Giriş
Dünyada ve ülkemizde toplumların yönetimlerine temel olan siyasi ideolojilerin kaynağı Avrupa’dır. Son üç yüz yılda Avrupa’ya ve dünyaya damgasını vuran üç ana ideolojik akım vardır:
· Konservatizm (Muhafazakârlık)
· Liberalizm (Özgürlükçülük)
· Sosyalizm (Toplumculuk)
Avrupa’da 17. yy birlikte kapitalizmin gelişimine paralel olarak liberalizm yaygınlaşmıştır. Liberalizm; toplumsal üretim, finans, ulaşım araçlarının özel sahibi olmaları nedeniyle imtiyazlı ve avantajlı durumda olan sermaye sahiplerinin kâr amaçlı iş ve ticari faaliyetlerinde devletin müdahalesi olmadan özgürce(serbestçe) hareket edebileceği bir ekonomi politik rejimdir. Yani Liberalizmde teoride toplumda herkese özgürlük vaat edilirken, pratikte yaşamsal konularda bundan sadece sermaye sınıfı yararlanabilmektedir. Kapitalizmin özgür rekabetçi döneminde, yenilikçi ve modern gelişiminde gittikçe güçlenen Liberalizme karşı en güçlü tepkiyi Muhafazakârlık vermiştir. Çünkü Muhafazakârlık, aile, memleket, devlet, gelenek-görenek, din vs. gibi değerlerin yenilikle, modernleşmeyle, reform ve devrimlerle değişmelerine karşı bir tavırdır. Kapitalizmin gelişimi ise bu değerleri alt-üst etmektedir.
Avrupa’da 19. yy ikinci yarısından itibaren güçlenen işçi hareketi; aydınlar ve emekçiler arasında gittikçe yayılan Marksist fikirlerle birlikte Sosyalist ideoloji de yükselişe geçmiştir. Bu dönemde Avrupa’da hemen hemen her kapitalist ülkede Sosyalist veya sosyal demokrat partiler kurulurken, özellikle sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerde bu partiler kitleselleşmiştir.
Fakat 20. yy başında yüksek sanayileşmiş ve çeşitli sömürgelere sahip kapitalist ülkeler artık emperyalist bir konum kazanmışlar; bu ülkelerdeki işçi ve sosyalist hareketler de zamanla ikiye bölünmüştür. Sosyalist hareketin bir kanadı “Sosyal Demokrasi” adı altında emperyalist finans sermaye ile uzlaşma ve işbirliği politikası güderken sağa kaymış; diğer kanadı ise emekçilerin sosyal kurtuluşu için (Sosyalizm için) sermayeye karşı mücadelesine devam etmiştir.
Batı Avrupa’daki sanayileşmiş ve gelişmiş bazı ülkelerin (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya/Macaristan, Rusya, İtalya) emperyalizme dönüşümü; bu ülkelerin kendi ulusal sınırların dışındaki dünya pazarlarını, enerji ve hammadde kaynaklarını aralarında paylaşım kavgasını da gündeme getirmiştir. Her emperyalist devlet bu paylaşımda; özellikle petrol bakımından zengin olan Osmanlı topraklarından en büyük payı almak için I. Dünya savaşını çıkarmışlar ve savaş sonrası 1917 yılında Rusya’da işçi devrimi, 1923 te Türkiye’de Ulusal devrim gerçekleşmiştir.
Emperyalist ülkelerin tekelci büyük sermayesinin ulusal ve uluslararası alanda elde ettiği yüksek kârdan cömertçe ücret ve maaşların ödendiği kendi işçi ve memurların bir bölümünün sermaye ile işbirliğini örgütleme görevi ise ideolojik ve siyasi olarak sağa kayan bu ülkelerin sosyal demokrat partilerine yüklenmiştir. Öyle ki bu ülkelerin sosyal demokratları; büyük sermayedarların ve onların çıkarlarını savunan hükümetlerin I. Dünya savaş planlarını ve girişimlerini açıkça desteklemişlerdir.
Türkiye’deki ulusal devrimin ideolojisi Kemalizm olarak adlandırılmış; bu ideoloji M. Kemal Atatürk’ün de son kez katıldığı1935 yılındaki CHP kongresinde kabul edilen Altı Ok ilkeleriyle programlaştırılmıştır. Kemalizm; “Devletçilik”, “Halkçılık” ve “Devrimcilik” ilkeleriyle Sosyalizmi temel alan; aynı zamanda “Milliyetçilik” ilkeleriyle de Liberalizm ile uyuşan ve “Cumhuriyetçilik”, “Laiklik” ilkelerinde de Liberalizm ile ortaklaşan, Türkiye’nin o günkü somut koşullarına uygun biçimlendirilmiş bir ideolojidir. Ancak Kemalist “Milliyetçilik”; dış politikada antiemperyalist, tam bağımsızlıktan yana olan, iç politikada köken ve inanç ayrımı yapmayan, yurtsever bir milliyetçiliktir.
Türkiye’de Marksist fikirlerden esinlenen veya onlara dayanan sosyalist hareketler Osmanlı döneminde İstanbul’da filizlenmiştir. Özellikle Şefik Hüsnü liderliğindeki Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası [2] (TİÇSF) bu örgütlü hareketlerden en önemlisidir. Daha sonra Mustafa Suphi ve arkadaşları tarafından sürgünde Türkiye Komünist partisi (TKP) 1920 yılında kurulmuştur.
Cumhuriyet tarihi boyunca özgürce yasal faaliyet gösteremeyen sosyalist sol, 1954 yılında kısa süren ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı tarafından kurulan Vatan Partisi deneyiminden sonra 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin getirdiği görece özgür siyasi ortamda 1961 yılında TİP olarak legal siyaset yapmaya çalışmıştır. Bu arada TKP yasal olmayan sınırlar içinde, yurt içinde ve dışında siyasi eylemlerini de sürdürmüştür.
Uzun yıllar yasaklar, baskılar ve zor koşullar altında siyaset yapmaya çalışan Türkiye Marksistleri arasında ilk derin görüş ayrılığı 1960 yılların ortalarında baş göstermiştir. Türkiye Marksistlerinin kendi içindeki derin görüş ayrılığı, ülkedeki devrimci sürecin niteliğini belirleyen strateji ile ilgilidir. Bazı Marksistler Türkiye’nin sosyalizme “Milli Demokratik Devrim”(MDD) üzerinden gidebileceği tezini savunurken, diğer grup ise Türkiye’nin yeterince kapitalistleştiğini ve doğrudan “Sosyalist Devrim” in zorunlu olduğu tezinde ısrar etmektedirler. Bu farklı stratejileri savunanlar böylece ikiye ayrılmışlardır. Zamanımızda MDD stratejisini savunan İşçi Partisi(İP) dir. Sosyalist Devrim tezini savunanlar ise en başta TKP’dir. ÖDP’yi de bu kategori içinde sayabiliriz.
Sosyalist Sol’un son genel durumu
Sosyalist Sol günümüzde hem dünyada hem de ülkemizde gerilemiştir. Sosyalist Sol, Emperyalizmin geçen yüzyılın son çeyreğinde harekete geçirdiği Neoliberal ve Necon(Yeni Muhafazakârlık) ideolojik atağına karşı savunma durumundadır. Özellikle 1990 yılı başlarında SSCB ve Doğu Avrupa bürokratik sosyalizmin çökmesiyle” Sosyalist sol” emekçiler arasında dünya çapında itibar ve siyasal nüfus kaybına uğramıştır.
Avrupa’da ve SSCB’de reel sosyalizmin çöküşüyle ABD liderliğinde emperyalizm; kendi “Emperyalizm/Kapitalizm” sistemini insanlığın ulaşabileceği en son sistem olarak ilan etmiş; 1990 yılı ortalarından itibaren bu sistemi bütün dünyaya yaymak(küreselleşme) ve kendi hegemonyasında bir dünya imparatorluğunu kurmak için bütün siyasi, askeri ve diplomatik olanak ve araçlarını harekete geçirmiştir. Bu bağlamda Asya’nın stratejik olarak büyük önem taşıyan bir merkez ülkesi olan Afganistan ve Ortadoğu-Mezopotamya’daki Irak sudan bahanelerle fiilen işgal edilmiştir.
