İstenirse Olur. Zor Oyunu Bozar. Sabretmeyi Bilmek Lazım..

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
BURHAN İŞCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
15.06.2012

Gazeteci Yılmaz Özdil, “Akıl Tutulması” Başlıklı yazısında; “ölüleri boş verin, dirilere idrak tahlili yaptıralım” diye yazmış. Bu tahlili vaktiyle yapmış Aziz Nesin idraksizlerin oranı çok büyük olunca yüzde altmışa kadar inmeyi kabullenmiş.

‘Biz yapamayız… Bizden adam olmaz… Gelsinler bizim için yapsınlar…’

Zaman oturup bekleme zamanı değil, zaman savaş-mücadele zamanıdır. İdraksizliği yok etmek için cehaletle savaş zamanıdır. “İnsan zalimdir, çünkü o çok cahil bulunuyor”

Cehaletle susmak zalimden taraf olmaktır. Zulme güç vermektir.

Beklemekten nemalanılmaz. Ezberleri ve onlardan oluşan sabit fikirleri bırakma zamanı çoktan bitti.

Sabretmek boyun eğip, rıza gösterip beklemek değildir hiçbir zaman. Buna sabır denirse, “Belh’in Köpekleri” de yapıyor demiş bir büyüğümüz.. Sabretmek azim ve kararlılıkla, bıkmadan usanmadan  mücadele etmektir. İnsanlığın son manifesto kitabı Kuran’da sonucun zafer olacağı müjdelenmiştir.

“Hak geldi batıl kayboldu, batıl zaten kaybolmaya mahkumdur”

İnananlar, ve inanç olsun diye bu ayet burhan ayetleri ile desteklenmiştir.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve  sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).” Asr Suresi

Allah, Asr'a, yani zamana yemin ederek, bazı özelliklere sahip olanlar dışında, insanların zararda olduğunu bildirmektedir. Allah, zamana yemin etmekle, tarihi bize şahit göstermektedir.

İbadeti, Allah’ın varlığını ispat etmek olarak kabulleniş, ateistlere karşı bir tepki olarak gözükse de; aslında bu davranışın bilinçsizliği hezeyanla gizlemek niyeti ile olduğu gerçektir.

Kendi kulluğunu ispat etmek yerine, Allah’ın varlığını ispat etmeye kalkmak başka nasıl nitelenir.

‘Biz yapamayız… Bizden adam olmaz… Gelsinler bizim için yapsınlar…’

İşte bu serzeniş aynı bu anlamdadır. Sormak lazım tabiatıyla, ne zaman denedinde kendini; buna, ayani adam olmayacağına  karar verdin. Veya  kendin ne yaptın ki başkalarının yaptıklarını yargılıyorsun..

Küresel Otoritenin, kendi otoritesine rıza gösterilmesi için yaydığı bu inanç, ne gariptir ki; öncelikle vahyin farkında olmayan Sözde Müslüman’lar tarafından benimsenmektedir.

“Tek başına mücadelede sonuca ulaşamazsın, sistem seni harcar” diyenlerde vahyin=Kuran’ın farkında değildir. Vahye göre bu bahane, kolayı tercih etme iç güdüsüdür, kaçmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Ütopyasını hayata geçiren Atatürk, Emperyalist Sistemle savaşırken; iddia edilenlerin aksine vahyi kendine yol gösterici kabul etmiş ve vahyin anlaşılması için çalışmıştır.

Firavunların, Nemrutların, İmparatorların ve onların düzenlerini Allah; “Ankebutların Evi” olarak tanımlamış, onlara karşı hafif bir yelin yeteceğini müjdelemiştir. Bunun burhanlarını da başta,  sisteme karşı tek başına gönderdiği tebliğcilerin başarılarını göstererek sunmuştur. Özellikle Musa A.S. ın Firavuna tek başına gönderilişi üzerinde sıkca durulmaktadır. Yunus Peygamberin sabırsızlığı ve İbrahim Peygamberin (A.S) mücadele sabrı örnek olarak gösterilmiştir.

İnsan oğlunun en büyük zaafı aceleci tabiatla yaratılması ve bu yüzdende gördüklerine muhakemesiz  inanması, görmediklerini tahayyül bile etmekten kaçmasıdır.

