma yasakları koyularak yapıldığını düşünmeyin. Devlet için devlet politikalarını reddedebilecek yapıda olamıyoruz. Bu çok kötü bir şeydir. Bu resmen plebisitleri desteklemek anlamına gelmektedir. Kimse ne diyor bu adam demesin! Hazırlanan metinler 20 den fazla değişikliği öngörüyor. Biz tüm maddeleri tek bir evet-hayır oylamasına indirgediğimiz zaman iktidarı tıpkı zamanında Kenan Evren’e halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı olma (?) duygusunu tattırarak yaptığımız gibi mutlu ederiz. Bildiğiniz gibi koskoca bir anayasanın içine kendi cumhurbaşkanlığını bir geçici madde olarak koydurduğu için Kenan Bey, halkın bin bir korku ve bıkkınlıkla evet oyu bastığı 1982 anayasası vasıtasıyla kendini “halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı” olarak tatmin etme imkânına erişmiştir. Tarih tekerrür ediyor. Bu 12 Eylüller 30 yılda bir ülkenin başına dert açmak istiyor. Bu imkânı günümüz iktidarına vermeyin.
Şimdi müsaadenizle biraz daha maddelerin içeriğine yönelmek istiyorum. Bunu gündemden nispeten daha uzak argümanlarla yapmak istiyorum. Öyle ki yazının öğretici yönü daha nitelikli olsun.
Öncelikle yapılan “iyi yönlü” değişiklikleri yani değişiklik metninin %95ini ele alacak olursak iki özellik dikkatimizi çekiyor:
•Samimiyetsiz
•Yetersiz ve işlevsiz
Evet samimiyetsizdir. Bunun gerekçesini Başbakan ve Bakanlardan alıyoruz. Hatırlayacak olursanız 2010 yılının ilk çeyreğinde, artık iyice kızgın hale gelen yargı krizlerinin, iktidarı yakından ilgilendiren dava sayısındaki artışın, HSYK toplantılarındaki atama krizlerinin ve Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) iktidarın eylemlerine çomak sokan içtihatlarının sayısındaki artışın tavan yaptığı zamanda, Başbakan ve bazı Bakanlar bir “yargı reformu” yapacaklarını ve bunu bazı anayasal düzenlemelerle destekleyeceklerini söylediler. Göstermelik bazı istişare toplantılarının sonunda (sadece 2 hafta) bir paket hazırlandı ve çabucak komisyondan ve meclisten geçirildi. Şimdi şu soru aklımıza geliyor: Madem yargı reformu hazırlayacaktınız neden içine yargıyı ilgilendiren maddelerin sayısının 7 katı kadar “sugar cauting” denilen göstermelik iyi yönlü maddeler koydunuz? Sayıları toplamda 20’yi geçen bu kadar madde için neden 8 yıl beklediniz? 12 Eylül’e bu kadar düşmansanız neden şimdiye kadar beklediniz? Veya en basitinden Ana Muhalefet Parti’sinin nadir yapıcı önerilerinden biri olan iyi yönlü maddeleri ayırıp öyle oylama teklifini neden kabul etmediniz? Bütün bu soruların cevabı samimiyetsizliğin gerekçesidir. Yüzeysel olduğumuz gerçeği bir kez daha su yüzüne çıkmıştır.
Evet, işlevsiz ve yetersizdir. Şimdi eğer bana derseniz ki: “Uzatma öyle ya da böyle güzel düzenlemeler geç de olsa yapılıyor”, o zaman size ederim ki bu maddeler ciddi anlamda kesinlikle müjdeledikleri şeyleri başaramayabilirler. Örneğin en basitinden Kenan Evren kesin yargılanacak demek külliyen yalan olur. Ya da memurların toplu sözleşme hakkının çok yapıcı ve ilerici bir adım olduğunu söylemek.. Tam tersi bu madde, memurlar için “zam pazarlığı” yapılan şu günlerde evet demeleri için bir kozdan başka hiçbir şey olarak kullanılmıyor. Bundan dolayı bu “iyi yönlü” değişiklikleri de iyi araştırmak gerekmektedir.
Kaldı ki “iyi yönlü” maddelerin samimi veya tamamıyla yapıcı maddeler olduğunu varsayalım. Acaba bu evet oyu vermek için yeterli olur muydu? Bunu size bir siyasi partinin grup başkan vekillerinden birinin verdiği bir örnekle açıklamak isterim. Bildiğiniz gibi bu maddenin %95i güya iyi yönlü maddeler. 1kg eti ele alalım. Bunun 950 gramı dana eti 50 gramı domuz eti olsa ve karıştırsak büyük çoğunluğunun dana eti olması sizin bu eti yemeniz için yeterli olacak mı? Cevabı size bırakıyorum.
Şimdi gelelim tartışmalı maddelere. Bu maddeler HSYK ve AYM’nin yapısını değiştirmektedir. Bu konuda “yandaş yargı”, “yandaş yüce divan” gibi birçok argümana katılmakla beraber çok üzerinde durmayacağım çünkü çok duruluyor zaten. Ben özellikle bu tartışmalı maddeler konusunda çok üzerinde durulmayan argümanlar sunmak istiyorum. Mesela iyi düşünüldüğünde akla şu soru geliyor: Neden AYM’nin ve HSYK’nın üye sayısında artış yapılıyor? Her şey demokratik nasılsa (!), tek sorunumuz üye sayısı. Üye sayısının 15, 22 ya da 32 olmasının demokratik uygulamayla ne alakası var. Her şey bitti de üye sayımızın az olduğunu mu fark ettik? Cevap basit. Üye sayısının artması sonuç itibariyle cumhurbaşkanının ya da parlamentonun seçtiği/atadığı üyelerin sayısının artması anlamına geliyor.
Basit bir örnekle açıklamak istiyorum: Anayasa Mahkemesi üyeleri arasında hala Turgut Özal’ın dahi atadığı üyeler mevcut. Bu durumda ondan sonraki her cumhurbaşkanının atadığı üyeler de mevcut. Bir cumhurbaşkanının (bugüne kadar) 7 yıl görev yaptığı düşünülürse, AYM’nin üye kompozisyonu hiçbir zaman tek bir cumhurbaşkanın atadığı üyelerden oluşmuyordu. Ama yapılan düzenlemede üçünü cumhurbaşkanı, üçünü parlamento atamak üzere 6 üye daha eklenmek isteniyor. Yani kısaca AYM’nin tarihinde görülmemiş bir durum ortaya çıkıyor. Öyle ki Abdullah Gül’ün şimdiye kadar atadığı üyelere ek olarak 6 üye daha iktidar yanlısı olarak ortaya çıkıyor. Bir defa da bu kadar üye’nin aynı kişi/kurum tarafından yapılmasının sonucu budur. İşte yandaş yargı vs bu şekilde oluşuyor. Lazım olursa bir gün bilgilerinize.
Ek olarak şunu söylemek istiyorum. Bilindiği üzere hukuk devleti ilkesinin en büyük gereği tüm kamu kurumlarının kararlarının/metinlerinin ve norm hiyerarşisinde yer alan her çeşit normun mahkemelerce denetlenmesidir. Yani ne kadar çok denetlenmeyen karar varsa o kadar az hukuk devletisiniz. Bu noktada ülkemizde hukuk denetiminden geçmeyen ne var?
•HSYK kararları
•YAŞ kararları
•Cumhurbaşkanı’nın kendi başına aldığı bazı kararlar (Af vs)
Güya bize daha şeffaf bir devlet yapısı sağlayacak bu düzenlemeler neden sadece YAŞ kararlarına yargı denetimini açıyor? Yanlış anlaşılmasın buna karşı değilim bilakis destekliyorum da. Fakat hükümetin yegâne şekillendiremeyeceği kurumlardan biri olan YAŞ’ın kararlarını yargı denetimine sunması manidardır. Örneğin 12 Eylül’de evet çıkması durumunda HSYK’nın kararlarının yargı denetimine sunulmasına pek de gerek yoktur (?).
İşte tüm bu sebeplerde ötürü ben yazımı okuyan herkesi öncelikle bu konuda bilinçlenmeye, bilinçli bir şekilde oyunu kullanmaya davet ediyorum. Gerekçeleriyle beraber açıkladığım tüm bu argümanlardan dolayı umuyorum ki; 12 Eylül 2010: Türkiye için HAYIR vakti.
Saygılar…
Edgar.Sar@PolitikaDergisi.com
 

