Politika Dergisi - Abdüllatif Şener Mülakatı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
PD Roportaj Ekibi: 
Emrah ÖZDEMİR

  Emrah ÖZDEMİR: Efendim, Türkiye Partisi’ni kurdunuz; öncelikle hayırlı olsun. Elbette yasal olarak belli şartları oluşturan herkes parti kurabilir; ama “gerçek anlamda” toplumsal tabanda kuruluş gerekçenizi nasıl açıklıyorsunuz? Partinizi kısaca tanıtarak, anlatır mısınız?

  Abdüllatif ŞENER: Önce partimizi tanıtayım ben size. Biz, 25 Mayıs 2009 günü Türkiye Partisi’ni kurduk. Türkiye Partisi’nin amblemi; Dünya’nın merkezinde Türkiye ve Türkiye’nin içinde birbirine kenetlenmiş eller var. Partimizin hem ismi, hem de amblemi bizim niçin kurulduğumuzu, misyonumuzun ne olduğunu, hedefimizin ne olduğunu, nasıl bir siyaset izleyeceğimizi açıkça göstermektedir. Türkiye Partisi dediğinizde, zaten, her şeyi anlatıyorsunuz. Biz, Türkiye’yiz; bu ülkede yaşayan herkesin partisiyiz. Bize destek veren / vermeyen herkes, bizim açımızdan bu ülkenin en değerli varlığıdır; bu ülkenin gücüdür ve umududur. Bununla, aynı zamanda, 72 milyon insanımızın -farklılıklarıyla birlikte- bir bütün olduğunu ifade ediyoruz. Amblemimizde de Dünya’nın merkezinde Türkiye var; çünkü biz ekonomik, siyasi, sosyal, iç ve dış konulara “Türkiye merkezli” bakıyoruz. Bizim açımızdan Türkiye önemlidir. Türkiye’nin kendi projelerini üretmesi, kendi politikalarına hakim olması önemlidir. Kenetlenen ellerse, güç birliğini anlatıyor. Bu ülkede yaşayan tüm yurttaşlarımızın, farklılıklarıyla birlikte, kuracakları işbirliği ve güç birliği, bu ülkeyi yarınlara taşıyacaktır; daha mutlu, daha müreffeh günlere götürecektir, buna inanıyorum; çünkü bizim gücümüz, dışarıda işbirlikçi aramayla olmaz. Türkiye’nin gücü; bu ülkenin kurumlarının ve yurttaşlarının birbirlerine inanarak, güvenerek, omuz omuza vererek oluşturacağı politikalar ve ortaya koyacağı enerjilerdir.
   Bir de ambleme baktığımızda şunu görürüz: Diğer tüm partilerin amblemlerinde bazı şekiller, nesneler vs. var. Hem ruh, hem de beden olarak insanı anlatan tek amblem, bizim amblemimizdir. Bizim amblemimizde insan vardır. Kenetlenen iki el vardır. İnsanın en önemli organı; çalışan, üreten elleridir. Ama bu eller kenetleniyor, birbirini sıkıyor; bir kararlılığı, bir birlikteliği ifade ediyor. Bu boyutu itibarıyla da insanın ruh dünyasıyla bağlantılı çağrışımlar var bu amblemde. Yani; ruh ve beden olarak, insanı anlatan tek amblem bizimki.
   Parti programına baktığımızda da; bizim parti programımızın ilk başlığı: “İnsan Merkezli Siyaset”tir. Bu, amblemimizle de örtüşmüş vaziyettedir.
   Şimdi “Niye yeni bir parti?” sorusuna geldiğimizde; Türkiye’de mevcut siyaset, eski yöntemleri kullanıyor. Siyasetin yapısı, siyasetin yapılış biçimi; ne gelişen dünya koşullarına, ne de Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygundur. Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygun düşmeyen bir siyasi yapı var. Biz buna “geleneksel veya eski siyaset tarzı” diyoruz. Biz bu eski siyaset tarzından Türkiye’nin en kısa sürede kurtulması gerektiğine inanıyoruz. Yeni siyaset tarzını benimsiyoruz. Ve bu yeni siyaset tarzının, en kısa sürede egemen olmasının, Türkiye’nin geleceği açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Eski siyasette ne var? Eski siyaset, Soğuk Savaş dönemi siyasetidir. Dünyada Soğuk Savaş dönemi bitmiştir; ama mevcut siyasi partiler, Soğuk Savaş yöntemlerini, Bugünün Türkiyesi’ne taşımışlardır ve geleceğin Türkiyesi’ne de dayatmaya