Sistemle savaşta galip gelmek için; Yunus Emre’nin, “gelin tanış olalım, işi kolay kılalım” sözlerini destur etmek gerekir. Yani Allah’ı tanıyıp tanıtmadan önce kendini tanıyıp tanıtmaktır. “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir; sen kendini bilmez isen nice ilim bilmektir” dizelerinde olduğu gibi.

Yani sistemi, sistemin taraflarını, sistemin unsurlarını, bunların muktedirlik derecesini, zaaflarını ve sistemle savaşanları, onların güç ve zaaflarını bilmek tanımak gerekir. Tabi bundan önce kendini tanımalı kendi muktedirliğini ölçüp biçmelidir insan.

Sistemle savaşım, 68 kuşağından olan Sosyal Demokrat ağabeylerimizin teşvik ve bilinçlenme desteği ile başladı.

İslami Görüşlü olmam onlara ters gelmekteydi. Çünkü onlar da İslam ı ve İslam Sosyalizmini tanımıyorlardı.

Belamların, kapitalizmden nemalanma  başarısı, İslam Sosyalizminin üstünü şalla örtmesi yüzündendir.

Atatürk işte bu şalla ve şalı örtüp İslam’ın gerçek yüzünü göstermeyenlerle savaşarak devrimlerini hayata geçirdi.  Elmalılı Hamdi Yazır’ın onun emri ile hazırladığı meal ve tefsirler günümüzde ellerden düşmeyen, Gerçek İslam’ın  Öğretisi olmuştur. Kuran’ın Türkçeleştirilmesi vahyin anlaşılması için tanışıklık oluşturmuştur.

İnsan oğlunun yukarda belirttiğim zaafı yüzünden, dinde zorlama yoktur. Beğendirme özendirme vardır. Güçlük yerine kolaylık emredilmiştir.

Çoğunluğu RUHBAN Sınıf tabakalaşmasından nemalanan Belamlar; Hakkın karşısında olan Siyonist Kapitalist Emperyalist Sistemin beynidirler, çünkü sistemin en büyük düşmanı olan Gerçek İslam’dan nefret ettirmeyi başararak nemalanırlar.

Sistemin bu özelliğini ve bu unsurunu tanımaktan imtina edenler, bu tehlikeli unsurla  mücadele etmeyi göz ardı ettikleri için zayıf kaldılar. İslamla tanış olmadan, sahtesine bakarak gerçeğini yargıladılar. Zaten belamların da amacı buydu. En büyük düşmanlarını yıkmak için, sahteleriyle gerçeği yargılatmak. İşte bu yargılama İslam Düşmanlığı olgusunu ortaya koydu.

Sistem; kavram karmaşası içinde yapılan demagojiler ve mugalatalar üzerinden hayat bulur. Belamlar bunda başarılıdır. Belam denilince salt sahtekar din alimleri akla gelmemeli; ilim adamı olması dolayısıyla kendine güvenden dolayı, bilgisini sistemi hayatta tutan bu mugalata ve demagojileri oluşturmakta kullanan  kişiler de belamlardır.

Sistemin iki yüzü vardır. Görünen sahte yüzde demokrasi ve özgürlükler için savaş verildiği, diğer yüze bakıca bunların kavram karmaşası  illüzyon gösterisi olduğu görülür.

Sistemle savaş; sistemi hayatta tutan, işte bu mugalata ve demagojilerin bilincinde olmakla başlar. Belamlara karşı, ezber bozduracak şekilde onlar kadar bilgili ve yetenekli olmak gerekir. Zaten her insan bu muktedirlikte yaratılmıştır..İş, farkına varmaktır doğuştan yetenekli olmanın.

“Biz insanı en şerefli bir görevi yapma takviminde, bu görevi en güzel şekilde yapma kudretine sahip teçhizatla yarattık da sonra o; kendi kendini inkar ederek sefiller sefili oldu” Tin Suresi

 

