Hitler'in Gizemli Dünyasına Yolculuk

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Meçhulyolcu

 

Üzerinde yaşadığımız gezegenimiz nice imparatorlara, krallara ve diktatörlere ev sahipliği yapmıştır. Kimileri adaletli yönetimleriyle, kimileri yıkımlarıyla ve soykırımlarıyla tarihe geçmiştir. Her biri için araştırmalar yapılmış, kitaplar ve makaleler yazılmıştır. Pek çoğu filmlere konu edilmiştir. Yakın tarihimize baktığımızda milyonlarca insanın kanını emen, inim inim inleten Rus Lenin’i ve Stalin’i, İtalyan Mussoloni’yi ve Çinli Mao’yu ve tabi ki Hitler’i görürüz. Bu kısa makalede Hitler’in gizem dolu dünyasına kısa bir yolculuğa çıkacağız.

Hitler; 20 Nisan 1889 yılında Avusturya’da doğmuş; 1919 yılında Almanya’ya yerleşmiştir. Zorlu siyasi mücadelesi sonucunda 29 Temmuz 1921 tarihinde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin lideri olmuş; 25 Şubat 1932 yılında da Alman vatandaşlığına geçmiştir. 30 Ocak 1933 yılında seçimlere giren Hitler, başbakan (Şansölye) olarak Almanya Devleti’ni yönetmeye başlamıştır. Hitler, Şansölyelik ile cumhurbaşkanlığını birleştirerek ‘Führer und Reichskanzler’ unvanıyla ülkesini 30 Nisan 1945 yılına kadar yönetmiş; iki defa ‘Demir Haç Ödülü’ne layık görülmüştür. Siyasetçi, şair, ressam, yazar ve asker kimliği ile öne çıkan Hitler, Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’nı kaybetmesi sonucunda Berlin’de eşi Eva Braun ile birlikte siyanür içerek intihar etmiştir. Vasiyeti gereği, ölenlerin gömülmesi için açılan çukurlardan birine konularak yakılmıştır.

 

Adolf Hitler’i yakından tanıyanlar, ilginç iddialar ileri sürmüştür. O iddialardan bazıları şu şekildedir: “Adolf Hitler, geceleri çığlıklar atarak uyanıyordu. Titreyerek, anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk soluğa yatağından fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen gözlerle bakarak ‘İşte, o buraya da gelmiş! İşte o’ diye inliyor ve sonra yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla teskin edilip yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak ‘İşte yine orada, köşede’ diye haykırarak tepiniyor ve çığlıklar atıyordu”

1.Dünya Savaşı’nda Avrupa devletleri büyük kayıplar vermişti. Yaralarını sarmaya çalışan Avrupa devletleri, 2. Dünya Savaşı’nın ayak seslerini duymaya başlamıştı. İşte o ayak sesleri Hitler’in ayak sesleriydi. Hitler, tüm dünyaya meydan okuyarak 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesine; bu savaşta milyonlarca insanın ölümüne ve pek çok ülkenin de sınırının değişmesine sebep olmuştur. 2. Dünya Savaşı’nın bilinen yönlerini siyaset bilimciler ve uluslararası ilişkiler uzmanları enine boyuna tartışmış ve üniversitelerde ders konusu yapmıştır. Ancak 2. Dünya savaşının birde gizemli bir yönü vardı. Rausching, bu gizemli yolculuğa “Hitler Bana Dedi ki”  adlı kitabıyla çıkarak, Hitler’in bilinmeyen yönlerini ve sırlarla dolu dünyasını anlatmıştır.

Rausching Kitabında diyor ki: “Hitler, sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesindeydi ve sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında ‘Evrenin Kesin Dönemeci’ sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için ‘ruhun yanlış yolu’ deyimini kullanıyordu. ‘Büyüsel görüşe’ sahip olmak, insan tekâmülünün amacıydı. Kendisi o andaki ve gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumları ve kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil’i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi” Rausching’ in anlattıklarına bakıldığında Hitlerin büyü ve mitoloji ile sıkı bir ilişki içinde olduğunu anlıyoruz. Ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier; “Büyü ve Politika” isimli eserinde büyünün 20. Yüzyılda birçok biçimde politikayı gizli olarak yönettiğini ileri sürmüştür. Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya çıktığını ileri sürerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş içinde olduğunu, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve acımasızlığın ana ilke olduğunu belirmiştir. Artık bu akıl ötesi politik büyü örgütleri ulusların ötesinde, çıkarları için mücadele etmektedir. Bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar aldatılarak silinmekte ya da kurban edilmektedir”

Rausching, kitabının bir bölümünde; Hitler ile özel olarak görüşen bir tanıdığının şu konuşmalarına da yer vermiştir: “Führer’im, kara büyüyü tercih etmeyiniz. Kara büyüyü seçerseniz artık o yaşamınızdan ve kaderinizden bir daha asla çıkmayacaktır. Çamura bulanmış mahlûkların sizi iyi yoldan çevirmelerine izin vermeyin”

Adolf Hitler, Rausching ve diğer arkadaşlarına yaşadığı gizemli dünyasını şu şekilde anlatmış: “Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım, peşimi hiç bırakmayan hayaller ve öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak olan o görkemli yapı hakkında ufak bir görüşe sahip bile değiller. Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama gezegen altüst olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu çoktan aşmıştır”

Adolf Hitler’i bu büyülü ve mistik dünyaya sürükleyen Cermen mitolojisindeki Thule Efsanesidir. İddialara göre Thule Efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp bir ülkenin efsanesidir ve Hitler’in arkasındaki gizli ve büyülü güçte bu Thule Örgütüydü. Thule Örgütü’nün mimarı ise Münih Üniversitesi profesörlerinden Karl Haushoffer adında bir bilim adamıdır. 1.Dünya Savaşı’ndan sonra tekrar öğretim hayatına dönen Haushoffer, konuyla ilgili bilimsel dergiler yayınlamış; Gamalı Haç’ı seçerek Nazi Partisi’nin sembolü yapmıştır. Wulf Schwartzwaler de, “Bilinmeyen Hitler” adlı eserinde Haushoffer’in tezlerine şu tespitlerle destek vermiştir: “Adolf Hitler, Landsberg Hapishanesi’ndeyken en düzenli ziyaretçileri Münih Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü Profesörü General Karl Haushoffer ile Rudolf Hess’di. Hitler, ‘Kavgam’ adlı kitabını bu iki önemli ismin yardımıyla yazmıştı. Haushoffer, Hitler ve Hess çok uzun söyleşilere, müzakerelere dalıyorlardı. Haushoffer, gizli bilimlerin yanı sıra Zen Budizmi’ne de ilgi duyuyordu. Tibetli Lama rahiplerinden ders almıştı. Dietrich Eckart’tan sonra Hitler’i etkileyen ikinci kişiydi. Berlin’de Berlin Luminous Locası’nı o kurmuştu. Haushoffer ünlü Rus büyücü ve metafizikçisi Gregor İvanovich Gurdyev’in öğrencisiydi. Gurdyev ve Haushoffer dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün, dünya dışı bir tür ile ilişki içerisinde olduklarına emin oldukları Tibet Locası’na üyeydiler. Hitler, Alfred Rosanber, Himler, Goring ve Hitler’in hemen hemen yanından hiç ayırmadığı fizikçisi Dr. Morell de aynı zamanda bu Locaya üyeydiler.” (The Unknown Hitler, Wulf Schwartzeller, Berkeley Books-1990)

Başta Hitler olmak üzere yedi kurucu üye kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen inanıyorlardı. Onları birbirine kenetleyen yemin; enerji ve şans kaynağı olarak gördükleri Tibet Efsanesi olmuştur. Hitler’in gizemli dünyasını araştıran Ergun Candan, “Gizli Sırlar Öğretisi” adlı kitabında Hitler’in gizemli dünyası ile ilgili şu çarpıcı bilgilere yer vermiştir: “2. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargâhı’na girildiğinde hiç akıllara gelmeyen bir şey ile karşılaşıldı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesedi bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiçbir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum birçok kişinin dikkatini çekmeye başladı. Nazi Karargâhı’nda 12 Tibetli rahibin işi neydi ve Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler, bir yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar!”

Hitler’e gizem dünyasının kapısını aralayan Thule Efsanesidir ve bu efsane kökenini kayıp bir uygarlığa dayandırmıştır. Nazizm’in temellerini oluşturan Thule Efsanesi etrafında birleşenler, Thule adında bir gizli tarikat kurarak faaliyetlerini sürdürmüştür. Nazi Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Diettrich Eckardt, Thule Tarikatı’nın temel felsefesini şu şekilde izah etmiştir: “Thule’ un tüm sırları eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile ‘dış zekâlar’ arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya’yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır.”

