Bilimsel Onur ile Devlete Başkaldırmak Arasında Akademisyen Olmak ve Şaşırmadıklarım

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Onur Aksoy

 

14 Eylül’de bu alanda yayınlanan "Bilim İçin Ulema Vakti" başlıklı yazımda (http://politikadergisi.com/okur-makale/bilim-icin-ulema-vakti) hükümetin 651 sayılı kanun hükmünde kararname aracılığı ile Türkiye Bilimler Akademisi’ni (TÜBA) yeniden dizayn ederek ele geçirmeye çalıştığını, bu kararnameye göre;

eski sistemde kurum üyelerini kendi seçerken yeni düzenleme ile 300 üyenin 3’te 1’ini Bakanlar Kurulu, yani iktidar, 3’te 1’ini YÖK (yani yine iktidar!), geri kalan 3’te 1’lik kesimi ise TÜBA seçecek diye yazmış ve eklemiştim; Mevcut durum göz önüne alındığında akademide 140 üye bulunmakta. Geriye kalan 160 üye YÖK, iktidar ve TÜBA tarafından seçilecek. Öncelikle YÖK ve hükümet kendi üyelerini seçerek bir akademik topluluk oluşturacak. Bu topluluk da 3’te 1 üye seçme hakkını kullanarak toplam üyeyi 300’e tamamlayacak. Sonuç olarak asil üyelerin çoğunluğu iktidar yanlısı olacağı için akademinin seçeceği 3’te 1’lik kısım da kontrol altına alınmış olunacak!

Yazının sonunu ise ‘iyimser’ bir şekilde “Bilimsel Onur tüm gerici kuşatmayı yenecektir!” şeklinde bitirmiştim. Sonrasında gelişen olaylara bakınca bu ‘iyimserlik’ üzerine eğilmek gerektiğini düşünmekteyim. Zira Akademi’nin sessizliği, kendi üyeleri dahil, bu konuya ilgi duyan herkesin kafasının karışmasına neden olmakta.

TÜBA’yı yeniden yapılandırarak siyasi erke bağlamayı amaçlayan kanun hükmünde kararnamenin ardından, TÜBA’ya üye akademisyenler ‘sert’ diye nitelendirilebilecek bir bildiriyi internet sitesinden kamuoyuna duyurmuştu. Bildiride; uygulamaya konulan kararname ile yeni bir Türkiye Bilimler Akademisi kurulduğu dile getirilmiş, bu yeni kuruluşun dünyadaki özerk bilim akademilerinin geleneğine uymadığı, gelişmeden haberdar olan uluslararası kurum ve kuruluşların gelişmelere kuşku ile baktığı aktarılmıştı. Akademi üyelerinin bundan sonra izleyeceği yol için ise;

"Konuyu öğrenen Akademi’ye görüş bildiren üyelerimiz arasında Akademi üyelerinin hemen istifa etmesi ve yeni ve özerk bir Akademi kurulması önerisi dile getirilmiş, ancak bundan önce Cumhurbaşkanımızla bir görüşme talebinde bulunulması ve yeni kurulan Akademinin yol açacağı olumsuz gelişmeler üzerinde bilgi sunulması önerilmiştir. Türkiye Bilimler Akademisinin üyeleri bu görüş ve girişimlerden umulan sonuç alınamaması halinde istifa etmeyi ve yeni bir yapıda örgütlenmeyi düşündüklerini dile getirmişlerdir.’’ şeklinde bir açıklama gelmişti. Kendi yazımda belirttiğim ‘Bilimsel Onur’ tam da buraya işaret ediyordu. Hoş, TÜBA üyelerinin Hükümet için onaylayıcı bir merkez olan Cumhurbaşkanı’na çözüm için neden bel bağladığını anlayabilmiş değildim ancak, belki Cumhurbaşkanı’nın kendisi de ‘Doç.Dr.’ ünvanına sahip olduğu için ‘bir nebze bizi anlayacaktır’ şeklinde düşündüklerini aklımdan geçirdim.