Benim;  bu bilinçle sistemle savaşım 1975 yıllarında başladı.Sınıfsal Tabakalaşma Üstünleri  Aristokratların mağduru olarak, Astsubay iken bilinçlenme adına yüksek okula başladım. 1971 yılı, Ticaret Lisesi Mezunu olduğum için lise mezunu bile sayılmıyordum o zamanlar. Amacım hukuk okumak iyi bir hukukçu olmaktı. Harp Okulu dahil başka yüksek okula  girme şansım baştan bitikti yani. 1971 yılında çıkan bir yasa ile fark dersleri verip lise diploması alınıyordu. Bu şansı değerlendirdim. Ancak mezunluğum güz dönemi olduğu için Ticari İlimler Akademisinde okumaktan başka seçeneğim yoktu. Bir büyüğüm astsubay olduktan sonra da okuyarak sınıf atlamanın mümkün olduğunu söyledi. Bende onun dediğini uyguladım. Astsubay olduktan sonra yüksek okula da kayıt yaptırdım. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonucunda, Aristokrat Harbiyeliler (Genç Subaylar Harekatı)  elde ettikleri prestiji değerlendirip sınıfsal tabakalaşmada üstünlerin hukukunu oluşturmaya başlayınca; 1970 teki gelişmeler tekrarlanıp 1975 Astsubay Eylemleri başladı. 1970 de Askeri Personel Kanunu değiştirilerek, 1961 yılında başlayan  genç subaylar harekatı yenilenmiş sonuçta 12 Mart 1971 muhtırası oluşmuştu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde meydana gelen dördüncü; başarılı olmuş ikinci; ve emir-komuta zinciri içerisinde yapılmış ilk askeri darbe eylemidir. 1970 Yılı baharında  Askeri Personel Kanunu Aristokrat Sınıf Tabakalaşmasına meydan verecek şekilde değiştirilmişti. Bunun sonuçlarını ilk fark edenler astsubaylar oldu ve tepki eylemleri gerçekleştirildi. Kıbrıs Barış Harekatını bir türlü kabullenemeyen Amerika ve müttefikleri ile müstemlekeleri ülkemize ekonomik ambargo uygulamaya başlamışlardı tam o zamanlar. Ve tam o zamanlar, Nato’nun ve  Amerika’nın bize hibe ettiği, Nato’ya ait silahlar parça bekler vaziyete geçti. Uçaklar kalkamaz, radarlar çalışamaz vaziyetine düştü. Bu durumda, bu zaafı lehlerine sınıfsal tabakalaşma için kullanmak isteyen Arsitokrat Harbiyeliler’in; ülkeyi ele geçirmek için yaptığı girişimler astsubay ayaklanmaları engeline takıldı. Yine Askeri Personel Kanununda değişiklikler yapılmıştı.  Bu engel bazı ufak geri adım atmalarla 1980 yılına kadar sürebildi. Bir çok astsubay arkadaşım, ağabeylerim kardeşlerim; önce hapse atıldı, sonra meslekten atıldı.

Bu mücadelenin sonucunda neler oldu, benim anlatmak istediklerim işte bunlar. Astsubaylar, hazırlama okulu bitirmelerine rağmen hala lise mezunu sayılıyordu. Üniversite bitirenlerin önünde kadro sorunu vardı ve bu sorun dolayısıyla subaylığa geçemiyorlardı. Hazırlama okulları iki yıla çıkarıldı ve mezunları ön lisans diplomalı oldu. Astsubaylıktan Subaylığa geçiş kıstasları biraz genişletildi. Amerika model alınan bu ülkede, Amerika’da erden mareşale kadar terfi etmek varken, bunun uygulanmamasının sebebi; model alınmanın kandırmaca olduğudur. İşte bunu algılayıp karşısında olmanın oluşturacağı sonuç zorun oyun bozmasıdır.

Yani astsubaylar kısmende olsa bazı amaçlarda başarılı oldu. Ama asıl  başarısızlığın sebebi, o zamanki koşullarda  amacın tam olarak algılatılmaması olmuştur. Amaç sınıfsal tabakalaşma üstünlerine ve sınıfsal tabakalaşma ile demokrasiye vurulacak darbelere karşı durmaktı. Astsubayların iletişim zorlukları içinde amacı kısmen algılayarak, bu doğrultuda algılatması  toplum efkar ve vicdanında; eylemin kendi çıkar savaşı olduğu kanısını oluşturdu. Hala daha, Ergenekon ve Balyoz Davalarının konusu eylem sebebinin Aristokratların eylemlerinin iz düşümü olduğu algılanmamıştır.

O günlerden sonra sistemle mücadele etmenin başarılı yolunun kendini geliştirmek olduğu inancında; hukuk, ekonomi ve din alanlarında ilim tahsilatına başladım.

