Risk Haritası: Ben-İdrakinden Ben-Merkezci Narsizme

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Samet ZENGİNOĞLU
Yazının Yazıldığı Tarih: 
25/04/2011

Bu yazının amacı, Türk dış politikasına dair, madalyonun öbür yüzünü gösterebilmektir. Eleştirilerden ziyade amaç, heyecanın getirmiş olduğu duygularla göz ardı edilen (edildiği düşünülen) hususları teşhis ve tespit etmektir. Amaç, mevcut olanın 'kötü' olduğunu söylemek değil, 'iyi'nin nasıl daha iyi olabileceğini dile getir(ebil)mektir. Bu sebepten dolayı 'risk haritası' tabiri başlıkta yer almıştır.
Türkiye'nin yolu daha uzun, fakat risksiz yol yok elbette. Yola çıkmadan önce de risk haritasına göz atmakta fayda var.


Özellikle son on/yirmi yıldır Türk dış politikasının ortaya koyduğu performans, attığı adımlar ve izlenen stratejik süreç takdire şayandır. Bu takdir, pek çok makale ve analizde yerini almıştır. Fakat her geçen gün Türk dış politikasına dair geliştirilen yeni söylemler bazı soru işaretlerini de beraberinde getirmektedir. Bu yazılarda yer alan noktalar, Davutoğlu tarafından dile getirilen ve alana da yansıtılan (ya da yansıtılma çabaları devam edilen) Türk dış politikası çizgisinden öteye gidememektedir. Oysa son on/yirmi yılda bu denli ön planda olan bir devletin çok daha geniş bir yelpazede değerlendirilen çalışmalara ihtiyacı vardır. Davutoğlu ve buna bağlı olarak Ak Parti/AKP hükümeti dış politikada 'derinlikli' bir strateji tezi ortaya atmış olsa da, pek çok yazıda sadece ileri sürülen tez(ler)in farklı fraksiyonlarının dile getirilmesi, mevcut durumdan çok da ileri gidilemeyeceğini göstermiştir. Bunun yanında, pek çok ulusal ya da uluslararası medya organının Türk dış politikasına dair estirdiği rüzgârla birlikte maalesef ayaklar yavaş yavaş yerden kesilmektedir.
Türkiye, uzun vadede layık olduğu yere gelmek istiyorsa, orta vadede iki soruyu cevaplaması lazımdır. Aksi takdirde esen bu olumlu hava ve ortaya konulan imaj kısa vadeli olmaktan öteye geçemeyecektir.


Öncelikle cevaplanması lazım gelen soru şudur: Türkiye, orta vadede bölgesel bir güç mü olmak istiyor yoksa bölgesel bir aktör mü olmak istiyor?
Bazı dış politik söylemlerde bölgesel aktör refleksleri sergilenirken (özellikle Ermenistan, İran ve K. Irak politikaları ekseninde), uluslararası politikaya yönelik gelişmelerde bölgesel güç refleksleri gözlemlenmektedir. Filistin-İsrail çatışmasında ortaya konan tutum bunun net bir göstergesidir. Türkiye -kısa zamanda çok büyük işler başarmış tarihi, coğrafi ve kültürel derinliğe sahip olmasına rağmen- bölgesel bir güç olmayı henüz başarabilecek bir konumda değildir. Çünkü bölgesel bir güç olabilmek için, bölgesel aktör olma sürecinin hazmedilmesi ve o basamağın sağlıklı bir şekilde atlatılması lazımdır. 'Hasta adam' büyük bir ivmeyle sağlık kazanmış olsa da hala pek çok noktada bağışıklık kazan(a)mamıştır.
Şayet Türkiye, bu tercihi göz ardı edip, bu ikili politik aksiyonlara devam ederse, bu durum iki riski beraberinde getirecektir:

(1) Soğuk savaşın ardından ortaya atılan ‘model ülke’ olma imajının orta vadede olumlu neticeler getirmediği gibi, yine aynı pozisyona düşmek.

