Bölgesel Güç Olurken, Din Devleti mi Oluyoruz?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Burhan İŞCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
27.02.2012

Bunun adı din devletine gidiş değil, MÜSTEMLEKE DEVLET olmaya gidiştir. Emperyalizmin yeni politikası savaşsız işgaldir. Bu savaşsız işgal; vahşi kapitalizmi canlı tutan yolsuzluk ekonomisi politikaları sistemi ile oluşturulmaktadır. Bu sistemin kalbi bankalar, beyni belamlardır.

Bankalar, sahte para olan borçla insanları köleleştirmekte, sahte insanların oluşmasını sağlamaktadır. Bel'am, dünyevî çıkar ve hesaplar için Allah'ın dinini tahrif eden bir ilim ve din adamını, emperyalist kapitalizm sistem yöneticilerine yaranmak maksadıyla Allah'ın hükümlerini çiğneyen ve asıl gayesinden saptıran kimseleri temsil etmektedir. Belamlar DİNE, KARŞI DİN oluşturarak GÜVENİ yok ederler. Bunda maksat; emperyalizmin, parçala böl ve yönet politikasına uygun olarak toplumsal birlikteliği yok edecek nifakı oluşturmaktır. Belam tanımlaması özellikle sahte din adamları üzerinden yapılsada, bence belam; bilgisini yanlış emeller üzerine kullanan, bilgi simsarlarıdır.

Sistem firavunlar zamanından beri vardır aslında. Allah insanı üç bedende yaratmıştır. Önce ruhu yaratılmış, ruha ilim ve bunu kullanacak akıl verilmiştir.  Ruh bedeni bu haliyle can bedenine sokulmuştur. Canın diğer ismi nefistir. Can bedenide, ceset bedenine yüklenerek insan oluşturulmuştur. Bu bedenlerden ruh diğerlerini yönetirse insan kamil insandır. Nefis yani can diğerlerini yönetirse insan hayvansı özellikte kalır. Bu sebeple insanda iki türlü karar mekanizması vardır. Duyularla karar vermek veya akılla hareket etmek. Sistemin de üç unsuru vardır.  Ruhu olan firavun, beyni Belam ve kalbi Karun.

Enflasyon ve işsizlik arasındaki ilişki ve üretim-enflasyon-faiz oranı ilişkileri ciddi kural ve teorilerle açıklanmaktadır. Bu teorilerde, üretim olmazsa, borcun borçla kapanacağı gerçeği üzerinden yapıldı. Yani gerçeği yansıtmayan borçlanma riskine karşın, karşılığı faizlerin artması öngörüldü hep. Bu da toplumları esir aldı. Biliyorsunuz Avrupa Merkez Bankası, (ECB) yalnız Yunanistan kriziyle uğraşmıyor. Banka sistemini de kurtarmaya çalışıyor; çünkü banka sistemi kapitalizmin kalbi.  Sonuçta banka sistemi ve onun olmazsa olmaz silahı faiz, tüm sistemi saran kanserli yapılar oluşturmakta.  Çünkü mali sistemin getirileri doğal orandan (kar oranlarından) bağımsızlaşıp naylon bir yapı yaratmıştı. İslam’da riba yasaktır; faiz, ribanın ilk halidir. Bilirsiniz İslam’da yasak olan yalnız faiz değildir; bütünüyle riba yasaktır. Faiz, ribanın yalnız birinci türüdür. (Ribe’n-nesie) Ribanın ikinci türü ise eşitsizliğe dayalı mübadeledir. Güçsüz olanı sömürmek, ezmek, zor durumda olanın elindeki yok pahasına almak... (Ribe’l-fadl) Ribanın üçüncü türü çok açıklayıcıdır: Bu riba, (Bey’ü’l-garar) mevcut olmayan varlıkların mübadelesini yasaklar. Yani bugün sistem, Bey’ü’l garar yasağı uygulasaydı bu kriz bir mali kriz olarak ortaya çıkmazdı. Fransız Futbolcu Cantona’nın Fransa’da harçlara yapılan zam nedeniyle sokağa dökülen protestocu öğrencilere, “Bırakın sokak eylemlerini. Bu sistemin kalbi bankalardır. Eğer devrim yapmak istiyorsanız, aynı gün çekin bankadan paralarınızı. Bakalım neler olacak?” sözleri emperyalist kapitalizme karşı atılan tekmedir aslında.  Asi Fransız yeşil sahalardaki ırkçılığa nasıl tepki gösterdiyse hayatın adaletsizliğine de mutlaka karşı çıkmak gerektiğini öğütlüyordu. Ayrıca sistemin kalbini gösterip kendisi gibi düşünenlere çok daha ses getirecek bir tekme atmalarını isteyerek…

Sistem din coğrafyasında; dine, karşı din oluşturarak kapitalizmi özendirir. Toplumları birleştiren çeşitli unsurlar vardır. Vatan sevgisi, ülkü birliği ve milliyetcilik gibi. Ama din birliği, bunların hepsinden önemlidir. Sistem, din birliğinin yıkılmasına özen gösterir.

Allah’a göre; en son din olan İslam’la birlikte din tamamlanmıştır. Son peygamberde görevini yapmıştır. Ancak ne varki; emperyalist kapitalist sistem büsbütün ortadan kalkmamıştır. Onlara göre de dinleri halen tamamlanmamıştır. Emperyalizm için İslam Coğrafyasında, dine karşı din oluşturma peşinde olanlar; bunu belamlar vasıtasıyla devreye koyarlar. Belamlar, kendilerine güveni oluşturmak için, kutsal din adamları olarak; hem otoriteye destek verirler ve hemde otorite tarafından desteklenirler. Onlar, güven hırsızlığı ile sürü zihniyeti çoğunluklarının oluşmasını da sağlayarak; akılcılığın oluşmasının önüne geçip, yerine duyularla hareket eden sürü zihniyeti toplumu oluşmasını sağlarlar.

İslam Coğrafyasında olsun, diğer dinlerin coğrafyasında olsun; kutsal din adamları bu rolü üstlenmişlerdir. Bu maksatla İslam Coğrafyasında, SEYİTLİK Kurumu oluşturulmuştur. Bu coğrafyada, gerek İngilizler, gerek Amerikalılar ve diğer emperyalistler seyitlerin otoritesi ile emellerini gerçekleştirmişlerdir. Bu yüzden seyitlere peygamber torunu diye kimlik dahi vermişlerdir.

Düzenin bozulması, ankebutların düzeninin bozulması gibi basittir aslında. Bu da, toplum bilinçlenmesi ile oluşur.  Borçlanma tuzağı, toplum bilinçlenmesinin önünü kesmektedir. Bu tuzağa düşenler, kendi zorlukları ile mücadele etmek dolayısıyla; iktidar politikalarını sessizce kabullenmek zorunda kalmaktadırlar. İşte bu sessizler ile birlikte sürü zihniyeti çoğunlukları; otoriteye güç kazandırmaktadır. Aşsız, ekmeksiz, işsiz kalan bu sessizlerin daha sonra vatansız kalması durumunda oluşacak tepkilere karşı da , sistem; “serbest dolaşım hakkı” projesini oluşturmuştur. Belamlarda sıklıkla, “vatan için şehit düşülmez” algılatması yapmakta, şehitleri; “kelle” diye tanımlamaktalar.  Ekonominin damarlarında dolaşan kan para, sistemin kalbi olan bankalar tarafından pompalanmaktadır. İnsanda kalb kanı üretmez, kan vücudun değişik yerlerinde üretilir ve kalb sadece onu vücut içinde dolaştırır. Oysa ekonomilerde para bankalarda üretilmektedir; karşılıksız para da üretilmektedir. Hastalıklar, ekonomik ve sosyal hastalıklar da işte tam da buradan doğmaktadır. Bu hastalıkların en mühimi borçlanmadır.

Atatürk Devrimleri'nin önemi bu durumda açıkca ortaya çıkmaktadır. Belamların otoritesine son vermek için sadece LAİKLİK yetmemektedir. Toplum bilinçlenmesi şarttır. Emperyalizme ve onun köleleştiren vahşi kapitalizmine karşı, bilinçlenmek şarttır. Dine, karşı dinle oluşturulan sürü zihniyeti sabit fikirleriyle mücadelede; laiklik, din ve vicdan hürriyeti ezberi kavramlarla mücadele artık bırakılmalıdır. Fransız Devrimi nasıl kilisenin belamlarının otoritesini yıktıysa, gerçekci bilinçlenme ile diğer belamların da sonu hazırlanmalıdır.

Ülkemizde bu bilinçlenmede geç kalınırsa, İslam Halifeliği adı altında oluşacak otoriteyle; İslam Coğrafyası, Emperyalist Otoritenin müstemlekesi haline gelecektir. Dinler arası diyalog, adı ile başlayan gelişmenin mimarları; “Otoriteye sordunuz mu?” diyerek bunun işaretini çoktan verdiler. BOP Eşbaşkanı liderimiz de Avrupa’daki türban yasağı ile ilgili bir konuşmasında; “ulemaya sordunuz mu?” diyerek Avrupa’ya mesaj vermedi mi?.

Emperyalist Otorite bütün kapalı rejim yönetimlerine karşı savaş açmaktayken, Türkiye’de din devleti oluşumu ile kapalı rejime geçilmesine asla müsaade etmez. Bunu düşünmek hayalcilikten öte bir şey değildir. Ancak bu hayali İslam Halifeliği olgusu içinde kurdurmak, emperyalizmin işine gelmektedir.

Toplum bilinçlenmesi için EZBERLERİ BIRAKMAK GEREKİR. Ezberler insanları, yanlışı bir başka yanlışla düzeltme mantıksızlığına iterler.

