Hizbullah ve Düzensiz Savaş

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Ozan AKARSU

Arap Baharı denilen olgunun Arap ülkelerinde yaşayan iyi niyetli, modern ve eğitimli insanların eylem gücünden yararlanıp, başına batı kuklası yönetimleri geçirme operasyonlarından ibaret olduğunu anladığımızda, topun ağzındaki ülke oluvermişti Suriye. ‘Şimdi ne olacak?’ dememize fırsat kalmadan kısa süre içinde saflar belirlendi, silahlar çekildi, mermiler namluya sürüldü ve çatışmalar başladı.

 

İlk günlerde kimin nerede olduğu, hangi grubun nerede olduğu belli değildi. Ülkenin her bir tarafından çatışma haberleri geliyordu. Fakat bir iki ay içinde gördük ki muhalifler Akdeniz’den Irak sınırına kadar olan bir hat boyunca kuzeyde, Suriye ordusu da onların güneyinde idi.

 

Irak sınırından Halep şehrinin doğusuna uzanan bölgede PYD kontrolü ele almışken, Hatay ili sınırı itibariyle Halep’in batısını, oradan güneye inerek Al- Qusayr, Homs ve Hama şehirlerini içine alan bir güzergâhta çatışmalar yaşanıyordu. Kısa sürede Özgür Suriye ordusu adı altında birleşen Muhalifler, İdlib valiliğini kontrolleri altına aldılar. Şam bölgesinde yaşanan çatışmalar bu dönemde daha şiddetliydi. ÖSO militanlarının Marj El Sultan hava alanını ele geçirmesi Suriye hükümeti için zor günlerin yaşanmasına neden oldu. Bu olaydan çok kısa bir süre sonra İsrail jetleri Suriye’yi vurdu. Ben de o dönemde pek çok kişi gibi savaşın seyrinin değiştiğini düşündüm. Fakat benim için bu değişim, pek çok kişinin düşündüğü şekilde ‘Esad rejimi çöküyor!’ manasını taşımıyordu.

 

Şubat 2013’te gerçekleşen bu operasyon sonunda Suriyeli yetkililer Şam yakınlarındaki bir askeri üssün vurulduğunu söylerken, İsrailli yetkililer uçakların Lübnan sınırı boyunca uçtuğunu ve Suriye’ye geçen Hizbullah konvoylarını hedef aldıklarını söylediler. Yani Mart 2011’den beri Suriye’de yaşanan savaşta artık Hizbullah aktif olarak rol alıyordu.

 

Yazının başlığında belirttiğim düzensiz savaş adındaki askeri yaklaşım, Hizbullah’ı dünyadaki pek çok silahlı örgütten ayıran bir özellik sahibi yaptı. Bu özelliği de dünyaya 33 gün savaşı olarak bilinen 2006 İsrail- Lübnan savaşında gösterdi. Bu savaşta Hizbullah, sadece gerilla taktiklerini iyi uygulayan bir örgütten ziyade, düzenli ordular eliyle de yapılabilen operasyon modellerini gerilla taktikleriyle beraber harmanlayıp uygulayabilen bir örgüt olduğu gerçeğini ortaya koydu.

 

Bu ortaya konulan gerçek, 1990 yılı itibariyle dünyada işleyecek yeni savaş anlayışı üzerinde çalışan Amerika’nın askeri zihnini allak bullak etti ve savaş makinesi İsrail’i korkuttu. Çünkü düzensiz savaş adı verilen, bizim daha çok gayri nizami harp diye bildiğimiz ama gerilla savaşıyla karıştırdığımız bir olguyu başarıyla yerine getiren bir örgüt yapısı vardı karşılarında. Yarım asırdır kontra gerilla diye bilinen yaklaşımın üstünde olan bu modele karşı geliştirdikleri bir kontra model de yoktu. Savaş başında bitecek denilen bir örgütün savaş sonundaki galibi olan Nasrallah, 2006 sonrasında yaptığı açıklamalarda düzensiz savaş prensibiyle savaşan Hizbullah’ı şöyle tarif ediyordu;

