İşletmelerin, Kurumların Başına İyi İnsanları da Getirin!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Cengiz ÖZDER

İYİ İNSANLARA İŞLETME ÜST YÖNETİMİNDE YER VERMENİN ÖNEMİ

Sayın okuyucu; bu yazıyı uzun süre önce, senenin oldukça başlarında kaleme almış olmama rağmen, herhangi bir siteye vermemiş, elimde tutmuştum. Şimdi ‘Politika Dergisi’ portalının dolu içeriği ve zeki okuyucusu ile karşılaşınca bu yazıyı çıkarıp okurun önüne koymam gerekti. Ama sakın endişe etmeyin, konu güncelliğini zerre kadar kaybedecek bir konu değil! Dünyada siyaset olduğu müddetçe, bu konu böyle sürüp gidecek, kurumların üst yönetimi seçiminde politik bağlantı en önde gelen kriter olmaya devam edecektir.

Geçenlerde bir TV kanalında, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu çerçevesinde yapılan liderlik üzerine bir panele kulak verdim. Konuşmacı dünyanın yaşadığı son ekonomik krizin suçluları olarak; dev şirketlerin, bankaların ve fon yönetimlerinin başındaki insanları gösterdi. Amerikan kamuoyunda krizin hemen ertesinde çok işlendiği gibi bazı sorunlu şirketlerin başındaki yönetimin hırs içinde sadece kendi çıkarlarını ve alacakları ikramiyeleri düşünmelerinin krizi tetiklediğini vurguladı.

Her şekilde şirketi kâra geçirme hedefine kilitlenmiş, böylece şirketin kârından alacağı bonusu hesaplayan yöneticiler bu yolda açgözlü, maceracı, pervasız, acımasız ve temel iş ahlakı standartlarını bir kenara bırakmış durumdaydılar. Onların bu sadece kendi çıkarını düşünen etik noksanlıkları, yönetim zincirindeki hiçbir unsur tarafından görülmedi veya görülmek istenmedi. Sonuçta şirketler, bankalar battı, kriz zincirleme bütün dünyayı sarmalına aldı, insanlar acı çekti! diyen konuşmacı şöyle devam etti: “Yönetim kurullarına sadece hırslı olanları değil de, denge sağlayacak sayıda doğruları söyleyebilecek iyi kişileri de almış olsaydınız, sonuç böyle olmazdı!” Çok haklıydı, aklıma kaçınılmaz olarak bizdeki şirket ve kurumlarının üst yönetimleri geldi. Takip ettiğim, gördüğüm, duyduğum kadarıyla, bizde de durum hiç farklı değildi! Karar mekanizmalarının kompozisyonu hep aynı türden insanlardan oluşuyordu. Bizim iş dünyamızda, bu pozisyonları işgal edenlerin genelde güce tapanlar veya sorgulamadan işbirliğine açık siyasi yandaş insanlar olduğunu herkes bilir.

İlk örneğim, (adını vermeyeyim, siz anlayacaksınız çünkü hepsi birbirinin aynı) bir kamu iktisadi kuruluşu. Genel müdürü ve yönetim kurulunun tamamı, siyasi iktidarla aynı siyasi görüşten. Misyon olarak kuruluşta mümkün olduğunca çok sayıda siyasi iktidarın oy havuzundan insanlara iş sağlamak, böylece iktidar partisi vekilleri mutlu etmek yolunu seçmişler. Yenilere yer açmak için öncelikle acımasızca personel azaltması yapıyorlar, emekliliği gelmiş bütün personeli gönderiyorlar. Kuruluş bir süre sonra personel yetersizliği ile hizmetlerin kalitesinde düşmeler göstermeye başlayınca, ‘şimdi zamanı geldi!’ deyip, yukarıda belirttiğimiz şablondan eleman alımı yapmaya başlıyorlar ki, sonuçta toplam personel sayısı başlangıcı ikiyle katlıyor. Sonuç: Bu işletme artık iktisat kurallarına göre çalışamaz oluyor. En önemlisi ise personel alımında tarafsız olunmasını söyleyecek kimse olmadığı için, vatandaşın yani herhangi bir tarafa yandaş olmayan sessiz çoğunluğun temel fırsat eşitliği hakkı yenmiş oluyor!

Bir başka örnek ise belediye iktisadi kuruluşunun yönetim kadrosu üzerine. Yine biraz idrak sahibi herkesin malumu olduğu üzere bu kuruluşların yönetimi kesinlikle o belediyeyi yöneten siyasi grubun paralelinde oluşuyor. Bu kuruluşlarda yönetim liyakat, tecrübe, yetenek gibi faktörler göz önüne alınarak oluşmuyor veya bu faktörler sadece yandaş düşüncede bir grubun içinde aranıyor ve yine içlerinden hiçbir aykırı ses çıkmayan bu yönetimin misyonunun ise ihaleleri parti yönetiminin yönlendirmesi doğrultusunda yandaş müteahhitlere dağıtmak olduğunu okuyor ve işitiyoruz. Sonuçta yine fırsat eşitliği zedeleniyor. Bu işi gerçekten yapabilecek şirketler işi doğrudan alamıyorlar, ihaleyi alandan alt yüklenici olarak işi devir alıp, sonuçta yine kendileri yapıyorlar. Çünkü ihaleyi alanların hiçbirinin yapısı bu işi olduğu gibi yüklenmeye müsait değil! Sonuçta olan yine sessiz yığınlara oluyor, projeler %10 ila %20 daha pahalıya çıkıyor, bedelini bütün toplum ödüyor!

Son örnek, özelleştirme sonucu kamu payının iyice küçüldüğü büyük bir iktisadi kuruluştan. Bu şirkette yönetim kurulu yine hassas dengelerle paylaşılmış. Ama her nasılsa, yönetim kurulu başkanı olarak o şirketin içinden yetişmiş ve en zeki olanını seçmişler. Buraya kadar her şey iyi ama en zeki olan, her zaman en iyi ve bilge olanı anlamına gelmiyor. Yönetici acımasız ve gaddar. Geçmişte sorun yaşadığı ve canını sıkmış olan bütün herkesi şirket dışına itiyor! İyi olmayı zayıflık olarak niteliyor ve bütün ekibini de kendisi gibi zihniyetten insanlardan oluşturuyor. Bir yönetici terfi veya ataması söz konusu olduğunda, yakın çevresine aradığı temel kriterin kişinin yeterince mücadeleci (yani kavgacı!) olması gerektiğini özellikle belirtiyor. Anlatıldığına göre o dönemde şirkette çalışma sevinci yerini korkuya bırakıyor, yönetimin hışmından çekinen personel siniyor, şirketin iktisadi kurallar açısından görünümü donuklaşıyor.

Bu örnekleri artırmak mümkün, ama uzatarak konunun anafikrinden uzaklaşmak istemiyorum. Bence Davos’taki liderlik panelindeki konuşmacı gerçekten haklıdır. Ne dersiniz? Sizce de artık büyük şirketlerin, kuruluşların yönetiminde ahlaki sorunları göz ardı etmeyen, bilge ve iyi insanların da yer alması gerekmez mi? Artık üst yönetici savaşçı olsun, dövüşçü olsun, işbilir olsun şartlanmaları bırakılmalıdır. Çünkü böyle düşünülünce, en kavgacı, en sinsi, en intikamcı, en kendi çıkarını önce düşünen, en Makyavelist zihniyet ön plana çıkmaktadır. Bu yanlıştır!

Ek not: Bu alegorik bir yazı değildir! Kimseye mesaj olsun diye yazılmamıştır!

Cengiz ÖZDER
Politikadergisi.com

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.