Hitler’in gizemli dünyasına olan ilgi daha da derinleştirildiğinde; Hitler’in ‘ses büyüsü’ denilen bir yöntemi kullandığı da anlaşılmıştır. Hitler, bu yöntemi radyolar aracılığı ile kullanarak kitleleri etkisi altına almıştır.

Ergun Candan’a göre Gamalı Haç, insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biridir. Gamalı Haç’ı daha da ilginç yapan özellik, bunun bir ‘Mu’ sembolü olmasıydı. ‘Mu’ kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da bu sembolü kullanmıştı.

Hitler, kendi dönemlerinde ateş çağının yaşanacağına, buz ve soğuğun yenileceğine inanmıştı. İleri sürülen iddialara bakılırsa; Naziler, Rusya’daki buz çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu sebepledir. SS orduları, Kafkasya’ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı, yüksek bir dağın tepesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikmişti. Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi adına konuşan Goobels şöyle haykırmıştı: “Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecek ve çekmelidir.” Ve Hitler de şöyle seslenmişti: “Yeterince kayıp verilmedi!”

Gizli güçlerden başarıyı getirecek desteği göremeyen Hitler ve yandaşları büyük bir korku ve panik hamindeydi. Rus ordusu harekete geçmiş; Hitler’i cezalandırmaya geliyordu. Berlin düşüyordu! Korkudan metroya sığınan Nazi askerleri için Hitler şu çılgın emri veriyordu: “Metroyu su altında bırakın. Herkes ölsün. Bu bir ayindir ve kurban gerektirir. Böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Hitler’in bu çılgınca emri defalarca tartışılmış ve akıllarda yığınla soru işareti oluşturmuştu. Bu çılgın emir öğretinin bir gereği miydi, yoksa Hitler gerçekten çıldırmış mıydı?

Rausching kitabında, Hitler’in ve arkadaşlarının başka tarikatları kendilerine rakip olarak gördüğünü yazmıştır: “Düşmanlarımdan çok şey öğrendim. Katoliklikten, Marksistlerden veya masonlardan. Masonlar hakkında bir rapor hazırlattım. Simgeler, esrarlı törenler. Bu adamlarda tehlikeli olan tek şey; benim de kullandığım tarikat sırrı yöntemidir. Bir tür ruhani aristokrasi oluşturuyorlar. Hiyerarşik bir örgüt kuruyor ve simgeler kullanıyor ve ayrı ayrı ibadetler yapıyorlar; yani zekâyı yormadan. Alıştırarak simgelerin büyüsel etkilerini kullanıyorlar. İşte masonların en tehlikeli yönü budur. Dünyada birkaç örgüte yer yoktur. Ya masonlar, ya biz”

Hitler’in gizemli dünyası ile ilgili araştırmalar elbette bunlarla sınırlı değildir. ‘Zaman Gezmenleri’ adlı kitapta da Nazilerin büyülü dünyasına bir yolculuk yapılmış: “Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazilerin Şefi Adolf Hitler, bu gücü nereden buluyordu? Yeni bir bilim ve hayat görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya koyması imkânsızdı. Adolf Hitler’in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir kimliğe sahipti. Bu gizli gücün ismi ‘Thule Örgütü’ idi. Bu örgütün en önemli ismi Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı. 1923 sonbaharında Münih’te, şair Dietrich Eckardt ciğerleri iperit gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, ‘İşte benim Hacer-i Esved’im’ dedi. Astronomik bilim kurucularından Prof. Albert’e miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü tapınarak dostu Houshoffer’e bir el yazması postalamıştı. Ölüyordu ama içi rahattı. ‘Thule Örgütü’ yaşamaya devam edecekti; çok geçmeden hem dünyayı ve hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti”

Araştırmacılar, Adolf Hitler’e Doğu bilgisinin gizemlerini, gizli dilini ve konuşmayı öğreten kişinin Eckardt olduğu konusunda hem fikirdirler. Eckardt, gizli öğretilerini iki ana başlık halinde Adolf Hitler’e öğretmişti. Bunlardan birincisi gizli öğreti; ikincisi ise propaganda teknikleriydi.

