Üniversite ve Türkiye Gerçekleri...

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Üniversiteye, yükseköğretime hazırlanan öğrenciler için, bütün bir sene tam anlamıyla bir “maraton” gibi geçmekte. Sene içinde hem okullarına devam etmek; hem de okullarıyla birlikte bir dershanede, üniversiteye hazırlanmak, tam anlamıyla her bir öğrencinin, iki kişilik efor sarf etmesine neden olmakta.

Sene içinde sadece üniversiteyle ilgilenilse, belki, pek fazla sorun yaşanmaz. Sonuç olarak bitirilmesi gereken bir okul, yine yaşının gereği olarak katılması gereken bir sosyal yaşam alanı, kişiyi, belki de gencecik yaşında içinden çıkılamaz sorunlarla uğraştırmakta.

Üniversiteden önce, her şeyden önce, iyi ve kaliteli bir dershaneden eğitim almak; aldığı eğitim doğrultusunda masasında bekleyen test dağlarıyla boğuşarak, hedeflediği üniversite ve programı kazanabilmek, kişinin öncelikli hedefi olmakta. Sonrası ise, bir başka dert. Elde edilen puan doğrultusunda, iyi bir tercihle “optimum” bir bölümün tutturulması, yine kazanılan bölüm ve kişinin beklentileri arasındaki yakınlık veya uzaklık, tüm bunlar uzunca bir süreç sonrasında, kişinin psikolojik olarak yorgun düşmesine neden olmakta.

Tabii bunlardan başka ise, öğrencinin süreçler ve işleyiş babında pek fazlaca müdahale etme ve müdahil olma şansının olamadığı sınav formatı, sınavın uygulanması, sınav sonuçlarının sağlıklı bir biçimde değerlendirilmesi gibi hususlar var ki, gerçekten de öğrencileri, belki de tercih aşamasından önce ve hangi bölümü seçmesinden çok önce, kaygılı olmaya iten süreçler… Burada öğrenciler, sınavın sonucundan daha çok, sınavın güvenli bir biçimde yapılıp-yapılmadığıyla ilgilenmek durumunda kalıyorlar. Bir insanın, adalet ve kendisine güven telkin edilmesini istemesi kadar, daha doğal ne olabilir? Bir insan için en büyük fazilet, herkes için adalet talep etmesidir. Herkese adalet ve itimat verilmesini görmesidir ve duyumsamasıdır. Evet, eğer bu sınav sistemine, sofistike bakarsanız, uygulanan bu sınavlar, hayat babında her şey değildir ve kişinin tek hedefi de değildir. Öte yandan, “farkında olmadan(!)”, gençlere pompalanan ne öyleyse?

İyi bir üniversitenin kazanılması ve akabinde de, yine gelecekte kendisini garantiye alabilecek programa yerleşebilmek… Tabii, bir başka bilmece ise, gelecekte hangi “mesleklerin” veya hangi “programların” piyasada daha popüler olacağıdır. Bu tartışmalarda öne çıkan bir başka husus da, insanların, üniversite kapısına salt “iş ve aş veya meslek” kapısı olarak bakmalarıdır. Gerçekten de, üniversiteler, sadece öğrencilere/gençlere “meslek” mi edindirmeyi hedeflemekte? Bugün için birçok üniversite programının, birbiriyle aynı piyasa konumlarına sahip olmasına rağmen; bu üniversite ya da programları, farklı kılacak olan nedir? Türkiye’de yerleşik bir anlayış, gençlerin hepsinin mutlaka bir üniversiteye gidip, bir program tamamlamasıdır. En azından, elinde “bir bileziği” olsun anlayışından olsa gerek… Bir başka mesele de, üniversitelerden alınan eğitim ile kişinin iş dünyasına adım attığında, işverenlerin/yöneticilerin adaylardan beklentilerinin kesişip/kesişmediğidir… Üniversitelerde “doktrin bir eğitim” anlayışından geçen insankaynağından, işverenlerin/yöneticilerin, bir anda pratiklik, yenilikçilik, sorun çözme yetisi, takım çalışmasına uygunluk vb birçok şeyi talep etmesi; işgücü arzı ve işgücü talebinin de, denge pozisyonunda zuhur edememesine neden olmaktadır.

Şöyle bir baktığımızda, üniversitede iyi-kötü 4 sene geçiren insanları, çalışma hayatına adım attığında, bekleyen en büyük problemlerden biri de, “yabancı dil bilgisinin seviyesi” sorunsalıdır. Belki, artık işletmeler, kişinin hangi üniversiteden mezun olduğuna çok fazla önem vermiyor olabilir; ama yabancı dil bilgisi, özellikle İngilizce bilmek, bugünün iş dünyasında olmazsa olmazların başında gelmekte. Artık, adaylardan en azından bir yabancı dili çok iyi düzeyde bilmeleri, iş hayatının doğal akışı içinde, tabiî olarak beklenmekte.