çalışmaktadırlar. İşte, Türkiye’nin kurtarılması gereken nokta da burasıdır. Şimdi bunu söylerken şunu anlatıyorum: Mevcut partilere bakın; hepsi kimlik siyaseti, uç siyaset yapıyor. Vatandaşları uçlara çekerek, yapay kimliklerle birbirinden ayrıştırarak, üzerinden oy almaya çalışıyorlar. DTP, MHP… CHP devletin niteliklerini kullanarak siyaset yapıyor. AK Parti, sürekli kavga ederek, vatandaşı uçlara çekmeye çalışarak, belli bir kimlik görüntüsü vermeye çalışarak oy alıyor. Ve bu kimlikleri öncelemeye çalışan ve buna dayalı kavgalarla konumlarını pekiştirmeye çalışan partiler, Türkiye’ye zarar veriyorlar. Sürekli kin ve nefret; sürekli kurumlar arasında güvensizliği körüklüyorlar. Bu da sistemin çözüm üretme yeteneğini ortadan kaldırıyor. Size diyoruz ki: Biz, Türkiye Partisi olarak, yeni siyaset ilkelerini benimseyen, demokratik bir merkez partisiyiz diyoruz. Bu ülkenin her yurttaşı -hangi düşünceyi benimsemiş olursa olsun, hangi yaşama biçimini benimsemiş olursa olsun- bizim açımızdan değerlidir. Bütün yurttaşlarımızı temsil eden, onların çıkarlarının bir arada olduğuna inanan bir partiyiz.
   Peki, bu Soğuk Savaş dönemi siyasetini niye sürdürüyorlar? Bunu sürdürmelerinin sebebi de, siyaseti, tüm bu partilerin güç ve nüfuz kullanımı ve rant dağıtım alanı olarak görmeklerinden kaynaklanıyor. Bu kavganın, gürültünün, toz duman altındaki ülkenin yönetiminde olanlar; siyasetten güç, nüfuz elde edenler; sürekli kamu kaynaklarını yağmalamayı, bilinmezlik perdesi altında buna dayalı güçlerini arttırmayı ana politika olarak benimsemişlerdir. Bu da Türkiye’ye zarar veren başka bir yanlıştır. Bunun ortadan kaldırılması lazımdır. Bunun ortadan kaldırılmasını “şeffaflaşma programı”yla sağlamayı hedefliyoruz. Dokunulmazlıkların, hırsızlıkları gizleme aracı yapılmasına karşıyız. Dokunulmazlıkların kaldırılacağı, soruşturmaların siyasetle birlikte işleyebileceğinden yanayız; şeffaflıktan yanayız: tüm kamu ihalelerinin şeffaflaştırılması ve isteyen her yurttaşımızın bilgisayarın bir tuşuna dokunmak suretiyle, hangi iktidarın kimlere ne dağıttığını görmesi lazım; geçmişe ve geleceğe yönelik olarak, bunu sağlayacağız. İmar değişiklikleriyle sağlanan rantların nasıl oluştuğunu yine isteyen her yurttaşımız, bilgisayar tuşuna dokunmak suretiyle, elde edebilecek ve sorgulayabilecektir.
  Bir de, klasik temsili demokrasi yöntemleriyle, demokrasiyi sadece “sandıktan çıkana” indirgeyen bugünkü siyasetin bu tavrı da kabul edilemez; biz, bunu da değiştireceğiz. Demokratik katılım süreçlerine, halk katılımını sürekli arttıracağız. Mesela; parti programımızda memurlara siyaset yasağını kaldıracağımızı söylüyoruz. Aynı dairede, aynı odada çalışan biri işçi, diğeri memur statüsünde; birisi siyaset yapabiliyor, diğeri yapamıyor. Bu yanlıştır. Memurların da örgütlenme, sendika kurma hakkı vardır. Sendika kurma hakkına sahip olan memurların siyaset yapmasının yasaklanmasının hiçbir mantığı da yoktur bence. Veya; teknolojinin bu kadar geliştiği ortamda, halkın, özellikle de STK’lar vasıtasıyla kanun teklifleri vermelerine imkan sağlayacağız. Kabineler oluştururken, bakanları belirlemesine imkan sağlayacak düzenlemeleri yapacağız. Sivil Toplum Kuruluşlarının Meclisteki komisyon çalışmalarına katılımları kurumsallaştırılacaktır. Böylece, halkın ve halk temsilinin, STK’ların da vasıtasıyla katılımını, etkisini sürekli etkinleştirecek bir gelecek öngörüyoruz. Bu, şu anlama geliyor: Temsili demokrasi, doğrudan demokrasiye özgü gelişmelerle desteklenecektir.
  
