Sarı-Kırmızı-Yeşil atkısıyla,Takkeli Bir Sosyalist’in, Bozkurt Selamı (?)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Serhat KUŞDOĞAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
12.04.2011

Öncelikle son 8 yılı değerlendirelim:
Halkın refahı ve huzuru için atılan barışçı tüm adımları alkışlıyorum.
Ekonomik kalkınma, eğitim alanında reformlar, ahlaki değerlere sahip çıkan kanun ve yasaklar, yoksullara yapılan yardımlar,
Başlangıç olarak doğru ve sağlam adımlardı.
Devamı ötekileştirme ve yandaş kayırmacılığına dönüştüğünde yüzüm kızardı.

Yolsuzlukla mücadele edilmedi değil, edildi. Ama mücadele yolsuzlukların önlenmesi için değil, haksız kazancın el değiştirmesi için verildi.
Terörizm ve dinci/ırkçı aşırılıklar reddedilecekti, aksine birileri kayırıldı.
Dini hayatta ılımlılık söylemi, radikalizmi teşvik etti.
Hukuk devleti, eşitlik, güçler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkeleri reddedildi.
Dinler arası diyalog, “Toplumca tanınan din ve mezhepler” kalkanı ile monologlaştı.
Cahillik, fakirlik ve çocuk işçiliği, özel okulların pahalılığı karşısında teşvik edildi.
Din eğitimi, çağdaş değerleri teşvik edecek şekilde reforme edilmedi. Sapkın öğretiler, geçmişten gelen geleneksel kültür addedildi.

 

Yaşam standardının yükseltilmesi ve sosyo-ekonomik gelişme, biat kültürüne mutlak itaat şartına bağlandı.
İslam'ın kendi içinde barışık olmadığı, farklı mezheplere hoşgörü gösteremediği, tarikatlar arasında denge ve eşitlik sağlanamadığı görüldü.
Pozitif ayrımcılık, erkeğe birden fazla eş hakkı tanınması için yasal düzenlemelerin gerekliliğinden öteye gidemedi.
Tüm din ve mezheplere aynı mesafede durması gereken yönetim anlayışı, radikalizm olarak tanımlanırken;
İslam dünyasında reform, TÜRBAN sembolünden öteye gidemediği için, İslam’a karşı önyargılı bakışın değişmesi sağlanamadı.

Devlet erkini elinde bulunduranların, İslam’ın farklı kültür yapılarını reddeden bakış açıları, arzu edilen bilinçlenmeyi sağlayamadı, aksine teröre zemin hazırlayan gerekçeler yarattı.

Kendi varlığını sürdürmek ve geliştirmek maksadıyla, karşı tarafın varlığını bertaraf etmeye yönelik eylem ve uygulamalar, radikal şeriatçı diktanın endişe ile beklenen yüzünü ortaya çıkardı.

Ülkemin geleceği adına yapılan BÜYÜK TÜRKİYE hesapları ve dile getirilen GÜÇLÜ TÜRKİYE sloganı;
Kendi varlığını sürdürmek adına bir ötekileştirme sürecinin yaşanması, Yaşam standardının yükseltilmesi ve sosyo-ekonomik gelişmenin homojenliğinin sağlanmaması ile boşa çıktı.