Aslında, meseleyi de, şuraya getirmeye çalışıyorum… Üniversite eğitimi ve sonrasında alınacak bir diplomayla, kişinin istediği bir işe yerleşip-yerleşemeyeceği… Daha doğrusu, üniversite sonrasında; aslına bakılırsa, tüm süreçler boyunca, üniversiteye hazırlık, dağ gibi testlerin çözülmesi, sınav sonrasında ortaya çıkan şaibelerle psikolojik olarak mücadele etme ve nihayetinde üniversite aşaması ve en sonunda mezuniyet… Sonrası? İşte ya sonrası… Tüm koşullar yaver gider de, bir iş bulunur mu? Yoksa, işsizlik mi? İşsizler ordusunun bir neferi mi olunur? Ülkemizde, üniversite eğitimine salt meslek ve iş edinme olarak bakıldığından, insanların, daha sonraki süreçlerde yaşadığı hayalkırıklıklarıyla baş etmesi de, zor olmakta sanırım… Ülkemizde işsizlik bir “reelpolitiktir”… Önemli bir sosyo-ekonomik problemdir… Her sene, yüzbinlerce genç, hayalleriyle birlikte üniversite kapılarını arşınlamakta…

HABERTÜRK gazetesi yazarı Sayın İsmet Özkul, şimdi tarihini hatırlayamadığım bir makalesinde, “Türkiye’nin OECD içinde işsizlik şampiyonu olduğunu” belirtiyordu. Sayın İsmet Özkul’un bahsettiğim makalesinden, OECD ülkeleri ve Türkiye kıyaslaması olacak bazı işsizlik rakamlarına yer vermek istiyorum…

Türkiye’de açıklanan işsizlik oranıyla hesaplanan işsizlik oranı arasında uçurum gerçekten de çok yüksek… Türkiye’de “açıklanan işsizlik oranı” %10,0 iken “hesaplanan işsizlik oranı” %31,36. Yunanistan’da “açıklanan işsizlik oranı” %17,9 iken “hesaplanan işsizlik oranı” %21,26. Macaristan’da “açıklanan işsizlik oranı” %11,0 iken “hesaplanan işsizlik oranı” %20,89. İtalya’da “açıklanan işsizlik oranı” %8,5 iken “hesaplanan işsizlik oranı” %19,29. İspanya’da “açıklanan işsizlik oranı” %21,8 iken “hesaplanan işsizlik oranı” %17,13. Slovakya’da “açıklanan işsizlik oranı” %13,6 iken “hesaplanan işsizlik oranı” %15,68. İrlanda’da “açıklanan işsizlik oranı” %14,6 iken “hesaplanan işsizlik oranı” %15,51. Polonya’da “açıklanan işsizlik oranı” %9,8 iken “hesaplanan işsizlik oranı” %15,45. Meksika’da “açıklanan işsizlik oranı” %5,4 iken “hesaplanan işsizlik oranı” %15,21. İsrail’de 1. değer %5,7 iken 2. değer %13,72. Şili’de 1. değer %7,4 iken 2. değer 13,12. Belçika’da 1. değer %7,2 iken 2. değer 12,24. Fransa’da 1. değer %9,3 iken 2. değer %9,55. Güney Kore’de 1. değer %3,5 iken 2. değer %9,51. Portekiz’de 1. değer %13,4 iken 2. değer %8,98. Slovenya’da 1. değer %8,3 iken 2. değer %8,72. Lüksemburg’da 1. değer %4,9 iken 2. değer %8,45. Estonya’da 1. değer %12,7 iken 2. değer %7,64. Çek Cumhuriyeti’nde 1. değer %6,8 iken 2. değer %6,84. ABD’DE 1. değer %9,1 iken 2. değer %5,54. Finlandiya’da 1. değer %7,9 iken 2. değer %1,90. Japonya’da 1. değer %4,8 iken 2. değer %0,38. İngiltere’de 1. değer %8,0 iken 2. değer %0,22. Kanada’da 1. değer %7,5 iken 2. değer %(-2,01). Avusturya’da 1. değer %4,2 iken 2. değer %(-2,20). Almanya’da 1. değer %6,0 iken 2. değer %(-2,85) Yeni Zelanda’da 1. değer %6,7 iken 2. değer %(-2,85). Avustralya’da 1. değer %5,2 iken 2. değer %(-3,04). Danimarka’da 1. değer %7,7 iken 2. değer %(-3,67). İsveç’te 1. değer %7,6 iken 2. değer %(-5,04).

OECD’nin en son açıkladığı verilere göre, OECD’de 15-64 yaş arası nüfusun ortalama %64,8’i, bir işe sahipken; Türkiye ise %48,4 istihdam oranıyla, son sırada yer almaktaymış… İspanya’da çalışma çağındaki her 100 kişi içinde iş sahibi olanların sayısı, Türkiye’den 10 kişi daha fazlaymış. OECD’de çalışma çağındaki nüfusun ortalama %70,6’sı, bir işte çalışıyor veya iş ararken; Türkiye’de bu oran, %53,8 ile OECD’nin en kötüsüymüş… Eğer, Türkiye’de nüfusun %70,6’sı, bir işte çalışmak isteseydi, Türkiye’nin işsizlik oranı, %31,4 olarak hesaplanacaktı ve bu oran da, OECD ortalamasının yaklaşık 4 katına çıkmış olacaktı…

Ülkemizde işsizlik bir gerçeklik… Eğitim sistemimizin yıllardan beridir halledilemeyen müzmin sorunları… Üniversite eğitiminin alınmasının gerektiğinin bilinçaltına kodlanması… İyi eğitim veren kurumların sayısının azlığının bilinmesi… Üniversite ve iş dünyasının eşanlı birbirini besleyememesi… Veya, üniversitelerin banttan çıkar gibi, iş hayatına “eleman” yetiştirmediği… Gerçekten de ülkemiz gençleri, üniversite, iyi ve kaliteli eğitim ile, sonrasında bir iş bulma umudu arasında, örselenip duruyorlar…  

 

Erhan SALMAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.