TÜBA Başkanı ve birkaç üye Cumhurbaşkanı’nın yolunu tutmaya hazırlanırken, dünyanın saygın bilim çevreleri, dergileri ve kuruluşları hükümetin bu kararını kınayan makaleler yayınlıyor, bazıları aynı anda Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, Sanayi ve Teknoloji Bakanı’na mektup yolluyordu ( TÜBA üyelerinin çözüm beklediği Cumhurbaşkanı’nın atadığı rektörler ile ele geçirilen üniversiteler ve onlara bağlı akademisyenler sus pus olmuşken, ‘elin’ akademisyenlerinin hükümete mektup yollayacak kadar ilgili olması utanç verici!). Tepki gösteren kuruluşlar arasında kimler yoktu ki; Ulusal akademilerin ve akademik kuruluşların bağımsızlığını ve özerkliğini korumayı misyon edinen Dünya Akademileri İnsan Hakları Ağbirliği (Human Rights Network of Academies and Scholarly Societies), Saygın bilim dergisi Nature, İngiltere'deki bilim akademileri (Kraliyet Akademisi, Edinburgh Kraliyet Akademisi, İngiliz Akademisi ve Tıp Bilimleri Akademisi), Bilim Akademileri Küresel Ağı (Global Network of Science Academies-IAP)…

Ayrıca 1986 Nobel Kimya Ödülü Sahibi Profesör Yuan Tseh Lee, TÜBA'nın içinde bulunduğu ‘baskının’ farkında olduğunu açıklayarak, yine TÜBA’nın daveti üzerine Aralık 2011'de konferanslar vermek için Türkiye'ye yapacağı ziyareti ertelediğini açıkladı!

Akademinin içinden de bu süreçte birbiri ile çelişkili açıklamalar gelmeye başlamıştı. TÜBA-GEBİP Üyesi Doç. Dr. İbrahim KAYA, Cumhuriyet gazetesi için yazdığı makalede;

“Bir bilim kurumunun üretkenliği her şeyden önce kendini yönetebilme, dışarıdan yönlendirmelere karşı koyabilme kapasitesiyle ilişkilidir. Hem üyelerinin belirlenmesinde, hem de bilim politikasının üretilmesinde eğer akademi özerk bir niteliğe sahipse, başarı için önemli ve olmazsa olmaz temel adım atılmış demektir. Ancak, son kararname, TÜBA’nın özerkliğini elinden almakla kalmıyor, aynı zamanda siyasi iktidara birebir bağımlı bir kurum haline getiriyor. Demokrasiye vurulan darbelerin önüne geçilmesi için bir şeyler yapmanın zamanı çoktan gelmişken, hâlâ siyasi iktidarın değişimci, demokrat ve de yenilikçi olarak tanımlanarak alkışlanması, insanın aklına başka şeyler getiriyor. ‘Her şey güç ve paranın dolayımından mı geçiyor acaba?’ diye sorarken yanıt, aynı Akademi üyeliğini paylaşan bir başka meslektaşı, TÜBA üyelerinden Prof. Ayşe Erzan’ın ScienceInsider’a verdiği demeçte saklı herhalde:

“Bence bu karar daha çok Türk bilimine ‘faydacıl’ bir özellik kazandırmak için yapılmış naif bir girişim. Bana kalırsa hükümet akademinin daha çok uygulamaya yönelik faaliyetler içinde olmasını arzu ediyor.”

‘Faydacıl’ nitelikleri olan bu ‘naif’ girişim hakkında, Cumhurbaşkanı ile yapılan görüşme sonrası TÜBA Başkanı’nın yaptığı açıklama, artık sürecin hangi aşamaya geldiğini çok net gösteriyordu. İlk günlerde “Gerekirse istifa ederek yeni bir bilim akademisi kurarız.” diyen Prof. Dr. Yücel Kanpolat, görüşme ertesi yaptığı açıklamada Abdullah Gül’ün konu ile ilgilendiğini, durumu inceledikten sonra tekrar buluşacaklarını söylüyor ve gazetecilerin ‘istifa’ olasılıkları ile ilgili sordukları soruya ise tüm sürece belki de noktayı koyacak ‘vahim’ cümleleri sarf ediyordu;

“Biz devletimizin emrindeyiz. Şu anda istifa diye bir durum söz konusu değil, devletimize başkaldırmak aklımızın ucundan bile geçmez. Bu sorun çözülse iyi olur diye düşünüyoruz, TÜBA üyeleri de beni destekliyor.”

Düşünebiliyor musunuz? Türkiye Bilimler Akademisi gibi bu ülkenin birçok aydın bilim adamlarının toplandığı bir kurumun başındaki Profesör, bilimin siyasi iktidar eli ile gericileştirilmesi operasyonuna verilebilecek belki de en ‘onurlu’ davranış olan istifa gibi bir demokratik hakkı ‘devlete başkaldırmak bizim neyimize’ şeklinde değerlendiriyor. Bu, bir akademisyenin ağzından çıkabilecek en talihsiz sözdür. Bu, yazının başında da bahsettiğimiz ‘Bilimsel Onur’un tükenmeye başladığı noktadır. Birileri Prof. Dr. Yücel Kanpolat’ın bu sözlerini duyup da şaşırdı mı bilmiyoruz ama ben şaşırmadım. Yaşadığı coğrafyanın aydınlık yüzleri ve yol göstericisi olması gereken akademisyenlerden oluşan bir kurumun başkanı hak arama mücadelesi ve onun bir göstergesi biçiminde istifayı ‘devlete baş kaldırmak’ olarak nitelendiriyorsa, o ülkede;

Parasız eğitim istedikleri için pankart açan öğrencilerin ‘devlete başkaldıran’ birer terör örgütü üyesi kapsamında 19 ay hapis yatmasına şaşırmıyorum.

