Bir Umudum Sende, Anlıyor musun?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
HAYRİ GÜNEL
Yazının Yazıldığı Tarih: 
27 MART 2009

Basit, sade, gösterişsiz yaşayan bir halkız biz.
Öyle çok fazla şey istemeyiz hiç.
Binlerce yıldır bu coğrafya üzerindeyiz.
Didişiriz bazen, bazen birbirimizi yiyecekmiş gibi oluruz.
Ağlarız, güleriz, yakarız, yıkarız, seviniriz hep birlikte
ve hep birlikte hüzünleniriz.
Düğünlerde hep birlikte oynar,
hep birlikte omuzlarız tabutlarımızı.
Çok şeyler görüp çok şeyler yaşamıştır gözlerimiz ve yüreklerimiz.
Örneğin bir “Sarı Paşa”nın ardına takılıp hep beraber,
anlatılamayan
ve anlaşılamayan,
kolay kolay açıklanamaz bir hırs ve sabırla,
yoktan, yokluktan bir ülke yaratmışızdır.

Bir duvara dayanıp sonra
ve uzaktan
ve sessizce
ve hüzünle,
daha yirmi üçünde, yirmi dördündeyken
boynunda ipiyle ayağının altındaki sehpayı tekmeleyen fidanlara
ve bayrağa sarılı tabutlara
ağlamışızdır.
Düzenbazı, sahtekârı, uğursuzu, yiğidi, adamı
bir bakışta anlarız bakışlarından.

Basit, sade, gösterişsiz yaşayan bir halkız biz.
Sabırlı ve beklemesini bilen bir halk.
Balık hafızalı olduğumuzu söyler bazıları.
Ama çok yanılırlar.
Unutmayız hiçbir şeyi.
İyiliği, dostluğu, arkadaşı, ilk aşkı, sevdayı, hayını, çıyanı, riyakârı, fetbazı unutmayız.
Kim yakındır bize, kim yanımızdadır iyi biliriz.
Ve en olumsuz koşullardan en inanılmaz beraberlikler çıkartırız.
Hani nasıl derler,
Bütün umutların tükendiği bir sırada,
Ya da, “buraya kadar” dediğimiz bir anda,
İşte böyle bir anda yani,
şair babanın dediği gibi,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
ağır ve nasırlı ellerimizi toprağa basıp
doğrulduğumuz zaman,
işte o zaman,
bir başka oluruz.
Ve o zaman susar her şey,
Hayat susar,
siren sesleri, tepe lambaları, “ge üç”ler,
kelepçeler, demir parmaklık, paslı kilit,
mahkeme salonu, hâkim, yargıç,
zindan, işkence, savcı,
kör kurşun, meçhul failler,
dosyalar, ses kayıtları,
mürekkep, rotatif, klavye,
sarhoş, pezevenk, üçkâğıtçı, fahişe,
kitap, daktilo, yazar, çizer,
kökü dışarıda haritalar,
BOP’lar, AB, ABD,
Planlar, bütün stratejiler, entegrasyonlar,
Dümenler, dolaplar, fırıldaklar, işbirlikçiler,
Hacının sahtekârı, hocanın vicdanı,
Gülyağları, esanslar, dinlenen telefonlar,
İmar rantları, vurgunlar, dişliler, dişsizler,
Susar!
Ve onlar susunca biz konuşuruz,
halk konuşur.
1919’daki gibi, 1920’deki gibi, 1923’teki gibi, 1960’daki gibi...
Sorarız hesabını bir bir yalanın, dolanın, tezgâhın.
Basit, sade, gösterişsiz yaşayan bir halkız biz.
Öyle çok fazla şey istemeyiz hiç.
Özgürlük ve bağımsızlık aşımız tutmuştur hepsi bu.
Ve her şeyden çok,
her şeyden öte,
her şeyden önce
memleket deriz.
Yani vatan, yani toprak, toprağımız.
Yani “dörtnala gelip uzak Asya’dan,
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim” dir çünkü.
Yani “ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim”
“kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu”
deyip
gözümüzü bile kırpmadan
kurşunlara gelir,
ya da hapis yatarız.
Bir tuhaf sevdadır bu bizimkisi, kitaplar yazmaz, söz dinlemez.
Yalnızca bir kırmızı renk, bir beyaz hilal ve kardeşi yıldız anlar halimizden.
Ve o halden anlayan ki,
gelinliğidir kızlarımızın,
Oğullarımızınsa en namuslu kefeni.
Ve bizim olan bu toprak,
Yani Anadolu,
“beşikler vermiştir Nuh´a, salıncaklar, hamaklar”,
Oğullar, kızlar, kardeşler, kocalar kurban vermiştir.
İçimizde taşırız onu,
gözlerimizde, yüreğimizde, namlunun ucunda, sevdasında hayatın.
Basit, sade, gösterişsiz yaşayan bir halkız biz.
Öyle çok fazla şey istemeyiz hiç.
Sıkıntıdayız yine,
Yine kuşatılmışız içeriden, dışarıdan, sorgusuz, sualsiz.
Ecelsiz ölüm olur mu demeyin, oluyor işte.
Doların yeşili aşkına,
bononun, faizin, rantın, soygunun talanın aşkına kuşatılmışız.
Ne kadar da çok hainimiz varmış meğer.
Oysa her milletin bir hain kontenjanı var sanırdık,
demek ki yanılmışız,
sokakta, okulda,
camide, namazda, niyazda,
kahvede, barda, yolda,
ama Ankara’da, ille de Ankara’da
ne çok hainimiz varmış.
Belki de son bir adım kalmıştır atmamız gereken,
yarmak için kuşatmayı...
Son bir adım!
Ya hep, ya hiç misali.
Hayının, yalanın, dolanın, tezgâhın,
Dümenin, palavranın, gülyağının, sarığın, cübbenin, bezirgânın
İkili anlaşmanın, dosyanın, işbirlikçinin, yağcının, çanak yalayıcının
üzerine üzerine son bir adım!
Haydi, öyleyse durma, kıpırda, silkin, at üzerinden ölü toprağını.
Hürriyeti kuşanmanın vaktidir yine.
“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” demenin vakti.
Haydi, “öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarıda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile diş ile
Umut ile sevda ile düş ile
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?”
(ŞİİR ALINTILARI: AHMED ARİF, NAZIM HİKMET, BEDRİ RAHMİ )
iletisim@PolitikaDergisi.com
 
 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.