Demokratikleşme Paketi'nin Düşündürdükleri

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Meçhulyolcu
Yazının Yazıldığı Tarih: 
04.10.2013

Demagoji Paketi:

PKK ile müzakereler Habur utancı ile yeni bir ivme kazanmıştı. AKP Hükümeti, geliştirdiği siyaset ile dağdaki eşkıya güruhunu şehirlere indirmeyi ve böylece dağları teröristlerden temizlemeyi planlamıştı. Ancak dağdan inenlerin sayıları çok az oldu. Teröristler, yöre halkı ve BDP tarafından destan yazmış kahramanlar gibi karşılanınca bu durum bir skandala dönüştü. Türkiye genelinde bu utanç verici durum telin edildi, kınandı ve yuhalandı. Bu rezalete kapı aralayan hükümet olduğundan bu utançtan ve eleştirilerden payına düşeni aldı.

PKK’nın eylemlerini durdurmak için siyaset mekanizması yeni önlemler geliştirdi. Adı önceleri ‘Kürt Sorunu’ olan bu sorunu farklı şekillere büründürüp, gizli bir şekilde İmralı Cezaevi’nde müebbede mahkum edilen çocuk katili ‘apo’ ile gizli görüşmeler yapıldı.

Hükümet, ‘apo’ ile asla görüşülmediğini ileri sürerek bir takım açılımlar yaptı. Esasında ‘apo’ tarafından ileri sürülen istekler ve öneriler ne acıdır ki hükümetin açılım politikası olarak milletimize servis edildi. Gizli görüşmeler İmralı-Kandil-Oslo süreciyle devam etti ve bu görüşmeler halen alenen devam ediyor.

2013 Ocak ayı itibariyle hükümet ile PKK-BDP-İMRALI arasında yapılan mutabakat neticesinde yaklaşık on aydır terör olayı vuku bulmadı. Bu durum ülkemiz adına sevindirici olsa da; pek çok konuda akıllara soru getirdi. PKK Terör Örgütü, 35 yıldır neden silah bırakmadı da, şimdi silah bırakıyor? PKK Terör Örgütü, isteklerinin yerine getirilmeyeceğini bilerek asla silah bırakmaz. Bu silah bırakmanın arkasında bir takım anlaşmalar olmalıdır; şeklinde düşünüyoruz.

Soruların cevabını bulmak için biraz geriye gitmekte fayda var. CHP-MHP-ANAP üçlü koalisyon Hükümeti döneminde, PKK Terör Örgütü’ne karşı amansız bir mücadele veriliyordu. Genel Kurmay’ın 2002 Terör Raporu’na göre bir yılda verdiğimiz şehit sayısı sadece yedi olmuştur. Bu demek oluyor ki, terör örgütüne karşı çok dikkatli ve etkili bir mücadele yürütülmüş. Üçlü koalisyon hükümeti görevi bıraktıktan sonra iktidara gelen AKP Hükümeti, terörle mücadeleyi bir tarafa bıraktı; müzakereler yoluyla terör olayını bitirmeyi planladı. Bakın; bu süreçte neler yaşandı?

a-) PKK Terör Örgütü, dağlarımızdaki taş yazılı ‘Ne Mutlu Türk’üm diyene’ ifadesiyle, yine taş ile çizilen Türk Bayrakların sökülmesini buyurdu. AKP Hükümeti, PKK’nın bu isteklerini aynen yerine getirdi. Şu anda güneydoğu ve doğu illerimizin dağlarında bayrağımızı ve ‘Ne Mutlu Türk’üm diyene’ ifadesini göremezsiniz.

b-) PKK Terör Örgütü ve siyasal uzantısı BDP, Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki okullarımızdan ‘ANDIMIZ’ın kaldırılmasını buyurdu. AKP Hükümeti ise, terör örgütünün bu dayatmasını da kabul etti. Şu anda bu bölgelerimizdeki okullarımızda ‘ANDIMIZ’ okunmuyor, okutturulmuyor. Çiçeği burnunda ‘Demokratikleşme Paketi’ ile ‘ANDIMIZ’ın okunması veya okutulması tüm okullarımızda yasaklandı.