  Emrah ÖZDEMİR: Efendim, Soğuk Savaş tarzı siyasetten bahsettiniz. Sizin AKP’den ayrılmanız, siyasetin uygulanış tarzıyla mı ilgiliydi? Daha çok temel felsefe olarak değil de, biçimsel bir ayrılma mıydı?
  Abdüllatif ŞENER: Zaten, şu ana kadar anlattığım her şey temel felsefedir. Kavga, gürültü ve rantın artırıldığı bir yapı; sağlıklı bir yapı değildir. Türkiye’ye zarar veren, Türkiye’nin çözüm üretme yeteneğini yok eden bir yapıdır. Böyle bir yapı, küreselleşen bir dünyada bu ülkenin sorunlarının çözümünü imkansız hale getirmektedir veya ülke üzerindeki dış emellerin gerçekleşmesine uygun bir zemin hazırlamaktadır. Bizim temelde karşı olduğumuz şey, bu! İçeride kurumlar birbirine güvenmediği zaman, bir araya gelip, nasıl çözüm üretecekler? Güvenlik, terör; ülkenin en temel sorunudur. Bu ülkeye çözümü üretecek, siyasettir, güvenlik birimleridir, istihbarat birimleridir, diplomasidir; ama bunlar bir araya geldiği zaman, birbirlerine inanmıyor, güvenmiyor, birbirleriyle bilgi paylaşmıyorlarsa, içtenlikle birikimlerini ortaya koyamıyorlarsa, bu ülkenin en hayati konularında dış rüzgarlar ülkeyi nereye sürüklerse oraya gidiyoruz. Varlığıyla ilgili en temel konularda, dış rüzgarlara teslim olmuş bir yapı, mevcut siyasetin açmazlarından kaynaklanmaktadır. Bu, temel bir görüş farklılığıdır. Bunun değişmesi lazım. Aynı şekilde, kriz sonrası, ekonomi dünyada yeniden yapılanıyor. Ekonomi, ihtiyacımıza uygun olarak yeniden yapılanması lazım; ama sistemin çözüm üretme yeteneği olmadığı için, gelişmiş ekonomiler ihtiyaçlarına uygun olarak yapılanırken, dış dalgalar nereye sürüklüyorsa Türkiye bunu seyrediyor.
 
  Emrah ÖZDEMİR: Sizin ekonomik görüşünüz nedir? Mesela; kriz sonrası nasıl bir yapılanmayı öngörüyorsunuz?
  Abdüllatif ŞENER: Türkiye’nin, gelişmiş ekonomilerin değil, kendi ihtiyaçlarının bir gereği olarak yapılanması gerekir. Türk ekonomisinin neye ihtiyacı varsa, ona göre yapılanmalıdır. Bu; üreten, rekabet edebilen ekonomik yapıya ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Türkiye, üreten ve rekabet edebilen bir ekonomik yapıyı kurmadan, kriz sonrasına çıkarsa, bu gelecek için felakettir. Ekonomi, mevcut iktidarın elinde bir felakete doğru sürükleniyor. İşte, IMF görüşmeleri yapılıyor, bilmem ne yapılıyor… Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, bu değildir. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, üretim ve rekabettir. Dünyanın bitki çeşitliliğinin en fazla olan ülkelerden birisi olduğumuz halde; yüzlerce yıldır burada ziraatı yapılan birçok ürünün ziraatının artık yapılamaz olduğu, tasfiyeye uğradığı bir dönemi yaşıyoruz. Pamuk üretimi, neredeyse tasfiye olmuştur. Tütün üretimi, pancar üretimi tasfiyeye uğramıştır neredeyse. Süt hayvancılığı bitmiştir. Hâlbuki Türkiye’de; başta zirai üretim olmak üzere, üretimin her ne bahasına olursa olsun, desteklenmesi lazım. Dünyada petrol fiyatları düşerken bile, burada tarımın maliyetlerinin küresel rekabet ortamının dışına itilmesi, tarımı tüketmektedir. Ama dış rüzgarlar nereden vurursa, Türkiye oraya doğru sürüklenmektedir. Geleneksel olarak, 150 yıldır, Avrupa sanayisinin bile hammaddesi olan pamuğun önemli bir kaynağı olan Türkiye’de pamuk ziraatının içine düştüğü durum ortadadır. Türkiye üretim yapamaz, kendi pamuk ihtiyacını Yunanistan’dan karşılar duruma düşmüştür. Rakamlara baktığınızda, Türkiye’de sanayi sektörlerinin tümü, adeta süpürülme harekâtının içerisine çekilmiştir. Başta tekstil olmak üzere, tüm sektörler tasfiyeye uğratılmaktadır. Hâlbuki Türkiye, sanayisiyle, tarımıyla rekabet eden, sürekli üretimin desteklendiği bir ülke inşa etmek zorundadır. Rekabet edilebilir bir kur politikası kurmadan; palyatif olarak, işte yeni fabrika kurarsan, şu teşvikleri vereceğim, demenin anlamı yoktur. Mevcut fabrikalar kapanıyor, mevcut sektörler batıyor; yenisini yaparsan, şunu vereceğim demek, küresel rüzgarların Türkiye’yi süpürmesine yönelik esintilerine çanak tutmak olur.
  