Yorumlar

referandum'dan sonrası

Tekirdağ'da olduğum için konuşamıyoruz. Ben gelince son bir siler süpürürüz.

İnsanların bence Evet ya da Hayır demekten öte çok daha vahim bir problemi bu referandum süreciyle ortaya çıktı. Eskiden 'bu CHP'li' ya da 'bu AKP'li' diye mimlenen insanlar bugun 'bu EVET'çi' ya da 'bu Hayır'cı' diye mimleniyorlar. ve malesef (bence) bu iki mimlenmenin eş anlam teşkil etmesi, bir fenerbahçe taraftarının robinho'nun beşitaş'a gelmesini istememe gerekçesinden farksız olmaya başladı. Zaten öyleydi, bu referandumla su yüzüne çıktı. bu bakımdan referandumdan sonrası için sonuçne çıkarsa çıksın bizi zor günler bekliyor.

güzel bir yazı olmuş. ellerine sağlık...

YÜZDE YEDİLERE DÜŞENE KADAR , ŞEYİNİ ŞEYETMEYE DEVAM..

şeyini şey ettiğimin şeyi , lafının muciti yine büyük şey etmiş.
referandum tüzde 80 hayır çıksada bir yere gitmeyiz demiş.
bulundukları yerler , yüzde 47 lik tapulu malları ya.
kendileri istemez ise , gitmiyeceklermiş.
her şey kanununa kitabına uygun.
yap işlet devret kanunu var ya.
devlet yönetmeyi , 49 yıllığına kendilerine ihale etmişler.

öss ve kps sınavları yeni bitti ya.
şimdilerde kendilerini , referandum seviye tespit sınavına hazırlıyorlar.
yüzde 80 hayır çıksada , durumu bir şekilde kurtarırız diyorlar.
alt taban yüzde 7 ye düşene kadar , şeyini şey edebilirlermiş.

ampül partisi zor sınavda.
elli puanın üstünde , bir sonuç alması çok zor.
işleri çok karışık , çok çalışmaları gerek çoook.

panik içindeler.
batağa saplanıyorlar.
battıkça kızıp , sinirleniyorlar.
evet dedirtmek için baskı yapıyorlar.
bir yanda ikballerinin devamı.
bir yanda muhalif şirketler.
bir yanda vatan.
bir yanda toprak hırsızları.
yukarı tükürse bıyık.
aşağı tükürse sakal.
yere tükürse , kabahatler kanununa göre ceza.

yüzde 47 ile gelmişlerdi ya.
yüzde 40 opsiyonları varmış.
tepe tepe , şeyini şey ettire ettire , kullanmak istiyorlar.
aceleleri yokmuş.
yüzde 7 ye geldiklerinde , kontratları bitmiş sayacaklarmış.
______(üçbeş_köyün_tiriviri_yazarı)________NALBANT_KUBİ

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.