c-) PKK-BDP-İmralı ‘Self determination’ istiyordu. Hükümet, Türkiye’nin etnik yapılara bölünmesinin milletimiz tarafından tepkiyle karşılanmayacağını bildiğinden; “Büyük Şehirler Yasası’ denilen bir yasayı alelacele meclisten geçirdi. Böylelikle, eyaletlere ayrışmanın alt yapısı sinsice oluşturuldu.

d-) PKK-BDP-İMRALI, Kürtlere Anadilde Eğitim hakkının verilmesini buyurdu. AKP Hükümeti, bazı üniversitelerimizde ‘Kürdoloji’ kürsüleri kurdu; Kürtçe yayın yapan televizyon kanallarının açılmasına izin verdi. Ve böylece, Türkiye ileriki dönemlerde 36 dili ve otuz altı başı olan bir devlete dönüştürülecektir. Bunun neresi demokratikleşme? Böyle bir ülkenin ayakta kalması mümkün değildir; tarihte de örneği yoktur!

Hükümet, PKK’nın talepleri doğrultusunda yeni açılım paketleri hazırlıyor. AKP’nin verdikleriyle yetinmeyen PKK-BDP-APO; “yetmez ama evet” diye memnuniyetini ifade ediyor. ‘Yetmez ama evet’ diyenler sadece APO ve kadrosu değil, bu kadroya dahil olup, Türkiye’nin bölünmesini dört gözle bekleyen akbabalarda ‘yetmez ama evet’ diyerek bölünme politikalarına çanak tutuyorlar.

e-) Doğu ve Güneydoğu illerimizde şu rezaletler yaşanıyor: KCK militanları, devlet otoritesinin olmamasından faydalanıp, bölgede vergi topluyor; yolları kesip, kimlik kontrolleri yapıyor. Elektrik-su faturalarını tahsil ediyor; karakolları basıyor, silahlı çatışmalara giriyor. KCK-BDP tam kadro ‘Amed’ diye tabir edilen Diyarbakır ilimizde kongreler düzenliyor, yönetimsel anlamda kararlar alıyor; KCK kendi mahkemelerini kuruyor, PKK davasına zarar verenler bu mahkemelerde yargılanıyor. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir bu mahkemede yargılandı ve para cezasına çarptırıldı. Irak’ta oluşturulan ‘Özerk Kürdistan’ Bölgesi’ne giriş ve çıkışlarda pasaportlu olmak gerekiyor. AKP Hükümeti, Barzani ve Talabani ile resmi görüşmeler yaparak, ‘Özerk Kürdistan’ı meşrulaştırıyor. Hatırlayalım; Başbakan Tayyip Erdoğan, “Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’nin kurulmasını savaş sebebi sayarız” diye tepki göstermişti; ancak AKP Hükümeti, ABD tarafından ciddi bir şekilde ikaz edilmiş olmalı ki; başbakanın bu ‘külhanbeyi’ davranışı fiyaskoyla sonuçlandı.

Vatandaşlarımız, maalesef bu gelişmelerden yeteri kadar haberdar olamıyor. Çünkü; kalemini pula satan yazarlar-çizerler bu hadiseleri halktan gizliyorlar. Gizlemekle büyük bir vebal altına giriyorlar. Zira Doğu-Güneydoğu bölgelerimizdeki bu başıbozukluk bir anayasal suçtur. Bir terör örgütü kendini devlet yerine koyup, vergi toplayamaz; elektrik-su faturası tahsilatı yapamaz. Yol kesip, kimlik tespiti yapamaz; mahkeme kuramaz! Soruyoruz şimdi: Hükümet nerede? Bu bölgede neler oluyor? Savcılar, hakimler ne iş yapıyor? Ses yok ise; bu bölge fiilen bölünmüş demektir. Fiilen bölünen bu bölge resmi olarak tanınacak demektir. Çözüm süreci bunun için işliyor!