Devletin güvenliği tehdit altında mı? Sorusuna cevap arayalım:
Devlet; bireyin varlığını koruyamıyor, bizden olmayanın varlığını bertaraf etme politikası yürütüyorsa, toplumun dolayısıyla devletin varlığını koruyamaz. Birey, kendini güvende hissetmediği sürece topluma faydalı olamaz. Toplumda rol üstlenemeyen birey, özgüvenini kaybeder. Özgüvenini kaybeden birey toplumun da kendini güvende hissetmemesine sebebiyet verir. Toplum devletten kopmaya başlar. Toplumun içinde yaygınlaşmaya başlayan, Devlete karşı kendi güvenliğini sağlama ihtiyacı, Devlet içinde hizipleşmelerin sonucu çatışma ve bölünme ile sonuçlanır.
Bireyin varlığı ve varlığını sürdürebilmesini, sadece düşüncesinden ötürü engellemeye çalışan devlet, kendi varlığını tehdit etmeye, Devlet içinde güvenlik zafiyeti yaratmaya başlar.
Devlet içinde kendi varlığını sürdürmenin, bireyin veya karşı tarafın varlığını bertaraf etmekle sağlanabileceğini zanneden hâkim güç, Devleti tasfiye etmektedir. Devletin güvenliği, güçlünün işine gelen değildir.
Devlet içinde “Öteki” yaratmak, “öteki”ne karşı önlem geliştirmek, demokratik rekabetten kaçmak, hatta “öteki”ni yok etmeye çalışmak, barışçıl bir ortamda kardeşçe yaşamayı engeller.
Bir devletin içte ve dışta güvenliğini sağlamak maksadıyla, Devlet içinde öteki yaratmak devleti anlaşılmaz hale getirmektedir.
Devletin anayasal düzeni, devlete karşı aktörler üzerinde caydırıcılık vasfını kaybettiğinde, bireyin güvenliği tehdit altındadır. Dolayısıyla Devletin Güvenliğinden söz edilemez.
Devlet, kimin tehdit olduğu ve Ulusal güvenliği hiçe saydığı konusunda çelişki içindedir.
Etnik çatışmalar, kökten dincilik, terörizm; kültürel haklar ve özgürlükler olarak tanımlanmaktadır. İktidar partisine karşıt görüşler ise, halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden söylemler kapsamında yargılanmakta, Talep edilen Anayasa değişikliklerine karşıt görüşler ise, Anayasal Düzene karşı eylemler olarak tehdit sayılmaktadır.
TBMM’de 300’den fazla milletvekiline sahip AKP partisinin iktidarda geçirdiği 8 yılın sonunda; Etnik çatışmalar, kökten dincilik, terörizm büyük artış göstermiş, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir iç istikrarsızlık riski ile karşı karşıya kalınmıştır.
Mevcut istikrarsızlık göz ardı edilerek, “kültürel haklar ve özgürlükler” olarak tanımlanmakta, geçmişten gelen geleneksel kültürün travma geçirdiği varsayımına dayandırılmaktadır.
Bu kadar risk barındıran siyasi ortam da; bireysel haklar adına verilen demokratik tepkiler, provokatif eylemler olarak adlandırılmamalıdır.
Sonuçta, TBMM’de bir partinin yeterli çoğunluğa sahip olması iç istikrarı sağlayamamıştır. ÖTEKİLEŞTİRME politikası ile yaratılmış, birbirinden izole edilmiş, farklı sorunları-farklı hedefleri olan iç istikrarsızlık unsurları, Devletin varlığını tehdit etmektedir.
Ekonominin tamamen dışa bağımlı olması, küresel sermayenin ülkem içinde denetlenemez hale gelmesi, kitle iletişim araçlarının çatışmayı körükleyen yayınları, güvenlik zafiyetini arttırmaktadır.
Tarafların entegrasyonu imkânsız hale getirildi. Genel seçim arifesinde ittifak sağlamaları veya koalisyonlar kurmaları, suç unsuru ve utanç kaynağı gösterilerek engellendi.
Hoşgörü ve diyalog ortamı yok edildi.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin BEKASI (ülkenin toprak bütünlüğü ve ulusal birliği) tehdit altındadır.

Çözüm için;
Barışçıl bir ortamda sorunların çatışmalara varmadan, siyasi-kültürel-ekonomik ittifaklar ile çözülmesi süreci, siyasi rant hesapları ile heba edilmemelidir.
Siyasi arenada, devleti etkileyen bir sürü faktör vardır. Fakat bir devletin temel amacı; bireylerin sivil toplum içinde özgürce düşüncelerini ve ihtiyaçlarını dile getirmelerini sağlayan ortam hazırlayarak, Sivil Toplumun rekabetçi siyasi yapıda gelişip, sistemde söz sahibi olabilmesini sağlamaktır. Tüm bu ilişkilerin sağlıklı kurulması, devam ettirilmesi ve bireyin devlet içinde “güven”de olduğu hissine erişmesi, demokratik rekabetçi siyasi zeminde mümkün olabilmektedir.

Mevcut siyasi partiler bu durumun bilincindedir. Bu yüzden AKP, MHP, CHP ve BDP, farklı etnik kimlik-dini kimlik-ideolojik kimlik taşıyan bireyleri önümüzdeki seçimlerde kendi partilerinden aday göstermektedirler.

Sadece seçim dönemlerinde sağlanan bu konsensüsün, TBMM’de ve seçim sonrası süreçlerde göz ardı edilmesi; siyasi partiler yasasının MONARŞİK yapısından, Milletvekili seçim kanununda yer alan %10 barajından kaynaklanmaktadır.
Ülkemin bu tehdit ortamını bertaraf edebilmesinin tek yolu, Önümüzdeki demokratik genel seçimlerin hilesiz bir ortamda yapılmasının sağlanmasıdır. Bu sayede, TBMM’de herkesimin söz hakkına sahip olduğu bir Meclis aritmetiği mümkündür. Böyle bir meclis aritmetiğinde; siyasi partiler kanunu ve milletvekili seçim kanunu değiştirilebilecek, Anayasa değişikliği konsensüs sağlanarak gerçekleştirilebilecektir.

TBMM’de Anayasa değişikliği ile ilgili oturum sona erdiğinde;
Sarı-kırmızı-yeşil atkısıyla bir sosyalist, takkesini takıp, bozkurt selamı vererek meclis kapısından çıkıyorsa;
Devletin güvenliği sağlanmıştır...

Sonuç:
İktidarı oluşturanların, konsensüs sağlamadan hareket etmesini engelleyebilecek TBMM siyasi aritmetiği, Bireyin güvenliği açısından tek çözümdür.
Bireyin güvenliği, Devletin güvenliğinin teminatıdır.

 

Serhat KUŞDOĞAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.