  Emrah ÖZDEMİR: Partinize yeniden dönelim. Şu an bir milletvekiliniz var. Görüşmekte olduğunuz veya partinize katılmak isteyen vekiller var mı ya da bu tarz bir beklentiniz var mı?
  Abdüllatif ŞENER: Biz, yeni bir siyaset tarzını benimsiyoruz. Bu siyaset tarzını Türkiye’de hakim hale dönüştürmek için çaba harcıyoruz. Partinin kuruluş tarihini seçerken de temel ilkelerimizi gösterdik. 25 Mayıs 1944; Türkiye’de kurulan uçak fabrikasının ürettiği uçağın ilk yolcu seferini yaptığı tarihtir, İstanbul’dan Ankara’ya yolcu taşımıştır. 25 Mayıs 1954; Osmanlı’dan kalan dış borçların son taksitinin ödendiği gündür. 25 Mayıs, milli sermayeye ve milli ekonomiye vurgu yapan bir tarihtir.
   Bu yeni ilkeler ve bu bakış açısı doğrultusunda, şu anda gündemimizde Türkiye genelinde örgütlenmek var. En kısa zamanda teşkilatlarımızı kuracağız ve Türkiye genelinde güçlü bir parti olduğumuzu göstereceğiz; bunun için çaba harcıyoruz. Bir siyasi partinin elbette ki en temel hedefi, Mecliste güçlü bir şekilde temsil edilmektir ve iktidara gelmektedir. Biz, gireceğimiz ilk seçimlerde iktidarı hedefliyoruz, hazırlıklarımızı buna göre yapıyoruz; ama seçim evresinde hazırlıklarımız doğrultusunda, bu yeni siyaset tarzına gösterilecek ilgiye partimizi kapatmıyoruz; ancak bugün itibarı ile temel hedefimiz, teşkilatları tamamlamaktır.
  Emrah ÖZDEMİR: Peki, aldığınız tepkiler ne yönde, olumlu mu?
  Abdüllatif ŞENER: Şu anda, 12 heyet halinde Türkiye’yi tarıyoruz. Kurucularımız il, il dolaşıyorlar; oralardaki en uygun il başkanlarını tespit etmeye çalışıyorlar. Gittikleri yerlerde STK’lar ile görüşme yapıyorlar, gittikleri illerde mahalli basınla görüşmeler yapıyorlar. Bize gelen haberlere göre; gittikleri her ilde büyük ilgiyle karşılaşıyorlar, illerde Türkiye Partisi’ne yönelik rüzgar vardır; bu rüzgar, bu hareketi iktidara taşıyacaktır.
 
