Çin'lilerin, Uygur Bölgesi'nde yarattıkları dramı tam olarak değerlendirmeye yeterli bilgim yok ama sanki konunun halklar arası çatışmadan daha üst düzeyde insan hakları boyutu varmış gibi hissediyorum. Sanki Uygur halkı Çin devlet yönetiminden en başta eğitim (en başta gelen insan haklarından biri) olmak üzere ve buna bağlı sosyal ve psikolojik haklar boyutunda sıkıştırılmışlar ve izole edilmişler gibi hissediyorum. Değerli Milli Şef'imiz İsmet İNÖNÜ döneminde iş güç, sahibi olmayan, maddi gücü de yerinde olmayan kahvehane müdavimlerinin zorunlu yol işçisi yapılması gibi anlık öngörülen işlere sürülen Uygur bölge halkı görüntüsü canlanıyor gözümde. Biz Milli Şef'imizin projesini ve o dönemin yol işçisinin emeğini her zaman saygı ve takdirle anıyoruz ama burası bizim yurdumuz, herkes kendi yolunu yaptı. Günlük ekmeğini tedarikten aciz vatandaş (bir örnek olarak babam) ömrü boyu Milli Şef'ine hayır dua etti. Dedi ki: Bu yol benim. Yapmasam çamura batacak olan da ben im. Ben bu yolu zaten devlet desteği olmasa da yapmak zorundayım. (O zamanki ve sonraki 30 yıllık süreçteki Türk köylüsünün yaptığı gibi.)Sağ olsun İsmet Paşam bize kendi yolumuzu yaparken hem usta temin etti, hem de bizi disiplin içinde başarıyla çalıştıracak yol çavuşları tahsis etti, hem yasa çıkararak destek ve disiplin verdi, bir de üstüne günlük çalışmamızın karşılığında yövmiyemizi ödedi. Ben de o para ile aile geçindirdim. Yaptığım işin de üztünden 35 sene geçti, yaptığım yolun bir tek taşı bile sökülmedi. Üzerinden işime giderken hala gurur duyuyorum.
Bugün hangi devirdeyiz? Çin gibi dünyanın en gelişmiş teknolojik buluş ve üretimlerinin lise öğrencisinin öğrenim müfredatında yer aldığı ve öğrenci yapımı robotların sergilendiği yıllık yarışmalar düzenlenen bir bilim ve teknoloji devi ülkede bir halk, Türkiye' nin 1940 yılını yaşamak zorunda bırakılıyorsa burada ciddi bir ırkçı baskı sorunu olsa gerek. Orada insanların olayları anlatırken "Biz ... 'daki oyuncak fabrikasına çalışmak için sürüldük." gibi bir ifadenin geçmesi en başta Çin'in imajına önemli bir çiziktir. "Çin'li gençler kızlarımıza sarkıntılık etti." deniyorsa, bu doğru olmasa bile, yine ortam manzarası habere konu olan Uygur (Türk) halkının düzenli bir iş yaşamı yokmuş izlenimi veriyor. Ben sırf bu iki cümle nedeniyle sorunun bir devlet baskısından kaynaklandığı ve ırkçı nitelik taşıdığı izlenimi aldım. Bu görüntü önemli insan hakları ihlallerinin belirtilerini taşıyor. İşlenen vahşi cinayetlerle Çin devletinin ayıbını soykırım denkliğinde görüntülerle görselleştiren aşama hiç yaşanmasaydı bile Uygur Halkı Soydaşlarımıza reva görülen insan hakkı ihlalleri utanılacak boyuttadır. Ben bunu hissediyorum. Aynı zamanda bir komünist devlet için de, bu tutum kendi devlet modelinin vatandaş anlayışı açısından ve yönetimi açısından büyük bir utanç konusudur, yüz karasıdır. Hiç, komünist devlette, ezilen halk, ayrım gören halk, devletçe yürütülen ırk ayırımı kavramları olabilir mi? Hani, halkların eşitliği ve kardeşliği ilkesini nerenize soktunuz? Maalesef, konunun bende uyandırdığı duygular edebi ifadenin nezaketinin sınırlarını zorlayan boyutta baskı yapıyor. İfademi silmek yerine hoşgörü diliyorum. Çünkü benim kabalığım Uygur'lu kardeş halkımın gördüğü ayrımcılığın, vahşetin yanında centilmenlik ölçüsünde sayılır kanısındayım. Sadece komünizmin temel düşüncesine göre değil, Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesinin maddelerine göre de Çin devleti, bu ayrımcılık, zorbalık ve cinayetleriyle, devlet olmanın gereği olan adalet ve halkına sahip çıkma sınavında insan haklarından çakar. Uzun boylu incelemeye gerek yok. İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin ilk maddesine bakmak yeter. Orada "Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik düşüncesi ile davranmalıdırlar." denilmiş.
Bu sözün üzerine sanırım fazla söze şeye gerek yok. Konuyu Çin insanının, Çin devletinin, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi'ni yayınlamış olan dolayısıyla insan haklarının koruyucusu iddiasında görünen Birleşmiş Milletler (küresel) Örgütünün akıl ve vicdanına sunuyorum.
Türkiye'deki İnsan Hakları Derneği'nin akıl ve vicdanı ise sunmadığım tek kavram olarak kalsın, (Bu da benim önyargı gibi görünen son yargımdır maalesef.)geri kalan tüm insanların akıl ve vicdanına sunuyorum. Yani akıl ve vicdanı bulunduğu varsayımına sahip olduğum tüm kişisel ve örgütsel akıl ve vicdanlara sunuyorum.
Bu uzun satırlarımı okumak zahmetinde bulunan değerli okuyuculara saygılarımla.