 

“Toprağını işgal eden düzenli bir ordu ile savaşan, kendi yurdunda bu düşman karşısında operasyon düzenleyen, yani gerilla tarzında yıpratma savaşı veren bir direnişin stratejisiyle; işgal amacı güden saldırgan bir kuvvet karşısında durarak buna engel olan, yenilgi tattıran, onu hırpalayan bir direnişin stratejisi arasındaki farka dikkat çekiyorum. Direnişin toprağı özgürlüğüne kavuşturması bilinen bir şeydir ama bir ülke karşısındaki saldırıyı engelleyen direniş yeni bir kavramdır.”

 

Bu savaş prensibi, Nasrallah’ın ifadelerinden de anlaşılabileceği gibi savunmaya dönük bir strateji olsa da gelişmiş uçak, helikopter ve zırhı araç desteğiyle başka ülkelerde inatçı ve yıpratıcı özelliğe dönüşerek saldırı gücünü zayıflatan bir özelliğe dönüşebilirdi ki Abd’nin üzerinde çalıştığı özellikte buydu.

 

Peki, Hizbullah bunu nasıl başardı? Cevap bulabilmek için 33 gün savaşına bakmak lazım.

 

33 gün savaşı başladığında İsrail ordusu işin kolay olacağını, karşılarında Hamas militanları gibi ayağı spor ayakkabılı, kot pantolonlu, eli kalaşnikoflu, yolun ortasına rambo gibi atlayıp gelişi güzel mermi saydıran, yüzü poşulu tipler olacağını düşünüyordu. Yanıldı. Karşılarında üniforma giymiş, şapka, omuz ve üst ceplerinde kendine has rütbeleri, birlik sembolleri ve bröveleri olan askerler vardı. Savaş başında beklenmedik yerlerden ve ardı kesilmeyecek şekilde koordineli saldıran yüzlerce küçük hücreye bölünmüş, bu askerlerden oluşan birlikler buldular. Bazı yerlerde ise ilerleyişi durdurmaya yönelik bir saldırı niteliği taşıyan, düzenli ordulara has savaş düzeni alarak inatla bulundukları yerleri koruyan birlikler buldular. Bu birliklerin arkalarında da her kesimden destekçiler vardı ve Hizbullah’ın kazanması için elinden geleni yaptılar.

 

Bir başka önemli hususta, ilkel sayılabilecek silahların modern silahlar karşısında görülen şaşırtıcı avantajıydı. İsrail’in kısa, orta ve uzun menzilli elektronik ateşlemeli füzeler karşısında savunma amacındaki milyon dolarlık füzeleri, Hizbullah’ın kız kaçıran mantığıyla çalışan 2. dünya savaşında Sovyet ordularının sembolü Katyuşa roketleri karşısında çaresiz kaldı. Her gün gizlice sınıra gelen Hizbullah militanları seyyar fırlatma rampaları kurarak saatlerce İsrail topraklarını roket yağmuruna tuttular. Bu füzelerin, elektronik hedef kilitleyicisi olan bir anti tank silahı kadar taktiksel değeri olmasa da İsrail yerleşim birimlerine düşmeye başladığında, İsrail’deki savaş karşıtlığını canlandırması stratejik bir değer taşıdı.

 

Yine o savaşta 80li yıllarda silah pazarında pek rağbet bulamamış Çin malı C802 füzesiyle bir İsrail destroyerine hasar verilmesi, 70’li yıllarda Rusların kullandığı anti tank silahlarının başarıyla kullanılması, şaşırtıcı bir başarıydı. Ardından gelen ‘Beyrut’a saldırılırsa Tel-Aviv’i vururuz’ tehdidi, her ne kadar blöf olduğu belli olsa da İsraillilere yapar mı yapar bunlar dedirtmeye yetmişti.