‘Yetmez ama evet’ diyenleri mutlu edecek yeni bir paket daha üretildi. AKP Mutfağı’nda üretilen bu ‘Demokratikleşme Paketi’ bakın hangi maddelerden oluşmuş.

a-) Türk Alfabesi’ne q,x, harfleri eklendi.

b-) Andımız kaldırıldı.

c-) Ruhban okulları açılacak, azınlıklara hakları iade edilecek.

d-) Seçim sistemi; dar bölge ve daraltılmış bölge olarak tartışmaya açıldı.

e-) Anadilde eğitim, özel okullarla devreye sokuldu.

f-) Nevşehir Üniversitesi’nin adı, Hacı Bektaş-i Veli olarak değiştirildi. Bu da Alevi açılımı olarak kamuoyuna sunuldu.

g-) Seçimlerde %3 oy alan partilere hazine yardımı yapılacak.

h-) Partilerde eş başkan olma hakkı tanındı.

I-) Kamu alanlarında türban takmak serbest hale getirildi.

j-) Terör suçlularına af getirilerek siyaset yapma hakkı sağlandı.

Bu maddelerin tamamı eleştirildi; yorumlandı, parlatıldı ve cilalandı. Hükümet, paketler halinde açılımlara tam gaz devam ederken, bu maddelerden bazılarına değinmek gerekiyor.

‘Andımız’ın kaldırılmasına Türk Kamuoyu büyük tepki gösterdi. Kalemini pula satanlar ve hükümet sözcülerinden bazıları Andımız’ın kaldırılmasını çeşitli gerekçelerle meşru gösterme gayretine düştüler. Bir bakan: “Çocukların her gün; Türk’üm, doğruyum demesi anlamsız. Bir kişi sabah namazına kalkmadığında Müslümanlığı yok mu olur? Gerekirse çocuklarımıza hücrelerine kadar tarihimizi öğretiriz…” mealinde ipe-sapa gelmez sözlerle ‘Andımız’ın kaldırılmasındaki haklılığı savunma zilletine düştü. Bir kısım kalemini pula satan liberal aydınlar; ‘Andımız’ın faşist çağrışımlar yaptığını, bir kısmı da İslam’a uymadığını ileri sürerek yeni bir zillete düşme örneği sergiledi. Bir bakanın söyledikleri çok manidar oldu: “Andımız, bir Kur’an ayeti mi kaldırılmasın!” Kendilerini dindar göstererek 11 yıldır halkın oyunu alanlara şunu hatırlatmak isterim. Mademki Kur’an ayetleri sizce çok mühim; neden anayasadan zinayı suç olmaktan çıkartıp, meşrulaştırdınız? Neden domuz etini anayasal bir düzenlemeyle kasaplık et statüsüne getirdiniz? Zina ve domuz eti; ilgili ayetlere bakıldığında günah olduğu apaçık görülür. Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine muhalefet ederken hiç Allah aklınıza gelmedi mi? O yüce yaratıcıdan utanıp, yüzünüz hiç kızarmadı mı? ‘Andımız’ın Kur’an-ı Kerim’e uymadığını iddia eden zavallılar, öncelikle aynaya baksınlar; sonra dönüp, ayıplarını temizlesinler; Yüce Allah’tan (c.c) af dilesinler!

Andımız’ı şuurlu bir şekilde okuyanlar şunu görürler: Andımız’ın her sözü hem milli ve hem de dinidir. Milli kimliğimize ve dini inançlarımıza aykırı hiçbir cümlesi ve kelimesi yoktur. Bunu ispat etmek mümkündür: Türk olmaktan gocunanların üzerinde durduğu bazı kelimeleri ve cümleleri sıralayarak değerlendirelim:

