Politika Dergisi - Ali Müfit Gürtuna Mülakatı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
PD Roportaj Ekibi: 
Gökhan DAĞ
PD Roportaj Ekibi: 
Yamaç KONA

   Ali Müfit GÜRTUNA Kimdir? 

   Eskiden Konya'ya, şimdi ise Karaman'a bağlı Ermenek ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Karaman'da bitirdi. Daha sonra İstanbul'a yerleşen Gürtun'a, İstanbul Pendik Lisesi'nden mezun oldu. Lise sonrası, ODTÜ (Ortadoğu Teknik Üniversitesi) İngilizce bölümünü bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne devam etti ve buradan mezun oldu.

   Çalışma hayatına daha öğrencilik yıllarında başlayan Ali Müfit Gürtuna, önce gazetecilik yaptı. Bu kariyerine TRT Haber Dairesi'nde devam etti. TRT Parlamento muhabirliği görevinde bulundu. Bir müddet sonra TRT ve Ankara'dan ayrılarak tekrar İstanbul'a yerleşen Gürtuna, tekstil ve inşaat alanlarında aile şirketlerini kurarak ticari hayatta yoğunlaştı. Bir hukuk bürosu kurdu. Ayrıca bir çok özel kuruluşların yanında, Türkiye Denizcilik İşletmeleri (TDİ) Türkiye Çimento Sanayi, Kıbrıs Türk Petrolleri Ortaklığı'nda yönetim kurulu üyeliği ve danışmanlık yaptı.

   1970'li yıllarda kültür, sanat ve sosyal alanda yoğun çalışmalar yapan ve çeşitli kuruluşlarda başkanlıklar yürüten Gürtuna, siyasi çalışmalara 1983'te ANAP'ın kuruluşu ile başladı. Merhum Turgut Özal'ın davetiyle, siyasi çalışmalara dahil olan Ali Müfit Gürtuna, 1984'de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis üyesi seçildi. Meclis hukuk komisyonu ve meclis başkanlığı gibi görevlerde bulundu. Bir yandan da ANAP Kartal ilçe başkanlığı görevini sürdürdü.

   1992-1993 yıllarında siyasi çalışmalara ara veren Gürtuna, 1994 seçimlerinde yeniden İstanbul Büyükşehir Meclis üyeliğine seçildi. Meclis başkanlığı ve belediye başkan vekilliği görevini sürdüren Gürtuna, 1998 Kasım ayında belediye meclisinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na seçildi. 18 Nisan 1999'da yapılan yerel seçimlerde bu kez halk tarafından yeniden aynı göreve seçildi.

   İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde, İstanbul'un alt yapı sorunu çözüldü. Su, atık su ve doğal gaz ihtiyacı tamamen giderildi. Büyük çevre projeleri hayata geçirilerek İstanbul, çevre sorunlarından arındırıldı. Dereler ıslah edildi, Haliç ve Marmara Deniz'i temizlendi. Çöpten geri dönüşüm sağlayan, dünyanın en büyük tesisi açıldı. Yine çöpten elektrik üreten, dünyanın ikinci büyük tesisi hizmete girdi.

   Çok büyük bir yeşillendirme hamlesi yapıldı. Ulaşımda kalıcı sistemler ve projeler üretilerek önemli rahtlık sağlanmıştı. Metro tamamlandı, havaalanına metro götürüldü. Raylı sistem atağı ile birlikte, 100 kavşak ve 500 kilometre yol yapıldı.

   İstanbul'un her yerinde kültür merkezleri, spor tesisleri, parklar, Minia Türk gibi ilginç eserler, bu dönemde İstanbul'a kazandırıldı. 50 günde 100 eser ve Fetih'in 550. yılında 550 eser gibi hamleler ve kampanyalar asla unutulmayacaktır. Yine bu dönemde Sosyal Doku Projesi hamleleri hayata geçirildi.

   Öğrencilere katkılar, Kadın Koordinasyon Merkezi'nin destansı çalışmaları, fakir ailelere destekler, yaşlılara, kadınlara, gençlere yönelik çalışmalar gönüllerde yer etti.

   İstanbullu Olmak- Ben İstanbulluyum, Binalarımızı Giydirelim, Binalarımız İstanbul gibi güzel olsun kampanyaları İstanbul'un tarihine geçecektir.

   İstanbul Metropol Alan Plan çalışmaları ve Tarihi Yarımada Plan çalışmaları tamamlandı. Deprem ve afetle ilgili çok büyük ve önemli hamleler yapıldı. Dünyanın en modern ve ileri afet yönetim sistemi AKOM (Afet Koordinasyon Merkezi) kuruldu. Zemin Etüdleri ve Deprem Master Planı tamamlandı.

   Bilişime, teknolojiye büyük önem verildi. İstanbul'da düzenlenmekte olan Bilişim Fuarı'na, uluslararası nitelik ve etkinlik kazandırılarak, