Ana Muhalefet - (Ön) Yargı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Mert ELEKÇİ
Yazının Yazıldığı Tarih: 
19.02.2011

Başta CHP olmak üzere bütün muhalefet partileri, referandumdan beri iktidarın yargı reformu adı altında yaptığı değişiklikleri yargının bağımsızlığına bir müdahale olarak görmekteydi. Türk yargısının durumuna bakıldığında reform adı altında yapılan bu değişiklikleri bugüne kadar hiçbir şekilde uygun görmedim. Çünkü bu değişikliklerin yargının bağımsızlığına doğrudan müdahaleye imkân verdiğini düşünüyorum. Ancak yargı organlarımızın tek sorunu bağımsızlık değil. İş yükünün çok ağır olması da önemli bir sorun. İş yükünün çok ağır olmasından dolayı yargı süreci çok ağır ve niteliksiz işlemekte. O kadar ki, yandaş yargı yaratmaya çalışan kötü niyetli bir yürütmenin var olduğunu düşünsek bile, bu iktidarın iş yükünden memnun kalacağını söyleyemeyiz. Yani yargının bağımsızlığı sorunuyla bu iş yükü sorununu ve daha başka birçok problemi birbiriyle karıştırmamak gerekiyor. Şöyle ki;
 
Geçtiğimiz hafta itibariyle yürürlüğe giren 'Bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun’un meclisten geçme ve cumhurbaşkanı tarafından onaylanma safhası hızlı sürdü. Kamuoyunda pek tartışılma zemini bulamadan yeni kanun resmi gazetede yayınlanmasıyla yürürlüğe girdi bile. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve Ankara Barosu Başkanı Feyzioğlu'nun açıklamaları bu kanunun yürürlüğe girmesinde yavaşlatıcı bir rol oynamadı. Oysaki Sn. Kılıçdaroğlu bu konuda çok iddialı konuşmuş ve bu yasayla yargının yürütmenin güdümüne gireceğini iddia etmişti. Geçtiğimiz pazartesi yürürlüğe giren 6110 sayılı kanunla Danıştay ve Yargıtay Kanunundaki değişiklikleri inceleyelim.
 
Yeni getirilen düzenlemelerle birlikte Danıştay’ın mevcut daire sayısı 15'e ve Yargıtay’ın mevcut daire sayısı 38'e çıkarılıyor. 198 yeni hâkim önümüzdeki aylarda seçimle atanacak. Bununla birlikte asıl önemli değişiklik, önceden kanunla belirlenen işbölümünün her iki yüksek mahkemede de artık genel kurullarca düzenlenecek olması. Bu düzenlemeyle zaman dilimleri içerisinde iş yükü ağır olan dairelerin yüklerinin sorumluluklarının yükü hafif olan daireye genel kurulca oy birliği ile paylaştırılmak suretiyle dağıtılacak olması. Bu değişiklik dosya başına 3 dk. düşen yüksek yargı organlarının iş yükünün daha dengeli biçimde dağıtılması suretiyle daha nitelikli işlemesine yardımcı olacak gibi. Ayrıca genel kurulların işleyişi de daha bir mantıki çerçeveye oturtulmuş. Genel kurula taşınan bir dosyayı daha önce inceleyen dairenin üyelerinin genel kurula katılması engelleniyor. Hâkimlerin ve savcıların yanlış kararlarından dolayı ödenen tazminatı devlet hâkim veya savcıdan rücu edebiliyor.
 
Öncelikle şunu belirtelim, bu yasa yargının sorunlarının tümünü birden çözecek değil! Ancak önemli bir sorunu çözmek için önemli bir adım gibi gözüküyor. Dünyanın en büyük Yargıtay’ına sahip olmamız bir yana, bu Yargıtay’ın sorunlarını, Yargıtay’ı büyüterek çözümleyebileceğimiz doğru bir yaklaşım olmaz. Yine de dediğim gibi önemli bir adım ve bu değişikliklerin yargının bağımsızlığına zarar verme durumu söz konusu değil. Yargının bağımsızlığıyla alakası yok. Zaten bu yüzden ki iktidarın yargı bağımsızlığı anlayışının tamamen karşısında olan ben bile bu değişiklikleri yararlı görüyorum. Yine de bir iyi niyet göstergesi olduğunu düşünmüyorum. Yani, bu değişikliklerin tek bir amacı var ve ister hükümeti destekleyin ister desteklemeyin ortak. Yargıtay ve Danıştay’ın bir şekilde ülkemiz şartlarına ayak uydurması gerekiyor. Şunu iyi anlamamız lazım;
 