2003 yılında sistemle kapışacak yeterlilikte mücadeleye tekrar başladım.

2005 yılından itibaren sağlıktaki yolsuzluklarla mücadeleyle savaşın içine bire bir girdim.O tarihten itibaren yaptığım ihbarlar 2008 yılında ses getirdi ve Enfeksiyon 26 , Altın Omurga gibi operasyonlarla sağlıktaki yolsuzlukların boyutu ortaya çıktı.

Amacım bu yolsuzlukları ortaya çıkarmak değil; “bize kimse dokunamaz” zihniyeti oluşturan sınıfsal tabakalaşma üstünlerinin nemalandığı yolsuzluk ekonomisi politikalarını deşifre etmektir. Yani bu politikaların, demokrasi başta olmak üzere; tüm kutsal ve manevi değerleri yıkmasını, oluşturdukları butlan hukukunu deşifre ederek tanıtmaktır.

Zira bu politikalar, ne yaptığının farkında olmayan taraftarlar tarafından desteklenip yaşaması için güçlenmesi sağlanmaktadır. Yani bu politikalar gücünü; ankebutların gücünü tanımayanlardan almaktadır. Yani bu güç gerçek bir bilinçlenme ile un ufak edilecek bir güçtür. Sınıfsal Tabakalaşma savaşında, Aristokratlara karşı savaşta Ruhbanlara destek verip şakşaklayanlar; yanlışı başka bir yanlışla telafi etmeye kalktıklarının bilincinde olmalıdır. Kafir olarak ad ettikleri aristokratlara karşı, ehven-i şer diye seçtiklerinin imansızlığını görmezden gelmek; din dahil tüm tüm manevi değerleri bilinçsizce yok etmeye alet olmaktır.

Bu yüzdendir ki, bu Ankebutlar  Sistemi ile başa çıkmanın da kolay olduğunu göstermektir amacım.

 

Sağlıktaki Yolsuzluklarla uğraşmam,  AKP Hükümeti’nin en büyük prestiji olan Sağlık Politikası na zarar vermek, prestiji bitirmekti. Hükümet yaptığı hatayı anlayıp, ihbar mekanizmasının çalışmamasını sağladı. “Soruşturmaya gerek yoktur” cevapları gelmeye başladı savcılıklardan. Şimdide zehirli sütler hakkında aynı işlemler yapılmakta dikkat ederseniz. Düşünün, özel bir hastanede devlet eliyle devletin soydurulduğunu belgeliyorsunuz,  örnek gösterip belgelediğiniz faturalardan çok miktarda olduğunu iddia ediyorsunuz; el cevap evet bu faturada sehven fazla ödeme vardır, kurumdan geri istenmiştir soruşturmaya gerek yoktur.

Etrafımdaki her kes sen deli misin kardeşim. Tek başına sistemle nasıl baş edersin dediler ve hala demekteler. Açılan davaları, tutuklanıp hapse sokulanları görmek de istememekteler her nedense. Neden ortada oysa; bilinçsizliğin örttüğü tembellik. Tehdit ve korkutmalara karşın cevabım bellidir benim;

“De ki: "Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. İnananlar ve inancı gibi yaşıyanlar  yalnızca Allah'a tevekkül etsinler." Tevbe Suresi

Yukarıda söylediğim gibi; insan görmediğine değil gördüğüne inanır.  Gördüklerini ve duyduklarını sabit fikir edindi ise gördüklerinde gerçeği fark edemez.

Bu durumun bilincinde sabırla farkındalılık için mücadele ettim. Bu yüzden mücadelemde; anlatmaktan ziyade, gösterme ve fark ettirme eylemlerine ağırlık verdim.

 

Zorun oyun bozdurduğunun bilincinde sistem mağdurlarını organize etmeye başladım. İlk zaferimiz 5941 sayılı çek yasasını çıkarttırmaktır. 3 nolu yargı paketi içinde çıkacak icra iflas yasası değişikliklikleri yine başka bir zafer olacaktır.

Bu gün ülkemizin temel sorunlarından  biri de savunma eksikliğidir.

Bunun bilincinde;  “Yeni Avukatlık Yasası” ve “Arabuluculuk Yasası” çıkması için önerilerle ve bilfiil mecliste çalışmalarla katkıya girdik.

Onlar nasıl başarıyorsa, onlara karşı olanların da karşı davranışları o şekilde olmalıdır. Onlar başarıyorsa biz niye başarmayalım?

