Bu Yazılar da İlginizi Çekebilir!
- PKK Derhal Silah Bırakmalı
- Fikrim bile "yabancılaşıyor" fikrime!
- Dalga Dalga Dalga Dalga Dalgalanıyor…
- Makale Dediğin Böyle olur (!)
- Atam az işim var bekleme beni gelemem şimdi ...
- Kim Bölünsün: AKP mi yoksa TSK ve/veya Türkiye mi?
- Anıtkabir'de 500'lük YAP-BOZ; Atatürk portreleri
- Emek Cephesinin Unutulan Neferleri; Emekliler
- Apo'yu Nasıl Bilirdiniz?
- Şiir
- Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’yle Psikolojik Harbi
- Büyük Taarruz, Büyük Zafer ve İSTİKLAL
- "Kimler Genelkurmay Başkanı olmuş" / 'Erke'si bitenler canım darda kalıyor!
- Ulus Devlet Tasfiyesi mi Açılım mı? / 4. kattan Düşmek
- Başbağlar, Ağlarsa Anam Ağlar...
Yunus, Hidayet, İbrahim ve Düzgün İçin…
Bunu niye vurguladık? Şunun için;
Bir kere her şeyden önce, bazıları bizleri geri zekalı falan zannetmesin, PKK’nin hala “sosyalist” olduğunu iddia eden çevreler, bu yüzden giderek asab bozucu bile olmaya başladılar, belirtelim.
Hem poponu ABD’ye dayayacak ve onun ağzının içine bakarak “eylemlilik süreçleri” (?!) –geliştireceksin (?!)-, hem de “TC’nin Kürdistan’daki işgaline son vermek üzere yola çıkmış devrimci bir ulusal kurtuluş hareketi (?!)” olduğunu ileri sürecek ve savunacaksın.
Biz karga da değiliz. O nedenle bu savunuya gülme işini yine onlara bırakıyoruz.
Hemen buraya yazalım. PKK’nin varlığını devam ettirebilmesi, doğu ve güneydoğudaki feodal yapının varlığını korumasıyla tamamen doğru orantılı. Söz gelimi oy potansiyeli açısından baktığımızda, bu bölgelerdeki üstünlüğün PKK ile (BDP değil) AKP’de olması kuşkusuz tesadüfi değil. Çünkü her iki siyasi hareket de aynı kaynaktan, yani feodalizmden besleniyor. Gericiliğin ülkedeki en yoğun olduğu, dinsel bağnazlığın nüfusu çok derin bir biçimde avucuna aldığı bölgeler hep bu bölgeler.
Ben, PKK’nin, MİT içerisindeki Amerikancı kliğin, Kürt solunu bölmek amacıyla 1970’li yılların sonuna doğru kurmuş olduğu bir –devlet izinli ?- örgüt olduğu savlarını bile bir kenara bırakmak gerektiğine ve meseleyi daha rahat kavrayabilmek için biraz daha gerilere gitmek gerektiğine çok inanıyorum.
Çünkü PKK olgusu galiba böyle yaparsak daha bir “anlaşılır” olacak. PKK’yi anlamak da, “Kürt Sorunu” denen çok bilinmeyenli denklemin bir ucundan çözülmesi anlamına gelmiyor mu?
Cumhuriyetin ilanından 1960’lı yılların sonuna kadar, yani neredeyse 40 yıl boyunca Kürt nüfusun yoğun olduğu doğu ve güneydoğuya, hani deyim yerindeyse “tek bir çivi” bile çakılmamış olmasına rağmen –ki bu bile, nedenleri ve sonuçlarıyla bir yazı konusudur aslında-, son 25 yılda yaşanan “eylemliliklerin (?!)” o dönem için hiç görülmemiş olması, sadece –ya da çok yoğun iddia edildiği gibi- Kürtlerin yaşadığı “ağır baskı” ve “zulüm”le açıklanabilir mi? Kuşkusuz hayır?
O döneme baktığımız zaman, sadece bir “TC zulmünden söz ediliyor ama nedense toprak ağalarının Kürt nüfusu inim inim inletmesi hep göz ardı ediliyor."