Kitabın aktardığına göre, Thule Örgütü’nün ardında Cermen kökleri yatmaktadır. Dünyanın gizli tarihi konusunda araştırma yapanlar, Kuzey kutup Bölgesi’nde batmış bir uygarlığın olduğunu ileri sürmüştür. Bu kayıp uygarlığın adı ‘Mu Uygarlığı’ yani ‘Güneş İmparatorluğu’ olarak ifade edilmiştir. Bu öğretinin temelini “İnsan psikolojisinin bilinmeyen yanları” ve “Zaman boyutları” oluşturuyordu. Thule üyeleri, Thule’un dünyadaki temsilcileriydi ve dünyanın kaderini değiştirip, üstün bir ırk meydana getirerek ‘üst zekâlılarla’ diyaloga geçeceklerine inanıyorlardı.

1926 yılında, Münih ve Berlin’de Naziler tarafından küçük bir Tibet kolonisi oluşturulmuştu. Rus Ordusu, Berlin’i işgal ettiğinde bin kadar Tibet ölüm gönüllüsünün cesediyle karşılaşmıştı. Nazi hareketi başarıya ulaşınca, Tibet’e heyetler gönderilmiş ve bu ilişki 1943 yılına kadar sürdürülmüştü.

Yeminli Thule üyeleri, yeminlerine sadık kalmadıklarında veya herhangi bir hata işlediklerinde derhal intihar edeceklerdi. 14 Mart 1946 tarihinde Karl Haushoffer, önce karısı Martha’yı öldürmüş, sonra Japon usulü harakiri yaparak intihar etmiştir. Mezarına herhangi bir anıt veya haç dikilmemiştir. Oğlu; Hitler’e suikast düzenlediği iddiasıyla idam edilmiştir. Ne var ki; ceketinin cebinden ilginç bir mesaj çıkmıştır: “Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı." 

Çeşitli araştırmalardan yola çıkarak Hitler’in Gizemli Dünyası’na yaptığımız bu kısa gezinti sonrasında ister istemez akıllara bir takım sorular gelecektir. Kimi sorular dini ağırlıklı, kimi sorular mistik, kimi sorular ise ilmi olacaktır. Bu noktada, konuyla ilgili olarak şu soruları sormadan edemiyorum. Hitler, gerçekten Şambala’dan ve Tibetli rahiplerden destek almış; Kara Büyü ile her istediğini yapacak ilme ulaşmış ise, savaşı neden kaybetmiştir? Yoksa Şambala ve cinler ile irtibat kurulurken herhangi bir hata mı yapılmıştı? Yoksa savaşı kaybetmesinin gerçek sebebi ilme, akla ve savaş stratejilerine aykırı hamleler yapmış olması mıydı? Veya Hitler için ortaya atılan gizem dolu iddiaların tamamı bir hayal ürünü müydü?

Soru ve yorumlar ne olursa olsun, İslam Dininin yegâne referans kaynağı Kur’an-ı Kerim’e göre fal, büyü ve büyücülük ile ilgili ayetlere bakmamızın yerinde olacağına inanıyorum: Bakınız, Bakara Suresi’nin 2 ve 102’nci ayetleri ne buyuruyor: “Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tabi oldular. Hâlbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lakin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Harut ile Marut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek herkese; ‘Biz ancak imtihan için gönderildik; sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız’ demeden hiç kimseye (sihir ilmi) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten karı ile koca arasını açacak şeyleri öğretiyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!”

Ayetlerden de anlaşılıyor ki; Kara Büyü yapanlar bile kullanmaya çalıştıkları cinleri ya da şeytanları bir noktaya kadar kullanabiliyorlar. Zira Yüce Allah (c.c) cinlerin veya şeytanların ilimlerini bir noktaya kadar serbest bırakmıştır. Daha öteye geçmeye asla kudretleri yoktur ve olmamıştır. Cinlerin ve şeytanların yalan uydurarak insanları aldattığı da ilgili ayette özellikle vurgulanmıştır.

Görünen o ki; Hitler ile ilgili araştırmalar daha da derinleştirilerek devam edecek, belki de insanoğlu bilinmeyen varlıklarla ve uygarlıklarla irtibata geçebileceği bir çağa ulaşacaktır. Kim bilir? Bekleyip göreceğiz.

 

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.