Emperyalizm, kendisi için stratejik önem taşıyan; enerji, hammadde kaynak ve ulaşım hatlarının geçtiği bölgelerdeki, özellikle İslam coğrafyasında; tüm “Soğuk Savaş” döneminden kalan, kendi liberal-muhafazakâr ideoloji kalıbına uymayan laik, seküler, dikta rejimlerini tasfiye ederek “Ilımlı İslam” rejimini yerleştirmektedir. Emperyalizmin bu konsepti çerçevesinde Türkiye’nin payına da AKP iktidarı ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) düşmektedir. BOP ile emperyalizm Irak, Suriye, İran ve Türkiye gibi güçlü ulus devletlerini parçalayarak, birbirlerine düşürerek, burada İsrail benzeri, kendisine mutlak uydu olacak bir Kürt devleti kurdurmaktır.
Sosyalist solun dünya çapındaki itibar kaybının Türkiye Sosyalist solu üzerinde de büyük etkisi olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak bu küresel mağlubiyetten önce Türkiye Sosyalist solu zaten 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle siyasi, ideolojik, örgütsel ve kadrosal olarak büyük bir darbe yemiş, toplumsal ve kitlesel varlığı ve etkinliği oldukça zayıflatılmıştır.
Sosyalist solu zayıflatan bütün bu olumsuz dış ve tarihsel faktörlerin yanında, Türkiye Marksistlerinin belini büken, toplumda siyasi olarak ciddiye alınmamasında büyük rol oynayan iki önemli kendi iç sorunları da vardır:
· Sosyalist solun parçalanmışlığı ve dağınıklığı,
· Sosyalist solun Kürt Milliyetçiliği Kuyrukçuluğu
Aslında sosyalist solun bu iki iç sorunu birbiriyle yakından alakalıdır. Yani sosyalist solun bölünmesinde “Kürt Milliyetçiliği Kuyrukçuluğu” büyük bir rol oynadığı gibi, parçalı ve dağınık bir hareket kendini toparlamak, belli bir kitlesel taban sağlamak ve güçlenmek için ise Kürt Milliyetçi hareketin kuyruğuna takılmaktadır.
Sosyalist solun parçalanmışlığının ve dağınıklığının çok değişik nedenleri var. Bunların arasında ideolojik, stratejik, siyasi nedenler olduğu gibi kişisel nedenler de var. Bizce; Türkiye’de sosyalist hareketi karpuz gibi ikiye bölen, 50 yıldır süren, ideolojik olmaktan çok, stratejik olan bir iç tartışma; Türkiye’nin sosyalizme geçişte izlenmesi gereken yolu için yapılan, Milli Demokratik Devrim mi, yoksa Sosyalist devrim mi tartışması bölünmüşlüğün en önemli nedenlerinden biridir.
Üç bölümden oluşan bu yazı dizisinin ikincisinde de “MDD veya Sosyalist Devrim” tartışmasını, üçüncüsünde Sosyalist solun bir bölümünün neden Kürt Milliyetçiliği kuyrukçuluğu yaptığını daha yakından incelemeye çalışacağız.
Mehmet ÇAĞIRICI
iletisim@politikadergisi.com
Bağlantılar:
[1] http://politikadergisi.com/pd-uye/mehmet-cagirici
[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_%C4%B0%C5%9F%C3%A7i_ve_%C3%87ift%C3%A7i_Sosyalist_F%C4%B1rkas%C4%B1
[3] http://politikadergisi.com/okur-makale/turkiye%E2%80%99de-%E2%80%9Csolun-durumu-ii
[4] http://politikadergisi.com/okur-makale/turkiye%E2%80%99de-%E2%80%9Csolun-durumu-iii
[5] http://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/bilimkuramsal
Yorumlar
tebrik,
Üç başlıkla yayımladığınız makalelerinizde ciddi sorunlara yer vermişsiniz. Tebrik ederim.
Teşekkür ederim.
İlgi ve teveccühünüze teşekür ederim.
Türkiyede Olmayan Solun durumu!!
Af buyrun Olmayan bir Görüsün durumundan bahsediliyor!!
Benim kisisel görüsüm Türkyede Ne sol vardir nede Mualefet Neyazikki!!!!