Türk’üm: Çocuklarımız, her gün okullarımızda hangi millete mensup olduklarını ikrar ederler. Çocuklarımıza milli şuur verilmesi, çocuklarımızın milli şuur ile yetişmesini sağlar; milli motivasyonlarını yükseltir. Türk kelimesinin hem biyolojik, hem sosyolojik anlamı vardır. Türk; milletimizin adıdır. Kökü ve soyu ifade eder. Yani; Türkler, Hz. Nuh’un (a.s) Türk isimli torununun neslindendir. Bütün insanlık Hz. Adem’in soyundan gelmiştir. Ermeniler; atalarının Hz. Nuh ve torunu olan Hayk olduğunu gururla söylerler. Şimdi biz Türkler, Adem-i Sani’yi inkar mı edelim? Atalarımızı inkar mı edelim? Atamızı-ceddimizi gururla söylememiz ne zamandan beri çağdışı kabul edilmiş veya demokrasiye aykırı görülmüş! Adı Türk olan ve bu ismi asırlardır şerefle taşıyan Türk Milleti, binlerce yıl çeşitli coğrafyalara ulaşmış, köklü medeniyetler kurmuş bir millettir. Türk Medeniyeti denildiğinde, İslam’ı, dilini, kültürünü, mimari ve edebi eserlerini, bilim ve sanata yaptığı hizmetleri ve daha nicelerini anlarız. Kalemini pula satanlar, Türk Milleti’nin sosyolojik anlamını bir tarafa bırakıp, ‘Türk’ kelimesini faşizm ile aynı kefeye koymakla tarihi bir hata yapıyorlar. Böyle davranarak, Türk Milleti’ne çok büyük haksızlık yapıyorlar. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur: “kişilerin kavmini sevmesinde bir günah yoktur”  Günah olan; kendi kavmini diğer kavimlerden üstün görüp, horlamak ve zulmetmektir. Bu tam anlamıyla ırkçılığın karşılığıdır. Ülkemizde, insanlarımızın Türk’üm demesi kesinlikle ırkçılık değildir. Yani; Türk kelimesi hem İslam’ın ve hem de milletimizin oluşturduğu medeniyetin tek kelimelik yorumudur.                                           

Doğruyum: Doğru olmak milletimizin hasletlerindendir. Aynı zamanda dinimizin de emridir: “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenlerde dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür”  (Hud Suresi:112)

Türk Milleti’nin geleneğinde var olanı ve İslam’ın doğruluğa davetini çocuklarımıza her gün tekrar ettirerek bu bilinç ve şuur ile yetiştirilmesinde herhangi bir faşist vurgu var mıdır? İlk okuldan itibaren minicik yüreklere doğruluğu ve dürüstlüğü aşılamayacağız da, kalleşliği ve üç kağıtçılığı mı aşılayacağız? Kuvvetle muhtemeldir ki; bu güzelliklere çeşitli bahanelerle saldıranların amaçları; esasları kalleşliğe ve üç kağıtçılığa dayanan bir eğitim sistemiyle çocuklarımızın yetiştirilmesi olsa gerek!

Çalışkanım: Okullarımızda çocuklarımıza çalışkanlığı öğütlemek kadar güzel bir şey olabilir mi? Okullarımızda çocuklarımıza tembellik ve sahtekarlık mı aşılanmalı. Çalışkan olmanın İslam’a aykırı olduğunu iddia etmek kadar ahmakça bir şey olamaz. İşte ayet: “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir.” (Necm Suresi: 39-40)

Bir hadis-i şerifte Hz. Muhammed (s.a.v.) “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” buyurmuştur. Bu mesajdan, çalışmayı ve üretmeyi anlamak hiçte zor değildir. Ama anlamakta zorlanan Avrupa eğitimli bir takım güruh gurup, ülkemizin bir takım köşelerini maalesef işgal etmiş durumdadır.

İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak: Eğitim yuvalarında çocuklarımızın her gün bu güzel cümleyi tekrar etmesi, çocuklarımızın motivasyonunu yükseltir. Yetişkin yaşa geldiklerinde küçüklerine şefkat göstermeyi, anasına-babasına ve diğer büyüklerine saygılı olması gerektiğini bilir ve öyle davranır. Bu ancak temel eğitimle mümkün olabilir. Bu güzel cümleye tepki gösteren satılık kalemlere ve ne dediğini bilmeyenlere soralım: Çocuklarımız okullarda; Küçüklerimizi dövelim, büyüklerimize sövelim” cümlesini tekrar ederek mi büyüsünler? Eğitimden beklentileriniz bunlar mı? Eleştirilen bu cümlenin İslam’da karşılığı vardır: “De ki; Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya ve babaya iyilik edin. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizinde, onların da rızkını biz veriyoruz. Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haksız yere Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın. Düşünesiniz diye Allah size bunları emretti” (En’an Suresi:151)