Yorumlar
Komünist Öğretisi, İnsan Hakları Evrensel Sözleşmesi Vız Gelmiş
Çin'lilerin, Uygur Bölgesi'nde yarattıkları dramı tam olarak değerlendirmeye yeterli bilgim yok ama sanki konunun halklar arası çatışmadan daha üst düzeyde insan hakları boyutu varmış gibi hissediyorum. Sanki Uygur halkı Çin devlet yönetiminden en başta eğitim (en başta gelen insan haklarından biri) olmak üzere ve buna bağlı sosyal ve psikolojik haklar boyutunda sıkıştırılmışlar ve izole edilmişler gibi hissediyorum. Değerli Milli Şef'imiz İsmet İNÖNÜ döneminde iş güç, sahibi olmayan, maddi gücü de yerinde olmayan kahvehane müdavimlerinin zorunlu yol işçisi yapılması gibi anlık öngörülen işlere sürülen Uygur bölge halkı görüntüsü canlanıyor gözümde. Biz Milli Şef'imizin projesini ve o dönemin yol işçisinin emeğini her zaman saygı ve takdirle anıyoruz ama burası bizim yurdumuz, herkes kendi yolunu yaptı. Günlük ekmeğini tedarikten aciz vatandaş (bir örnek olarak babam) ömrü boyu Milli Şef'ine hayır dua etti. Dedi ki: Bu yol benim. Yapmasam çamura batacak olan da ben im. Ben bu yolu zaten devlet desteği olmasa da yapmak zorundayım. (O zamanki ve sonraki 30 yıllık süreçteki Türk köylüsünün yaptığı gibi.)Sağ olsun İsmet Paşam bize kendi yolumuzu yaparken hem usta temin etti, hem de bizi disiplin içinde başarıyla çalıştıracak yol çavuşları tahsis etti, hem yasa çıkararak destek ve disiplin verdi, bir de üstüne günlük çalışmamızın karşılığında yövmiyemizi ödedi. Ben de o para ile aile geçindirdim. Yaptığım işin de üztünden 35 sene geçti, yaptığım yolun bir tek taşı bile sökülmedi. Üzerinden işime giderken hala gurur duyuyorum.
Bugün hangi devirdeyiz? Çin gibi dünyanın en gelişmiş teknolojik buluş ve üretimlerinin lise öğrencisinin öğrenim müfredatında yer aldığı ve öğrenci yapımı robotların sergilendiği yıllık yarışmalar düzenlenen bir bilim ve teknoloji devi ülkede bir halk, Türkiye' nin 1940 yılını yaşamak zorunda bırakılıyorsa burada ciddi bir ırkçı baskı sorunu olsa gerek. Orada insanların olayları anlatırken "Biz ... 'daki oyuncak fabrikasına çalışmak için sürüldük." gibi bir ifadenin geçmesi en başta Çin'in imajına önemli bir çiziktir. "Çin'li gençler kızlarımıza sarkıntılık etti." deniyorsa, bu doğru olmasa bile, yine ortam manzarası habere konu olan Uygur (Türk) halkının düzenli bir iş yaşamı yokmuş izlenimi veriyor. Ben sırf bu iki cümle nedeniyle sorunun bir devlet baskısından kaynaklandığı ve ırkçı nitelik taşıdığı izlenimi aldım. Bu görüntü önemli insan hakları ihlallerinin belirtilerini taşıyor. İşlenen vahşi cinayetlerle Çin devletinin ayıbını soykırım denkliğinde görüntülerle görselleştiren aşama hiç yaşanmasaydı bile Uygur Halkı Soydaşlarımıza reva görülen insan hakkı ihlalleri utanılacak boyuttadır. Ben bunu hissediyorum. Aynı zamanda bir komünist devlet için de, bu tutum kendi devlet modelinin vatandaş anlayışı açısından ve yönetimi açısından büyük bir utanç konusudur, yüz karasıdır. Hiç, komünist devlette, ezilen halk, ayrım gören halk, devletçe yürütülen ırk ayırımı kavramları olabilir mi? Hani, halkların eşitliği ve kardeşliği ilkesini nerenize soktunuz? Maalesef, konunun bende uyandırdığı duygular edebi ifadenin nezaketinin sınırlarını zorlayan boyutta baskı yapıyor. İfademi silmek yerine hoşgörü diliyorum. Çünkü benim kabalığım Uygur'lu kardeş halkımın gördüğü ayrımcılığın, vahşetin yanında centilmenlik ölçüsünde sayılır kanısındayım. Sadece komünizmin temel düşüncesine göre değil, Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesinin maddelerine göre de Çin devleti, bu ayrımcılık, zorbalık ve cinayetleriyle, devlet olmanın gereği olan adalet ve halkına sahip çıkma sınavında insan haklarından çakar. Uzun boylu incelemeye gerek yok. İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin ilk maddesine bakmak yeter. Orada "Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik düşüncesi ile davranmalıdırlar." denilmiş.
Bu sözün üzerine sanırım fazla söze şeye gerek yok. Konuyu Çin insanının, Çin devletinin, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi'ni yayınlamış olan dolayısıyla insan haklarının koruyucusu iddiasında görünen Birleşmiş Milletler (küresel) Örgütünün akıl ve vicdanına sunuyorum.
Türkiye'deki İnsan Hakları Derneği'nin akıl ve vicdanı ise sunmadığım tek kavram olarak kalsın, (Bu da benim önyargı gibi görünen son yargımdır maalesef.)geri kalan tüm insanların akıl ve vicdanına sunuyorum. Yani akıl ve vicdanı bulunduğu varsayımına sahip olduğum tüm kişisel ve örgütsel akıl ve vicdanlara sunuyorum.
Bu uzun satırlarımı okumak zahmetinde bulunan değerli okuyuculara saygılarımla.