Türkiye’de bir din devleti oluşturma gayreti olmuş olsaydı eğer; borçlanmanın, faizciliğin ve ribanın önünü kesecek politikalar oluşturulurdu. Köleler sınıfı oluşturma gayreti ile borçlu kişiler ve borcunu ödemekte zorlananlar suçlu ilan edip cezalandıran politikalarda üretilmezdi. Seks Hürriyeti adı altında, ceza yasalarında rıza yaşı 15 e düşürülmezdi. Allah’ın NİFAK a karşı önerdiği İNFAK(paylaşma) esas alınır; toplumların parçalanmasına sebep olan NİFAK  önlenirdi. Bu sayede; “dinde zorlama yoktur, özendirme beğendirme vardır” ilkesi de gerçekleşirdi.

Hayır, ülkemizde din devleti oluşturulmuyor. Aksine hem dini, hemde toplum birlikteliğini yıkacak; dine, karşı din oluşturuluyor. Sosyalist İslam Yazarları buna; “Kapitalist İslam” diyorlar. İşte bu din modeliyle ülkemiz ve İslam Coğrafyası; Emperyalizmin Müstemlekesi haline getirilmeye çalışılıyor. Bunun geçekleşmesinin önüne geçmek için devletcilik anlayışının toplum bilincinde yer etmesi gerekir. İnsanların devlete güvenmesi gerekir.  Din ve devlet işlerinin birbirinin egemenlik alanına müdahale etmeden yürüyebilmesi, ancak seküler bir devlet anlayışının “suiistimallere” yer vermeyecek ve kapı aralamayacak şekilde vücut bulması ile olanaklıdır. Bu da belamlara taviz vermemeye, belamları ulema olarak tanımamaya bağlıdır. Tamamiyle otorite ve belam ilişkisinin yok edilmesine bağlıdır. Kaldı ki İslam Anlayışı insanı EŞREF-İ MAHLUK olarak tanımlar. Eşref-i mahluk olma özelliği, Allah’ın halifeliği görevinden dolayıdır. İslam Kitabı na göre, bu göreve ilk karşı çıkan (Azazil= cinlerin sonpeygamberi. Çok bilgili imiş. Meleklere dahi ilim öğretirmiş denir.)şeytandır. Şeytan, kendini tüm yaratıklardan ve özellikle insandan üstün görmüş; bu öngörüsü onu böbürlenecek kadar sabit fikirli yapmıştı. Alim olanın vekilliği sebebiyle insan fıtrı özelliği olarak belleğinde ilim dolu olarak yaratılmıştır. Allah dilediği insana bu ilmi ortaya çıkarmasına imkan verir. Bu da ya vahiy-ilham yoluyla, ya da esinlendirme yoluyla olur. Bu sebeple önemli olan bilgi değil, ilgidir. Belamların diğer insanlardan daha bilgili veya farklı olduğunu kabul etmek, şeytanla aynı fikirde olmak demektir. Zaten bu sebeple peygamberlerde sıradan insanlar arsından seçilmiştir.

Kıbrıs Barış Harekatı sonrası, emperyalizm; ülkemizde devlet otoritesi yerine parti otoritesi  olgusunu yerleştirme gayretine girmiş ve başarılı olmuştur. Önce ekonomik ambargolar sonrası 1980 darbesi, 1961 devrim ihtilaline karşı olarak; devleti, devletcilik anlayışını yok edecek politikaları beraberinde getirmiştir. Parti politikalarının sorgulanmasının önüne geçmek için önce senato ortadan kaldırılmıştır. Daha sonra azınlıkların çoğunluklara hakim olduğu bu günkü parlamenter sistem kurulmuştur. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” kavramı algılaması yerini; azınlıkların çoğunluğa tahakküm ettiği, “en büyük irade TBMM dir” algılamasına bırakmıştır.

Devlet işlerine karışmayan aydınlar, cahiller tarafından yönetilmeye mahkumdur. Öyleyse kendini aydın oarak tanımlayan her kişi; toplum bilinçlenmesinde görev almak zorundadır. Yeni Anayasa Çalışmaları sonucu bu ülke; ya müstemleke devlet olmanın mutabakatını görecek, ya da devlet olmanın bilincinde sistem değişikliği yapacaktır. Ya sorgulanmayan, acele çıkan politikalar ve bunları ayakta tutan yasalara devam edilecek, ya da; “ben bilmem, büyüklerim bilir” ezberinden vaz geçirilip, politikaların sorgulanması ortamı oluşturulacaktır. Bu da, her halükarda yarı doğrudan demokrasi hükümet şekilleri uygulama sistemine  geçişle mümkündür. YA DEVLET BAŞA, YA KUZGUN LEŞE yazımda belirttiğim gibi, bunu yapmazsak; din devletine değil, sömürülmeye yönelik müstemleke devlete yöneliriz.  Yani vahşi kapitalizmin leşleri haline geliriz.

 

Burhan İŞCAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.