Aynı düşünceleri paylaşmasam bile, bu fikirlerini özgürce dile getirmelerini sonuna kadar desteklediğim bilim adamlarının, yazarların, araştırmacıların yine ‘devlete başkaldırdığı’ gerekçesi ile akademik hayattan koparılıp hayatının onlarca yılını hapislerde geçirmelerine, kendi ‘özgür’ üniversitelerini kurmak zorunda kalmalarına şaşmıyorum.

‘Devlete başkaldırmasa’ bile, bir Bakan onuruna verilen iftarda polis şiddetine maruz kalan ve dayak yedikten sonra “Belki darp edildik ama Sayın Bakanımızı üzdüğümüze üzüldük” diyen bir rektörün, asli görevi olan bilimi siyasilere karşı koruma sorumluluğunu yerine getiremeyeceğine şaşırmıyorum.

Akademisyenliğe giden yolun cemaatten, şifrelerden, ‘Ankara’daki dayının torpili patlatma’ potansiyelinden geçtiğine, her ile birer tane açılan ‘tabela üniversitelerinin’ bulunduğu ildeki farklı cemaatlere ‘hediye’ edilmesine, bu üniversitelerin akademik personel alırken adayın bilimsel geçmişine değil de, ‘ideolojik ve mezhepsel’ geçmişine bakmasına şaşırmıyorum.

Tüm bunları bilimsel çalışma yaptığım süre zarfında hocalarımla tartıştığımda  “Aman canım öğrenciler bence apolitik olmalı, sadece derslerine çalışmalı.’’ şeklinde cevap aldığıma hiç şaşmıyorum!

TÜBA, sadece bir örnek. Vahim olan küçük hesaplar ya da çıkarlar uğruna kimseden ses çıkmaması.

İktidar gerici eğitim biçimini MEB aracılığı ile ilköğretimden başlayarak yürürlüğe sokmak isterken,

Cemaatler YÖK ve üniversitelerde kadrolaşmaya ve kanser hücresi gibi yayılmaya başlarken,

Darwin’e ve Evrim Teorisi’ne bilimsel alanda sansür uygulanırken,

TÜBİTAK, TÜBA, Feza Gürsoy Enstitüsü gibi kurumların özerk yapıları kaldırılırken sessiz kalan kişi ve kurumlar kendilerinin ileride nasıl anılacaklarını bilim tarihini okuyarak öğrenebilirler.

Ayrıca değinmeden geçemeyeceğim. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, TÜBA’nın yapısının yeniden düzenlenmesine ilişkin eleştirileri yanıtlarken: “Neymiş; Bakanlar Kurulu seçerse yanlış olurmuş. Bakanlar Kurulu herhalde manavlardan, kasaplardan birisini tercih etmeyecek. Üyeler bilimsel kriterlere göre seçilecek.” diye konuşmuş. Önerim üyelerin manavlardan ya da kasaplardan seçilmesi yönünde. Hatta ülkede kol gezen işsizlik yüzünden, iş bulamadığı için babasının ‘manavında’ çalışan, aslında doktora öğrencisi olup istendiğinde bakterinin DNA’sını izole edebilen birini ben kendilerine önerebilirim. Emin olun daha yararlı olur.

Son olarak; İstedikleri kadar baskı ortamı yaratmaya çalışsınlar, istedikleri kadar korku devleti oluştursunlar, bu ülkede ‘boyun eğmeyen’, her türlü siyasi otoriteye karşı bilimi koruyan ve onu gelecek nesillere aktaran akademisyenler vardı, bugün de var ve hep var olacaklar, susmayacaklar. Onlar sussa öğrencileri olan gençler susmayacak ve haykıracaklar;

‘’Sonsuza kadar sürmez bu çirkin zafer,

Bu kıyamet senfonisi bir gün biter’’ (*)

(*): Almora

Not: O kadar bilimden ve akademiden bahsettikten sonra yakın bir tarihte (6 Ekim 1990 ) ölüm yıldönümü olan bir bilim insanı Doç.Dr. Bahriye Üçok'u anmamak olmazdı. Bizim aldığımız her nefes, onun gibi aydınlık yüzlere karşı bir saygı duruşudur.

 

08 Ekim 2011

Onur AKSOY 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.