Bir başka ayet-i Kerime’de şöyle buyuruyor: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi ve ana-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın ona öf bile deme. Onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.”  (İsa Suresi: 17-23)

Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir: Okullarına gelen çocuklarımız her gün düzenli olarak vatan ve millet sevgisini tekrar ederler. Her gün tekrar edilen bu öz cümleler, çocuklarımızın yüreklerine nakış nakış işlenir; milli ve manevi motivasyonları yükselir. Vatanını, bayrağını ve milletini seven nesiller olarak ülkesine hizmet ederler. Bu anlamda; ‘ağaç yaş iken eğilir’ sözü çok anlamlıdır. ‘Andımız’dan rahatsızlığını çekinmeden ortaya koyanların Vatan-Bayrak ve Millet cümlesinden neden rahatsız oldukları sorgulanmalıdır. Onlar istiyorlar ki; bu eğitim kurumlarında yetişenler terörist ruhlu yetişsinler. Onlar istiyor ki, yetişen nesiller vatan ve bayrak düşmanı olarak yetişsin. Karşı çıkmalarını başka türlü izah etmenin imkanı maalesef yoktur! Vatan, bayrak ve millet sevgisi; Türk Milleti’nin asırlardır şuurlu bir şekilde günümüze kadar taşıdığı manevi miraslardır. Türk Milleti’nin, dünyanın en fazla devlet ve imparatorluk kuran millet olmasının temelinde Vatan-millet-bayrak sevgisi vardır. Asırlardır oluşturduğu kültürel miraslar da günümüze kadar gelmiş ve ‘Türk Medeniyeti’ olarak kabul görmüştür. Vatan ve Milet sevgisinden yoksun olsalardı eğer; bu büyük millet olmayacaktı. Bazı devletlere tabi olup, tarih sahnesinden silinecekti. Türk Milleti bugün var ise; varlığını vatan-millet ve bayrak sevgisine borçludur. Türk ve İslam anlayışında; vatan, namus ve can uğruna ölenlere şehit denilir. Vatan sevgisinin de dinimizde karşılığı vardır. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) Mekke’den ayrılırken mübarek dudaklarından şu cümleler döküldü: “Vallahi sen Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Allah’ın katında en sevgili olanısın. Bana senden daha sevgili, daha güzel yurt yoktur. Çıkarılmaya zorlanmamış olsaydım, senden aslâ ayrılmaz, senden başka yerde yurt yuva tutmazdım”  Bu hadis-i şeriften de anlaşılıyor ki; vatan sevgisinin İslam dininde tam olarak karşılığı vardır. Vatan sevgisini çocuklarımızın yüreklerinden söküp alanlar biraz oturup düşünsünler!

Ülküm; yükselmek ileri gitmektir: Ülkü; uzak ufukları işaret eden en büyük davaların adıdır. Ülkü sahibi olmak için milli ve manevi duyguların çok güçlü olması gerekir. Bu değerlerle yetiştirilen çocuklarımız, vatanı ve milleti adına daima ileriyi düşünür. Vatanı ve milleti için en güzel ve en uzak olanın peşinde koşar. Bu nedenle; zorlukla elde edilenler daima paha biçilmez olmuştur. Cumhuriyet Türkiye’si, bin bir zorluklarla kurulduğundan paha biçilmez bir öneme sahiptir. Türk çocukları; eğitim kurumlarında her gün yükselmeye ve ileri gitmeye and içerek kişiliklerini ve karakterlerini şekillendirirler. Bu bir milli motivasyondur. Milli motivasyonları gönüllerinden alınarak yetiştirilen çocuklarımız, hedefsiz, kişiliksiz ve uşaklık yapmaya namzet bireyler olarak yetişir. Bir ülkenin ve milletin geleceği olarak değer verdiğimiz çocuklarımızın önüne mutlaka hedefler konulmalı ve o yönde motivasyonları sağlanmalıdır. Bu önce aileden başlatılmalı, sonra da eğitim yoluyla tamamlanmalıdır. ‘Andımızın kaldırılmasına sevinmekten göbek atanlara soralım; “Rahatsızlığınız niçindir? Sizler, bu ülkenin tüm nimetlerinden faydalanıyorsunuz. Türkiye’nin en önemli mevkilerine çöreklendiniz. Nimetlerinden tıka-basa nemalandığınız ülkemizin yükselmesi ve ileriye gitmesi sizi neden rahatsız ediyor? Bu ülkenin ne yaptığını bilen, çalışkan ve zeki kişiler tarafından yönetilecek olması sizleri niçin bu kadar rahatsız ediyor?”  Unutmayalım ki, hedefsiz olanlar daima hedefi olanları kötüler ve hatta onları hainlikle bile suçlayabilirler. Zihniyetler artık ortaya döküldü; ak ile kara, gün ağarmasıyla birbirinden ayrılmaya başladı.

Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefte durmadan yürüyeceğime and içerim. Kemal Atatürk; yedi düvele karşı verdiği bağımsızlık mücadelesini kazandıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurdu. Geçmiş dönemlerden çıkardığı önemli derslerden sonra Türk çocuklarının önüne büyük hedefler koydu. “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyerek bağımsızlığın çok kutsal bir kavram olduğunu belirtti. Türk çocuklarının önüne ilmi ve fenni bir hedef olarak koydu. Dr. Reşit Galip, yazdığı Andımız şiiriyle Türk çocuklarının hedeflerinin Kemal Atatürk’ün ilke ve inkılapları olduğunu belirtti. Yazılan bu şiir Kemal Atatürk’e sunuldu. Kemal Atatürk, şiiri beğendiğini söyleyerek, okullarımızda öğretmenleriyle birlikte çocuklarımızın okumalarını istedi. Buradan da anlaşıldığı üzere; ‘Andımız’ın kaldırılmasına gerekçe oluşturacak herhangi bir sakınca yoktur. Şayet birileri ülkemizin muasır medeniyet seviyesine ulaşmasını başka mahfillerde arıyorsa; ilme ve fenne sırt dönüyorsa bu onların hedef sahibi olmadıklarına işarettir. Unutmayalım ki; hedefi olmayanlar sürekli buyruk alırlar. Hedefi olmayanlar özgürce düşünemez ve öz politikalar geliştiremez.

Paketten çıkan bir maddeye de kısaca değinelim: Terör suçlularına af getirilecek; aftan yararlananların siyasete atılmaları sağlanacaktır. Bu açılım öncelikli olarak bebek katili için hazırlanmıştır. Bir devlet yönetiminden bahsederken; o devleti yöneteceklerin öncelikle liyakatli ve güvenilir olması gerekmez mi? Devletimizi bölmeye çalışanlar affedilince siyasete atılıp, meclisimize girecek ve milletimiz adına karar verici olacaklar. Memur alımlarında dahi, adaylardan ‘İyi hal kağıdı’ istenirken; devlet kadrolarını terörle yargılanmışlara emanet etmek, bu devletin geleceğini hiçe saymak ve hatta devletin karanlık bir sürece itilmesi olacaktır. Bu ilkesiz durum atalarımızın şu sözünü hatırlatıyor: “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe”

Öz cümle olarak; Demokratikleşme Paketi’ne sinsice yerleştirilen tüm maddelerin APO-BDP-PKK istekleri olduğu çok nettir. Bunu tartışmak bile abes ile iştigaldir. Gönül isterdi ki; akillerin hazırladığı raporlar basılı ve görsel medyada Türk Milleti ile paylaşılsın. Hangi akil adamın raporunda Andımızın kaldırılması istenmiş? Hangi akil adamın raporunda anadilde eğitim istenmiş? Ve diğerleri… Şayet, bu maddelerin tamamı referandum yoluyla yürürlüğe girseydi o zaman Başbakan haklı olurdu. Zira Başbakan; “milletimin istekleri doğrultusunda bunları hazırladık” diyor. Hani; nerede millet? Akillerin raporundan niçin millet olarak haberimiz yok? Neden referanduma gidilmedi?

Türkiye; ‘Ne Mutlu Türk’üm diyene’  diyenler  ve Türklüğü ayaklar altına alanlar olarak ikiye bölünmüş durumdadır. Her ne olursa olsun; bu vatanın bir ferdi olarak ‘NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE’ diyorum.

 

04.10.2013

 

Halit DURUCAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.