Ne şekilde olursa olsun, ne kadar bağımsız ya da bağımlı olursa olsun, yargının diri olması gerekir. Bu değişiklikler de bunu gösterir niteliktedir. Yine de iş yükü sorununun çözülmesi için Yargıtay ve Danıştay'da yapılan değişikliklerle çözüleceğini söyleyemeyiz. Yerel mahkemelerimizin durumunun da iyi olmadığını söyleyebiliriz. İcra dairelerinin durumuysa içler acısı.
 
Bu son değişiklikler ve muhalif söylemler bize şunu sorgulatmalı;
 
Acaba iktidarın eylemlerini eleştirirken, muhalefetin bazı söylemlerini gözden mi kaçırıyoruz? Muhalefet söylemlerini daha mantıklı bir zemine oturtmadığı sürece, bu ülkede hiç kimsenin yanlışlarını tamamen kavrayamayız. Muhalefetten başka...

Yorumlar

Katılmadığım nokta...

Merhaba Sayın Elekçi,

Yazınız için öncelikle teşekkürler. Her şeye rağmen farklı görüşler ve bunların demokratik olarak tartışılması öğretici niteliği açısından en çok ihtiyacımız olan şeylerden biri. Öncelikle yazınıza genel olarak pozitif hukukun ilkelerine göre bakıldığından katılmamak mümkün değil. Fakat ayrıldığımız nokta da işte tam burada başlıyor. Maalesef Türkiye'deki hukuki ve siyasi, daha doğrusu artık içiiçe geçmiş olayları yorumlarken pozitif hukukun ilkeleri yalnız başına yeterli olmuyor.

Sizin de belirttiğiniz gibi iktidar katında iyi niyet olmadığı zaten açık. Fakat bu durum hukuki bir temel oluşturmadığı için hukuki temel yaratmak gerekir. Burada da iktidarın tavrı devreye giriyor. Mesele iyi görünen bu değişiklikleri yaparken yürksek yargıya veya uzmanlara danışılmaması bu iyi niyet eksikliğinin en büyük göstergesidir. Tabi ki bu noktada görevini eksik yapan bir muhalefeti eleştirmek elzemdir. Ama bu noktrada Sn. Kılıçdaroğlu'nun ve Sn Feyzioğlu'nun haklı eleştiriler temelinde bunu yaptıklarını düşünüyorum. Bu durum 12 Eylül referandum paketine çok benziyor. Görünürde güzel şeyler ama mevcut sisteme daha geniş bir pencereden baktığımızda felaketler yaratabilecek nitelikte...

Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi hukuktaki manevi unsurun çokluğu toplumdaki güven ve uzlaşıyla ilgilidir. Türkiye'de ise kanun sayısı fazlalığı uyarılma sebepleri haline gelmeye başladı. Ve maddi unsurları oluşturan kanunların sayısı arttıkça, manevi unsur ve onun temsil ettiği toplumsal değerler çöküşe geçer, aynı Türkiye'de olduğu gibi... Böyle bir durumdayken de yapılan hukuki-siyasi kasıtlı eylemler bu felaketi arttıracaktır. Bu hem hukuken hem de siyaseten maalesef böyledir.

Saygılar Sunarım.

teşekkürler..

Yorumunuz için teşekkürler. Karşıt görüşler, -hatta bence daha karşıt görüşler- sitenin içerisinde yer bulmalı. Karşıt görüşlerin çatışması medeni bir şekilde tartışıldığı sürece okurlara ve yazarlara daha çok katkı sağlayacaktır.