1923 – 1960 arası bir TC baskısından söz edeceksek eğer, -“emperyal”- olduğu ileri sürülen TC’nin bu baskı ve zulmü doğrudan doğruya Kürt toprak ağaları, şeyhleri ve şıhları eliyle gerçekleştirmediğini kim söyleyebilir?
İşte o ağaların, o şeyhlerin, o şıhların “ardılları”, bugüne kadar uzanan ve kapatılıp kapatılıp yeniden ve yeniden kurulan değişik adlardaki Kürt partilerinin yönetim kadrolarında ve dahi başkanlıklarında bulunmadılar mı sürekli?
Örneğin bir Ahmet Türk toprak ağası değil mi? Toprak ağalarının sözcülüğünü (ve öncülüğünü) yaptığı “sosyalist” tandanslı bir “ulusal kurtuluş hareketi” dünyanın neresinde görülmüş?
Devam ediyoruz…
Sözünü ettiğimiz o 40 yıllık süreçte, hem çok ağır baskılar görecek ve zulümler yaşayacaksınız ama bu baskı ve zulme “baş kaldırmak (?!) için tam kırk yıl bekleyeceksiniz. Bu zaman zarfında onlarca, hatta yüzlerce “Türk sosyalisti” sistem tarafından –imha- edilirken, hepi topu ikibuçuk “isyan (!?)” çıkaracaksınız ama ikibuçuğu da İngiliz patentli olacak. Ve bu şekilde altmışlı yıllara kadar geleceksiniz.
Geldiğiniz noktada da, “ezilen bir ulus olarak” elinizde sosyalizm anlamında olmak üzere bir tek DDKO olacak ve nihayet, biraz da TİP’in itelemesiyle bir iki sosyalist unsur ortaya çıkarabileceksiniz.
Ve o noktadan hareketle, devrimcileri sistemli bir biçimde, hem de bölgede tek siyasi hareket olarak “egemenlik sağlama adına”, -ortaya çıkardığınız bir ulusal kurtuluş örgütü (!) eliyle- katletmeye başladığınız 1970’li yılların sonuna kadar uzanacaksınız.
Dünyanın hiçbir ülkesinde, kökleri bu kadar kan ve şaibeyle sulanmış bir başka ulusal kurtuluş hareketi olduğunu sanmıyorum.
Kısacası neresinden bakarsak bakalım, PKK’nin hiçbir zaman sosyalist olmadığı sonucuna ulaşıyoruz.
Örgütün poposunu sürekli ABD’ye dayıyor olmasının ardında da bu yatıyor zaten.
Feodalizmin devamının kendisinin devamlılığını sağladığını bal gibi bilen ve neredeyse bütün bir stratejisini bu temel üzerine oturtmuş, poposunu da dünyanın en büyük emperyalistine ve onun orta doğudaki BOP planlarına göre konumlandırıp duran bir örgüttür sözünü ettiğimiz.
Dolayısıyla, ABD’ye güvenerek Türkiye ile “vuruşmak” devrimcilik değil, olsa olsa “pavyon fedailiği.” olarak açıklanabilir.
Yani görüleceği gibi, yine dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz.
Ülke içerisinde yüzlerce yıldan bu yana varlığını sürdüre gelmiş olan feodal doku bir ucundan başlanarak tamamiyle tasfiye edilmediği sürece, genelde Kürt sorunu sorun olmaya devam edecek ve öznelde de bu sorundan beslenen PKK bu şekliyle devamlılık sağlayacaktır.
Amerikan emperyalizminin bizi ve koca ülkeyi nasıl da “damardan” yakalamış olduğuna işte bu noktada şaşmamak ve takdir etmemek imkansız., öyle değil mi?
1982 yılında başlatılan GAP projesinin hemen 2 yıl sonrasında gerçekleşen ve PKK’nin adını ilk duyurduğu eylem olan Eruh baskınını eylem tarihi açısından bu nedenle asla tesadüfler kategorisine koymayın sakın!
PKK’nin tarihi, doğu ve güneydoğuya öyle ya da böyle, “çivilerin çakılmaya başlanması” tarihiyle “paraleldir.”