“Bu ülkede namuslular, en az namussuzlar kadar cesur olmalıdır.”

Bakın aşağıdaki haberde çarpıcı bir gerçek var.

http://haber.gazetevatan.com/dolandiricilikla-dubai-kurdular/457813/7/Manset

Bu eylemi gerçekleştirenler ilk okul mezunu. Muktedirliğe bir bakın hele. Demek ki istenirse oluyormuş bazı şeyler..

 

Bu yüzden Sistemle Savaşta örgütlenmeyi, Sivil Toplum Örgütleri sağlamalıdır. Bu toplumda en büyük eksikliklerden biride gerçek  sivil toplum örgütlerinin yok denecek kadar azlığıdır.

Bu anlamda ortada sadece Tüketiciler Birliği ve Tüketici Dernekleri vardır.

Sistemle Mücadele eden “Yalnız Kurt” veya “Fırtına Kuşları” ndan söz etmek gerektiğinde, Tüketiciler Birliği Onursal Başkanının örgütleme mücadelesi ; tek kişiyle zafer kazanılabileceğinin iftiharla sunacağımız örneklerindendir.

Bu örnek kişi; kurulmasına önderlik ettiği dernekler ve sivil toplum örgütleriyle, sistemin kalbi olan bankalara karşı zafer üstüne zafer kazanmaktadır.

Şimdilerde bu açık, internet iletişim ortamının sağladığı sosyal paylaşım siteleri ve  sosyal medya aracılığı ile kapatılmak istenmektedir. Ancak bu durum örgütlenmeyi oluşturmaktan daha ziyade; amaçsız  örgütsüzlük oluşturmaktadır. Oyalanmaktan başka bir şey değildir.

Sistemle mücadele için örgütlenmede ilk hedef amacın belirlenmesi olmalıdır ki, birleşim bu amaç etrafında olsun. Birleşimde katılanın çokluğu amacın toplum efkar ve vicdanında etkisine bağlıdır. Amaç ne istediğinin farkında ve bilincinde olmak demektir. Yanlışın asla başka bir yanlışla telafi edilemeyeceği bilincidir.

İşte, toplum efkar ve vicdanında oluşan bu etkidir zoru ortaya çıkaran ve bu etkidir zor ile oyun bozduran.

Bu gün, başarısız sokak eylemlerine baktığınızda; eylemlerin amaçsız  veya amacın toplum efkar ve vicdanında tepki oluşturmayacak kadar yetersiz etkisi olduğunu görürsünüz.

Tek kişilik eylem dahi olsa başarısı, eylemin amacının toplum efkar ve vicdanında oluşturacağı etki sonucu oluşacak tepkinin yaratacağı oyun bozduracak zorluğa bağlıdır.

Bu bir bakıma düşmanı kendi silahlarıyla vurmaktır. İllüzyona karşı, illüzyonla şapkadan tavşan yerine gerçeği çıkarıp göstermektir bunun adı.

İktidar olmak muktedir de olmak anlamında değildir hiçbir zaman.

İktidarız ve muktediriz diye iddia edenlerin en zayıf tarafı, bunu söyleten gurur ve kibirleridir.

Muktedir olmadıklarını delilleri ile sunup, muktedirliğin yolunu gösterdiğinizde, gururlarıyla oynadığınızda; ortaya çıkan ilk sonuç kabullenmemedir. Sonraki gelişmelerde ise; aslında bu kabullenmemenin yıkılan prestijin tekrar elde edilmesi için çark edişin öncüsü olduğu ortaya çıkar. Bunun sebebi, gurur ve kibirlerinin prestiji korumayı emretmesindendir.

AKP Hükümetinin  beğendiğim tek yanı işte bu hassasiyettir.

Bundan dolayı AKİM ve BİMER var. Burlardan hatalarını yazdığınızda tepki alacağınız kesin. Ama ben size Haticeye değil, neticeye bakmanızı öneririrm. Burlardan yapacağınız öneriler gerçekten uygulanabilir nitelikte ise mutlaka değerlendiriliyor. Ancak yolsuzluk ekonomisi politikalarına mutlak uyumlu hale getirilerek. Bu politikaları bilmem dolayısıyla önerilerimi açık kapı oluşmayacak şekilde yapıyorum. Açık kapı oluşturma gayreti süreci sonucu geciktirsede; yetmez ama evet diyebileceğiniz olgunluğa erişiyorsunuz.