Yorumunuzda katıldığım bir çok nokta var elbette. Ancak aynı verilerden yola çıkarak farklı sonuçlara varıyoruz. Siyasi partilerin tümünün ortak özelliği her zaman daha fazlasını istemeleri ve ideolojik eğilimlerini bu yetki açlıklarıyla birlikte söylem ve eylemlerine yansıtmalarıdır. Bu açlığın en büyük dengeleyicisi de oy kaygılarıdır. Ortada bir oy kaygısı olmayınca bu açlıklarını açıkça gidermekten çekinmiyorlar.Sizin de bildiğiniz gibi son 8 yıldır bunun örneğini yaşıyoruz. Sanıyorum ki bahsettiğiniz kötü niyet bu olsa gerek...

İşte bu durumdan ötürüdür ki, ben yine biraz daha idealist bakış açısıyla bakarak bazı süreçleri kilit noktası olarak değerlendirerek, bazılarını da bu süreçten ayrı tutma taraftarıyım. Yargı bağımsızlığı konusu da bununla eşdeğer. En iyi nasıl tarif ederim bilmiyorum ama yazımda anlatmak istediğim en önemli nokta, bu kanunun değişmesinin zorunlu olduğu! ancak yeterli olmadığı, bununla birlikte bu kanunun onaylanması, yürürlüğe girmesi gibi konuların amaç ve sonuç arasındaki süreci belirttiği ve kaçınılmaz olduğuydu. Bu son değişiklikler öyle bir şekilde yapıldı ki, eğer başka herhangi bir parti iktidarda olsaydı yine kaçınılmaz olarak yapacaktı, amaç veya sonuç ne olursa olsun. Çünkü bu kanunların geçmişine bakıldığında, yerel mahkemelerdeki artan sorunlara paralel olarak yargıtay ve danıştayın daire ve üye sayıları hep artmıştır.

Muhalefet nerede yanlış yaptı?

Söylemler dikkate alındığında, gerçekten muhalefetin dikkat çekmeye çalıştığını görmekteyiz. Dikkat çekme yöntemine bakıldığında, yargılar kesin ve temelsiz. Eğer ki bugünkü muhalefet iktidarı istiyorsa, bunu elde etmek için bugünkü iktidarın yöntemini kullanması bana göre yanlış. Çünkü ileride bu tür söylemlerle bugünkü iktidarı değiştirebilecek bir siyasi oluşum, yine aynı tip söylemlerle koltuğundan olacaktır. Çünkü biraz yukarıda belirttiğim oy kaygısı, günümüz Türkiye toplumunda maalesef uzun yıllar iş yapacak olan bu tarz söylemlerle giderilmektedir. Eğer ki 'efendim biz iktidara gelince böyle söylemlere yer vermeyeceğiz, siyasetin seviyesini arttıracağız ama o zamana kadar böyle' görüşü bir siyasi partide hakimse, büyük hata yapmaktadırlar. Siyaset Bilimi'nin metodolojisini tam bilmiyorum ancak sanıyorum ki kendimi anlatabildim.

Teşekkürler...

Tereddütler sorunların

Tereddütler sorunların çözülmesinden ziyade yargıda ki kadrolaşmaların endişe verici boyutta olmasından kaynaklanmaktadır.Devam eden mahkemelerde ki hakim değişiklikleri, HSYK seçimlerinde ki önceden hazırlanan isimlerin seçilmesi gibi örnekler daire sayılarının arttırılmasının da bu bağlamda olacağını göstermektedir...O yüzden eleştiriler önyargıdan ziyade bu endişelerden ve gerçeklerden kaynaklanmaktadır.

Sn. Özkan Eleştirinizde

Sn. Özkan
Eleştirinizde haklısınız. Yazımda bu kadrolaşma sorununa da dikkat çekmeliydim. Çok teşekkür ederim. Konunun anlaşılması bakımından; iktidar ve yargıdaki kadroların durumu hakkındaki değerlendirmelerinize katılıyorum. Yine de muhalefetin bu konuda bizim kadar açıklayıcı konuşmadığına dikkatinizi çekerim. Aslında açıklamak istediğim buydu. Bununla birlikte yazıma ek olarak şunu da belirtmek isterim ki, bu kanun değişikliğinin Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesi durumunda iptal kararı çıkması çok zor. Anayasa Mahkemesinin bizim öne sürdüğümüze benzer gerekçelerle bu kanunu iptal etme durumu söz konusu olamaz. Bana kalırsa olmamalıdır da. Böyle bir durumu bertaraf etmek Anayasa Mahkemesi'nin değil bizzat anayasanın görevidir. Tartışmalar, anayasayı belirleyen etkenler üzerinden yürütülmelidir. Anayasa izin veriyorsa bu konuda Anayasa Mahkemesi'nin yapacağı bir şey yok. Dolayısıyla önümüzdeki dönemlerde Anayasa Mahkemesi ile ilgili olarak geçen sene kullanılan söylemleri yine çok sık dinleyeceğiz.