(2) ‘Ben-idraki’nin ‘ben-merkezci narsizm’e evrilmesi.

 

Birinci risk, soğuk savaş sonrası dönemde, Özal'ın Orta Asya'ya yönelik politikalarında net bir biçimde görülmüştür. O zamandan bu zamana değişen pek bir şey yok. Çünkü hala ülkeler rol model bir 'abi' değil, çeşitli alanlarda adilane işbirliğine gideceği 'kardeş'ler arıyor. İkinci risk bu döneme özgü bir risk. Yukarıda da belirtmiştik, ileri sürülen görüşler ulusal ve uluslararası medyanın da rüzgârıyla öyle bir benimsendi ki, Türkiye'nin ayağı yavaş yavaş yerden kesilmeye başladı. Yani, ilk olarak teorideki ben-idraki, fiiliyatta yavaş yavaş kendisini ben-merkezciliğe bırakma riski ile karşı karşıya kalmıştır.


İkinci olarak cevaplanması gereken soru şudur: 'Biz kimiz?' Bu soru birinci soru ile bağlantılıdır. Her iki soru birbirinin tamamlayıcısı niteliktedir, birbirinden bağımsız değerlendirilmemelidir.


Bu yüzyılın başından itibaren başta Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin ve Almanya olmak üzere pek çok ülke, bu soruya büyük oranda cevap vermiş bulunmaktadırlar. Oysa Türkiye'nin bu soruya verebileceği tutarlı bir cevap henüz ortaya konmuş değildir. Türkiye'nin uluslararası kimlik oluşturma süreci doğal akışına bırakılmıştır. Türkiye'nin izlediği politikalar Neo-Osmanlıcılık fikriyatı çerçevesinde mi değerlendirilmelidir, yoksa Türkiye Cumhuriyeti'nin izlediği çok daha farklı bir yol mu vardır? Avrupa Birliği toplantılarında dile getirildiği üzere, demokrasinin yanında laikliği de benimseyen bir ülke midir, yoksa İslam Konferansı Örgütü gibi organizasyonların Kuran-ı Kerim'le açılan toplantılarında besmele çekerek konuşmasına başlayan bir ülke midir? Bunlar sadece konuyu biraz daha somutlaştırma amaçlı örneklerdir ve elbette bu örnekler çoğaltılabilir.
Bu sorulardan yanlış bir intiba ortaya çıkmamalıdır. Burada anlatılmak istenen uluslararası bir kimlik bunalımıdır. Bu bunalım kısa vadede giderilemediği takdirde soğuk savaş döneminde olduğu gibi ülkenin 'kültürel şizofreni'ye doğru gitmesi -maalesef- kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca, burada Türkiye'nin bit tercih yapma durumunda olduğu da düşünülmemelidir. Elbette ki, bu bunalımı ortadan kaldıracak bir bölgesel/küresel bazlı 'kapsayıcı kimlik' oluşturabilir, oluşturulmalıdır. Bu noktayı teorisyenlere bırakmak daha doğru olacaktır.


XXI. yüzyılla pek çok şey değişti Türkiye'de. Ama belki de en önemlisi 'özgüven'nin yavaş yavaş yeniden kazanılıyor olması. Fakat bu özgüven muhtelif sebeplerden dolayı, muhtelif konu ve alanlarda narsizme doğru evrilme süreci (riski) ile karşı karşıyadır. Çünkü henüz, uluslararası kimliği dile getirilememiş, ortaya konamamıştır. Bu iki soruya orta vadede verilecek olan cevaplar, uzun vadede Türkiye'yi 'bölgesel güç' yapacak olan cevaplardır.
Söylenenleri tekrar eden değil, söylenenlere yeni fikirler ekleyebilen, ayakları yere sağlam basan bir Türkiye görmek tek ümidimizdir.

 

Samet ZENGİNOĞLU

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.