Nerdesin Ey Umut!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Mehmet Ali Yazıcı

E.H.Carr bir yazısında; “Bugün gösterilen çabaların ödülü olacak ve bugün çekilen acıların daha da anlamlı bir hale gelmesini sağlayacak olan geleceğe ilişkin bir proje, bir ütopyası bulunmayan hiçbir hareket dünyayı değiştirmeye soyunamaz.” diyor. Bu belirleme tek tek sol-sosyalist düşünen ve kendilerini bu şekilde ifade eden insanlar içinde geçerli değil mi?

Yerleşik düzene ve yaşam alışkanlıklarına razı olmayan insanlar olarak yaşamaya çalışıyoruz. Belli arayışlar bizleri bir araya getiriyor çoğu kez; bir şeyler arıyor, bir şeyler paylaşmaya çalışıyoruz . Toplumsal ve bireysel yabacılaşmadan, yalnızlıklardan kurtulmak istiyoruz. Ete kemiğe büründürebileceğimiz, örgütleyebileceğimiz alternatifleri, tarihin her döneminde olduğu gibi şimdi de mevcut. Yenilen, dağılan ve parçalanan her hangi bir şey yok.
 

İnsanı bunaltan ve sürekli “hiç”leştirmeye çalışan bir toplumsal, siyasal ve kültürel atmosfer kuşatılmış olmak, umutlarımızı, ütopyalarımızı ertelemeye neden olmamalı hiçbir zaman. Bir bataklık içerisinde durmadan batma duygusu yaşıyor olmamız, geleceği bugünden yaratmaya çalışmamıza engel değildir. İyiden-güzelden, kısacası insandan yana olan her şey kuşatılmışlık altında olması, bizleri karamsarlığa sürüklememeli.

İnsanlar ölüyor, dünya yanıyor; bolluğun-zenginliğin dokun(a)madığı açlık diz boyu dolaşıyor aramızda. Engelleme, durdurma ve değiştirme gücümüz sıfırlanmış durumda. Ve bir ışık arıyorsak, bir ses, bir soluk arıyorsak… Hep kendi dışımızda olsun, gelişsin istiyoruz. Bu süreci tersine çevirme çabasının bizim uzağımızda gelişmesini diliyoruz. Elimizi taşın altına sokmaktan imtina ediyor, ısrarla kaçınıyoruz. Bir bedel ödemeye hazır olmadığımızı, korkularımızın içinde boğulduğumuzu dünyayı şiddete, açlığa, yokluğa ve yoksunluğa bezeyenler de çok iyi biliyorlar. Bu çevirmeleri yarmalıyız. Bizim içimizde olmalı değişimin-değiştirmenin gücü.

Neden hala korkular içerisindeyiz? Nasıl bir korkudur bu ve nasıl böyle bir duruma geldik/getirildik? Kendi sırça köşklerimizde olanları renkli ekranlardan izleyerek-bol trajli gastelerde (gazete değil!) okuyarak ahlanmaktan başka yaptığımız ne var?

Sorularımızı artık kendimize sorma zamanı gelmedi mi? Sözün ve ah vah etmenin etki gücü biteli çok olmadı mı? Hep konuşuyoruz. Dünya, bizlerin konuşmalarıyla dolmadı mı? Dünya yazıya çiziye boğulalı çok olmadı mı? Her gün doğan güneşin altında, baskıya, sömürüye ve katliamlara karşı söylenmedik tek bir söz kaldı mı?

Peki, hala suskunsak ve bu gidişin durdurulmasını başkalarından bekliyorsak; söylediklerimizin, yazıp çizdiklerimizin neresinde hata var acaba? Umutsuzluğa kapılıp bir köşeye çekilerek sürekli konuşmak, ama hiçbir şey yapmamak çare mi? Nerdesin ey umut? Nerdesiniz umutlarını kavgalarına katık eden insanlar?

Geçtiğimiz yüzyılda, Dünya çok büyük acılar yaşadı. İki Dünya savaşı gördü. Milyonlarca insan öldü. Birçok coğrafya yakılıp yıkıldı. Böylesine çıkışsız, böylesine çaresiz kalmamıştı insanlık. Bir çıkış yolu her zaman var olmuştu.

Ülkemiz de son elli yılda yaşananları bir düşünelim. Üç askeri darbe oldu; insanlar asıldı, kesildi, katledildi… Kalanlar hapishanelere dolduruldu. Baskı, zulüm ve işkence; kesif bir karanlık gibi çökmüştü ülkenin üzerine. Bu dönemlerde bile, ne dünyada ne de ülkemizde bugün yaşandığı gibi bir umutsuzluk, karamsarlık ve çaresizlik hali vardı. Açık duran bir kurtuluş kapısı ve hak arama yolu her zaman bulunurdu. Hep bir umut ışığı yanardı insanların yüreklerinde. Elden ele çoğalırdı umut ve direniş.

Oysa bu gün… Cemaat İmamlarının iki dudak arası icazetlerine teslim oldu bu güzelim ülke ve bu halk! Nerdesin ey umut? Nerdesiniz umutlarını insanlık kavgasına katık eden insanlar? Büyük düşlerde, büyük ütopyalarda özlüyoruz sizi. Zaman değişti. Ne yazık ki, bıraktığınız yerden devam etmiyor yoldaşlarınız.

Vedat Türkali, “Bir Gün Tek Başına” adlı romanında, yaşlı bir karakterin ağzından şunu söyler: “İnsan beyni değirmen taşı gibidir. Eğer arasına bir şeyler koymazsan kendi kendini öğütür.”

Bugün çevremizde çokça “öğütülmüş beyin” görmek mümkün. Amacımız, en azından kendi içimizde bu çubuğu tersine bükebilmek olmalıdır.

Ama yine de umut sen de umut ben de umut biz de… Büyük Şairin dediği gibi, “işler atom reaktörleri işler/ yapma aylar geçer güneş doğarken/ ve güneş doğarken hiç umut yok mu/ umut umut umut… umut insanda”.

Bir karar vermemiz gerekiyor. Bu bizim kararımız olsun ve bu kararı verdikten sonra; Themos Kornaros’un dediği gibi: “Dünyanın sonu gelmeden güneşin ötesinde, gökyüzünün ortasında, masum bir çocuk gibi oynamak benim de hakkım.”diyerek yürüyeceğiz güneşe. Böyle bir kararı veren insanı, artık “Hiçbir güç tutsak kılamaz. Ne işkence, ne hapis, ne sevinç, ne mutluluk, ne korku. Artık Özgürdür O. Özgür, esen ve rahat.”(Haydari Kampı)

Mehmet Ali YAZICI

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.