Teşekkürler...

Adalet reformu mu; yoksa demokrasi yıkımı mı?

Bir hukukçu değilim ama, geçen hafta bir gecede meclisten geçen ve sonrasında cumhurbaşkanlığınca derhal onaylanan, Yargıtay'da 32 olan daire sayısını 38'e, üye sayısı 250'den 387'ye; Danıştay'da 13 olan daire sayısını 15'e ve üye sayısı ise 55'ten 156'ya çıkarılan "Yargı Reformu" yasasını yakından izledim. Bu yasa ne yazık ki, Sn. Mert Elekçi'nin belittiği gibi, yüksek yargıçların işini hafifleten bir yasa olduğu izlenimini vermiyor.

Bu yasanın amacı, yüksek yargıda bir reformu yerine getirmekten çok, onu yürütmenin etkisine ve emrine alma çabasıdır. Çünkü AKP hükümeti, 2008 yılında meclise getirdiği bir başka "Yargıtay Yasası" tasarısıyla bu son yasanın tam tersine Yargıtay'ın üye sayısını 250 den 150 düşürmeye niyetlenmiştir. Şimdi ne oldu da hükümet bu yüksek yargı organlarının üye sayısını tam tesine artırdı. Olan ve bu girişimin nedeni çok açık: 12 Eylül referandumuyla kabul edilen anayasa değişiklikleriyle, herkesin de aynı fikirde olduğu gibi, artık HSYK Adalet bakanlığının bürokrat hukukçularından oluşmaktadır.

Bu şartlar altında bu iki yüksek yargı organının yeni üyeleri ve daireleri, işte bu henüz yürütmenin etkisine yeni girmiş HSYK'nin atamış olduğu yeni üyeler tarafından seçileceklerdir. Bu çaba da ancak Yargıtay ve Danıştay'ın yürütme'nin etkisine alınması çabası olarak yorumlanabilir.

Türkiye'de alt mahkemelerde hukuki bir dava ortalama 246 gün sürüyor. 8-10 sene süren ağır ceza davaları var. Masumiyet karinesine hemen hiç önem verilmeyen ülkemizde insanlar, yargısı bitmeden senelerce hapislerde yatıyorlar. Yargıtay ve Danıştay'da milyonlarca görülecek dosya var. Yargının işi çok zor. Ama 8 senedir iş başında olan bu hükümet bu alanda kılını bile kıpırtdatmamıştır. Şimdi kendi iktidarını güçlendirmek için yaptığı bu yasayı "yargı reformu" olarak satmaya çalışıyor.

Çözüme gelince. Yargıtay Başkanı Sn. Gerçeker "sorunun kaynağında yargılamaların makul süre içinde bitirilememesinin yattığını" belirtiyor ve çözüm olarak "istinaf" mahkemelerinin hayata geçirilmesini gösteriyor. 9 Bölgede kurulması düşünülen, bir nevi ağır cezalarda yargı itirazlarını denetlemesiyle görevli olacak istinaf mahkemelerinin, 2008 yılında yasası çıkmış olduğu halde, neden bu hükümet bir türlü bu yasayı uygulamaya koymuyor?

Neden hükümet yeni yargı ve savcıları göreve alarak adliyenin kadrolarını genişletmiyor? Yeni adliye binaları yaparak, yargıçların, savcıların ve hatta avukatların rahatça görev yapmalarını sağlamıyor? Neden hükümet adalet bakanlığının bütçesini en düşük seviyede tutuyor?

Çünkü demokrasi ve özgürlüklerde olduğu gibi, "Adalet" kavramı da, adında "Adalet" olan bu parti için sadece halkı aldatmaya yönelik kozmetik bir anlam taşıyor da ondan!

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.