 

Savaşta Hizbullah haberleşmesi de modern sistemlerden çok geride bir teknolojiyle yürütüldü. Fiber optik kablolar vasıtasıyla iletişimi sağlayan Hizbullah, İsrail’in kablosuz erişimi kesmekle övündüğü parazitleyicilerini devre dışı bıraktı.

 

Savaşın ardından yapılan eğitim faaliyetleri neticesinde, kısa sürede on binlerce askeri silah altına alıp savaştırabilen bir yeteneğe kavuşmak için çalıştı, teçhizatlarını yeniledi. Hizbullah’ın sahip olduğu güç karşısında bugün İsrail kuvvetleri, ülkenin kuzeyinde Lübnan’dan gerçekleşecek bir komando akınını durdurmaya yönelik tatbikatlar yapıyor.

 

İsrail’e bunu yapan Hizbullah, Şubat 2013 itibariyle dâhil olduğu Suriye Savaşında da Al- Qusayr şehrini kendine stratejik bir nokta olarak belirledi ve Suriye ordusuna bağlı 2 zırhlı birlikle beraber 4 Nisan’da saldırarak 8 Haziran’da şehri ele geçirdi. Saldırı boyunca sayıca kendine denk olan 15’e yakın direnişçi birliğine ağır kayıplar verdirdiler. Böylece Tartus limanına giden stratejik yol ile Suriye ordusu’na ülkenin kuzeyine ilerlemesi için gerekli alan kesin bir şekilde açılmış oldu. Sonraki 2 ay içinde Suriye ordusu Hama ve Lazkiye’yi alarak Türkiye sınırına ulaştı.

 

Her ne kadar ülkemizde ‘direnişçiler şurada Esed güçleri burada’ haberi yapılsa da yabancı basın ve kalemler en çok Al-Qusayr savaşında yaşanan önümüzdeki yılların savaş şekli olan ‘düzensiz savaş’ı’ yazıp durmaktalar.

 

Özellikle düzenli orduları ve düzenli ordu yöneten diplomasiyi 1950’li yıllardan beri dize getiren Gerilla anlayışı karşısında hep çaresiz kalmış zırhlı birliklerin, bu yazıda tarif ettiğim şekilde; ‘hücrelere ayrılmış eğitimli ve küçük askeri birimlerle birleştiği zaman gerilla karşısında nasıl zafer kazandığını’ vurguluyorlar.

 

Türkiye’de bu tür bir askeri anlayışa o kadar uzak değil. Terörle mücadelede geçen yıllar boyunca Amerika’da tartışılan Düzensiz Savaş prensibini uygulama fırsatı buldu.

 

Özellikle 1993- 95 yılları arasında Hakkâri Dağ Komando Tugay Komutanı olan Osman Pamukoğlu, Silahlı çatışmaların düşmanı yok etmeyi doğrudan hedeflemeyip onun maneviyatını ve kazanma azmini kırmak suretiyle etkili olmayı amaçlamakta olan unsurlar (teröristler) ile mücadelede düzensiz savaşı başarıyla uyguladı ve PKK’ya en ağır darbeyi indirdi.

 

Emekli olduktan sonra atıldığı siyasette de Türk Ordusunun mevcudunun 200.000’e inip böyle bir yapıya dönüşerek iç ve dış tehdide anında cevap verecek bir yapıya sahip olması gerektiğini, iktidar olduğu takdirde bunu bizzat uygulayacağını vurgulamaktadır.

 

ABD'nin ve AB ülkelerinin Suriye’ye operasyon konusunu tartıştığı şu günlerde durulan savaşın seyri ilerleyen günlerde nasıl olacak ve düzensiz savaş hangi cephede kendine ait bir yer bulacak? Göreceğiz. Lakin kesin olan bir şey var ki; var olduğu müddetçe Hizbullah’ın olduğu her yerde düzensiz savaş anlayışı olacak.

 

 

 

Ozan AKARSU

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.