PKK’nin tarihi, doğu ve güneydoğu’da görev yapan öğretmenlerin, mühendislerin, doktorların katledilmelerini, iş makinelerinin yakılmalarını yazan tarihle “paraleldir.”
1923-1960 arası dönemde, doğuda ve güneydoğuda baskılara ve zulümlere karşı bir tek devrimci kalkışmanın olmamasının ardında, mevcut feodal yapının bilerek ve sistemli bir biçimde sürdürülmesi ve işte o sözünü ettiğimiz çivilerin çakılmamış olması yatmaktaydı.
Ben yukarıda, Kürt sorununu ve PKK’yi kavrayabilmek için daha gerilere gitmemiz gerekmiyor mu? diye sorarken, bu gerçekliğe dikkat çekmeye çalışıyordum. Bundan önce Politika Dergisi’nde yayınlanan “Milli Demokratik Devrim ve Türkiye” başlıklı yazımla, “Şimdiye Kadar Neden Sosyalist Olmadım ki” başlıklı yazım da bu perspektifte yazılmış yazılar oldukları için, bu yazıyla beraber değerlendirilmesi gereken bir “üçleme” olarak okunduklarında sanırım daha bir anlamlı olacaklar.
Bu arada değinmeden geçmek olmayacak; Politik arenada, poposunu büyük bir emperyalist devlete dayamadan varlığını devam ettiremeyeceği açık olan ve feodal bir yapıdan beslenen PKK’nin artık deyim yerindeyse “legal sözcü”sü durumuna gelmiş olan değişik adlardaki partilerin ve son olarak da BDP’nin “kuyruğuna takılmak”ta herhangi bir sakınca görmeyen “sosyalist” partilerimizi de ibretle izlediğimi vurgulamalıyım.
En çok da, bu partilerimizin enternasyonalizmle “lokalliği” nasıl bağdaştırabildiklerini ve “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” tezini nerelerine “soktuklarını” hep merak edip dururum.
Haydi bunları da geçtim, bir Yunus Aydar’ı, bir Düzgün Çakmak’ı, bir Hidayet Dumlu’yu, bir İbrahim Dışkaya’yı da mı unutmuştur bu “sosyalist (?!) partilerimiz, deyip öfkeden öfkeye savrulurum.
Bu 6 TDKP militanını 11 Ekim 1993 tarihinde ben değil, PKK katletmişti çünkü gözünü bile kırpmadan ve onların devrimci olduklarını bile bile…
Feodalizmin tasfiyesi şart! Milli Demokratik Devrimin tamamlanması ise iki kat şart!
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalmaya devam edin e mi…
Madem PKK dedik, Kürt Sorunu dedik, öyleyse zorunlu bir hatırlatma:
“Dağlıca baskınından birkaç gün sonra 8 askerin kaçırıldığı ortaya çıkmış, DTP’li milletvekilleri Kandil'e giderek PKK'lıların gövde gösterisiyle o askerleri “teslim” almıştı. Giden grubun başında Aysel Tuğluk vardı. Bu gelişmeyle ilgili olarak Aysel Tuğluk 28 Kasım 2007 tarihli Yeni Şafak gazetesine verdiği röportajda “Tamamen o gençlerin hayatıyla ilgili kaygı duyduğum için gitmek gerektiğini düşündüm. İnsani bir refleksti. Ancak giderken duyduğum bu heyecanı, orada uluslararası bir kurgu olduğunu fark ettiğimde yitirdim. Ne ABD'nin ne de bu işe karışmış diğer güçlerin uluslararası çıkarlarına bulaşmak istemezdim.” demişti.
Ama bu röportajdan sonra Aynı Aysel Tuğluk, o sözünü ettiği “uluslararası kurgu” lafını her ne hikmetse artık, bir daha hiç ağzına almadı.” (Hayri Günel – 14 Temmuz 2010 tarihli –Halk Günü- köşesindeki yazım – Bizim Silivri Gazetesi)
Aklımıza geldi, hatırlatalım dedik…
Yorumlar
Yeni yorum gönder