  Emrah ÖZDEMİR: Sizin ilginç bir duruşunuz var. Siz AKP’deyken hem muhalefette, hem de kendi cenahınızda saygı duyulan bir kişiydiniz. Gözlemlediğimiz kadarıyla, uç noktalarda değil, daha birleştirici bir siyaset izliyordunuz. Ama size şöyle bir eleştiri getiriliyor: Madem çıkacaktınız, rahatsızdınız; 5 sene neden beklediniz?
   Abdüllatif ŞENER: Bir şeylerin düzelmesini umut ettik. Bir aile düşünün, huysuz bir karısı olan bir adamı veya huysuz bir kocası olan bir kadını düşünün; belli bir süre düzeleceklerini umut ederek bekleyebilirler. Sonunda ayrılmaya karar verebilirler. Ayrılmaya karar verdikten sonra bile, Türkiye’de boşanmaların çok kolay olduğunu söyleyemezsiniz. Bu, yıllar alabilir. Dolayısıyla, bizim süreç de buna benzer. Düzelebileceğini umut etmişizdir, mücadelemiz ona göre belirlemişizdir. Ama sonunda hiçbir şeyin değişmeyeceği, eski ve köhnemiş, Soğuk Savaş döneminde kalmış siyaseti sürdürmede kararlı bir genel başkan ve bunu devam ettirmede kararlı bir parti yapısı gördüğümüz için ayrılmışızdır. Türkiye’ye bir an önce yeni şeyler söylemek gerektiğine inanmışızdır. Onun için Türkiye Partisi’ni kurduk.
 
  Emrah ÖZDEMİR: Gerçek olup olmadığı belli olmayan bir belge var. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz? Zaten Ergenekon sürecinin hepsi, ülkemizi kamplara ayırdı. Bahsettiğiniz gibi bir siyaset sürdürebileceğinize inanıyor musunuz?
  Abdüllatif ŞENER: Ben burada şuna kızıyorum: Gazetenin biri, bir belge yayınladı. Bu belge sahte mi, değil mi; ayrı bir şey. Anlayacağız onu. Bu belgenin tarafları var ve taraflar karşılıklı sert demeçler vermek suretiyle, ülkeyi ayrıştırdılar, güvensizliği derinleştirdiler. Bir taraftan iktidar partisinden, bir taraftan Genelkurmay’dan sürekli açıklamalar getirildi. Ve karşılıklı demeçlerin ardından bir hafta geçtikten sonra da, Genelkurmay Başkanı ile Başbakan görüşme yaptılar. Ben diyorum ki; böyle bir şey ortaya çıktığında, hemen niye görüşmediniz? Bunun üzerinden siyaset olmaz! Türkiye hukuk devletidir, demokratik bir ülkedir. Hukuk devletinin gerekleri neyse, demokrasinin gerekleri neyse; bu ülkede hakim olacak şey odur. Güvensizliği derinleştirecek, kavgaları arttıracak tutum ve davranışlar ülkeye zarar verir; vatandaşlarımıza zarar verir. Ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak, devletin tepesinde yapılan kavgalardan zarar görmek istemem. İsterim ki bu ülkede her şey iyi olsun. Bu sürecin devlet büyüklerinden nasıl idare edildiğine bakıldığında da; önce kavga ediyorlar, sonra bir araya gelip yumuşuyorlar. Olmaz! Güvensizliği derinleştirmeyin, önce kavga etmeyin; önce görüşün ve konuyu hukuk zemininde çözümlemeye bakın.
   Biz ne yapacağız? Biz Türkiye Partisi olarak, halka inanıyoruz, halka güveniyoruz; demokrasinin temel bir prensibi vardır: Halk yanılmaz. Biz bu temel ilkeye inanıyoruz ve ülkede karşılıklı güven ortamını zenginleştirmeyi, derinleştirmeyi siyasetimizin özü sayıyoruz.
 