Mücadelede, gerçekten kesin zafere ulaşmak istiyorsanız  “gemileri yakmayı” da göze almanız gerekir. Bu da sizin bıkıp usanmanız karşısında başka bir zorun oyun bozması olacaktır.

 Sözün özü dostlarım;  İSTEMEKTE SAMİMİ OLMAK LAZIM. Samimi olanların çoğalmasıdır bu ülkeyi bağımlılık esaretinden kurtaracak güç. Bunu oluşturmak inanca bağlı. Atatürk bu inancı oluşturmayı nasıl başardı ise, tekrarı elbet mümkün..

‘Biz yapamayız… Bizden adam olmaz… Gelsinler bizim için yapsınlar…’

Kuruntusu yerine, kendimizi tanımalı ve gücümüze inanmalıyız önce.

Kendine saygı duymayan için başkasından saygı beklenemez.

“Devlet işlerine karışmayanlara; kendi iş ve sorunlarının güçlüğü ile uğraşan sessiz yurttaş değil, hiçbir işe yaramayan gözü ile bakıyoruz. Bir politikayı ancak birkaç kişi ortaya koyabilir; ama hepimiz, onu yargılayacak yeteneklere sahip olmalıyız. Biz tartışmaya siyasal eylemin önüne dikilen bir engel değil, bilgece davranmanın ön hazırlığı olarak bakarız”-Perikles

Muktedirlik kozmopolitik çoğulcu katılımcı demokrasi efkarı ortak paydasından çıkar. İktidarın muktedirliği bu yönlü bir şuraya dayanmıyorsa, zorla kabullendirmekten başka hiçbir şey değildir.

Yüce Allah Kur’ân-ı kerimde buyurmuştur:“Ey Resulüm sen Allah’ın inayet ve rahmetinden dolayı insanlara şefkatle ve yumuşaklıkla davrandın. Şayet kaba ve katı kalpli olmuş olsaydın insanlar etrafından dağılırlardı. Sen onların kusurlarını affet, onlar için Allah’a istiğfarda bulun ve DÜNYA İŞLERİNDE ONLARLA İSTİŞARE ET. Bir de karar verdiğin ve azmettiğin zaman Allah’a tevekkül et ve güvenerek gayret et. Allah kendisine güvenenleri sever.” (Al-i İmran, 3:159) Mü’minler Allah’ın davetine icabet ederler ve namazlarını dosdoğru kılarlar. DÜNYAYA AİT İŞLERİ ARALARINDA ŞURA İLEDİR. Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan da infak ederler.” (Şura, 42:38)

 

Yüce Allah’ın emretmiş olduğu istişare dinin sosyal ve siyasi hayata bakan önemli emirlerindendir. Allah’ın emri olduğu için şahsi farzlar kadar önemlidir. Ancak toplumu ve kurumları yönetmek durumunda olanlar tarafından yapıldığı takdirde bütün insanları sorumluluktan kurtarır. Yöneticiler istişareye uymazlarsa insanların  onları uyarmaları gerekir. Bunu da yapmazlarsa bütün insanlar sorumlu olurlar ve dünya işlerinde başarısızlığa uğrayarak cezalarını da peşin olarak çekerler.

 

Allah’ın istişare emri amacına uygun olarak ifa edilmediği için insanlar arasında büyük sıkıntılar yaşanmakta, ortak akıl oluşmamakta, belli amaçlara yönelik ortak çalışmalar yapılamamakta ve dolayısıyla yardımlaşma sağlanamamaktadır. Bireysel düşünce ve fikirler etrafında bir araya gelen gruplar sinerji meydana getirmek bir tarafa; bir lidere bağlı bin kişi bir kişi hükmüne geçmektedir.

 “ Her zorluğun bir kolaylığı vardır, evet evet her zorluğun bir kolaylığı vardır. Bu yüzden zorluk içinde rabbine güven, ondan; onun isimlerini anarak yardım, bir çıkış dile. (Allah’a layığı ile şahit olmak için) Güçlükten çıkınca onu hamd ile tesbih ederek yeni bir güçlük-vazife dile.” İnşirah Suresi

 

Burhan İŞCAN

iletisim@politikadergisi.com

 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.