  Emrah ÖZDEMİR: Katılımcılıktan bahsettiniz biraz önce. Gençlerin, kadınların katılımı çok düşük. Meclis’in yaş ortalamasını da, Meclis’teki kadın oranlarını da biliyoruz; çok düşük. Demokratik katılımın yerleşmesi açısından, bu konuda neler yapacaksınız?
   Abdüllatif ŞENER: Biz Türkiye Partisi’yiz; Türkiye, bu partide vardır. (1) Kadınlarımızın siyasete katılımı arttırılmalıdır; bunu sağlayacağız. Türkiye’de siyasette etik kurallar yerleşmediği için; rekabet ahlaki sınırları aştığı, kaba bir rekabet ortamı bulunduğu için kadınlarımızın siyasete katılımı hep sınırlı kalıyor. Ama biz siyasete ahlak getireceğiz, etik ilkeler getireceğiz. Kadınlarımızın da siyasete katılımının yaygınlaşacağı, artacağı bir zemin oluşturmaya çaba harcayacağız ve tüm kadınlarımıza Türkiye Partisi saflarında siyasete katılım daveti veriyoruz. 33 kurucumuzdan 9’u kadındır; biz bunun yeterli olduğunu düşünmüyoruz, ama kurucularımızın yüzde 28’i kadındır. Hiçbir partide kadınlarımızın temsil oranı bu düzeyde olmamıştır; ama biz bunu da yeterli görmüyoruz ve bu katılımın arttırılması gerektiğini düşünüyoruz. (2) Aynı şeyi gençlerimiz açısından da söylüyoruz. Türkiye genç nüfusa sahip bir ülkedir. Gençlerin beklentileri, siyasetin özünü oluşturmak zorundadır. Gençlerimizi yoğun bir şekilde Türkiye Partisi’ne katılmaya davet ediyoruz. Hiçbir partide olmadığı halde, 33 kurucumuzdan 3’ü 30 yaşın altındadır. Yani; kurucularımızın %9’u 30 yaşın altındadır, kurucularımızın %64’ü 50 yaşın altındadır, 60 yaşın üzerinde sadece 2 kurucumuz vardır. Biz gençliği ve kadınlarımızı kurucularımızı oluştururken de ağırlıklı bir şekilde temsil etmeye özen gösterdik; ama siyasetin zemini gençlerimizin ve kadınlarımızın katılımını yoğunlaştıracak şekilde, sürekli olarak düzenlenecektir. Kadınlarımızın ve gençlerimizin partisi burasıdır.
  Emrah ÖZDEMİR: Söylediğiniz ilkelere uyan parti olursa, kendi partinizin çatısı altında veya başka bir çatı altında birleşmeyi düşünür müsünüz?
   Abdüllatif ŞENER: Türkiye Partisi kurulmuştur ve yeni siyaset ilkeleriyle yoluna devam etmektedir. Halka doğruları hatırlattığınızda doğruyu bulur. Türkiye Partisi’nin rüzgarı tüm siyasi partileri değiştirecektir. Tüm siyasi partiler, bu eski ve ülkeye zarar veren siyaseti terk edeceklerdir. Biz Türkiye’deki siyasal iklimi değiştirmek üzere yola çıktık. Tüm siyasi partileri etkileyeceğiz ve tümü değişecek.
 
  Emrah ÖZDEMİR:  Gençlerin oluşturduğu dergimiz aracılığıyla, gençlere göndereceğiniz bir mesajınız var mı?
  Abdüllatif ŞENER: Bütün gençlerimizi, siyaseti gençleştirmek için Türkiye Partisi’ne bekliyoruz.
 
  Emrah ÖZDEMİR: Gençleri politize etmek için net bir politikanız var mı?
  Abdüllatif ŞENER: Ben, bizim kuşağın veya bizden önceki kuşağın söylemleri arasında bulunan ifadelere katılmıyorum. Yani, bizim ve bizden önceki kuşak der ki; “Bizden önceki gençler siyasete çok ilgi duyarlardı, şimdi ilgi duymuyorlar.” Ben bu cümleye katılmıyorum. Üniversite hocalığı yaptım; 97’den önce de, 2007 seçimleriyle milletvekilliğini bıraktıktan sonra da. Ben gençlerimizi Türkiye sorunlarına karşı duyarlı buluyorum. Siyaset dediğiniz şey, zaten, ülke sorunlarına karşı duyduğunuz yakınlıktır, duyarlıktır. Dolayısıyla “gençler siyasete ilgi duymuyorlar” cümlesini yanlış buluyorum. Bizim kuşak ve bizden önceki kuşak, karşılıklı kavga etmeyi, kafa göz kırmayı siyasi duyarlık kabul ediyordu; o, bir yanlış algılamaydı. Gençlerimiz, belki bizim ve bizden önceki kuşaktan daha fazla siyasete duyarlıdırlar, ülke sorunlarına duyarlıdırlar; ama medeni bir şekilde duyarlıdırlar. Ülkeyi kurtaracak olan da, doğru olan da budur.
 
  Emrah ÖZDEMİR: Partilerin etkisiyle mi siyasete ya da aktif siyasete ilgi duymuyorlar öyleyse?
  Abdüllatif ŞENER: Partiler dışlama etkisi yapıyorlar, gençlere karşı ve ben, partilerin tavrını yanlış buluyorum. Gençlerimize; buyurun, siyaseti beraber yapalım, diyorum.
  
  Emrah ÖZDEMİR: Yoğun gündeminizde zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.
  Abdüllatif ŞENER: Ben size teşekkür ederim.
 
iletisim@PolitikaDergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.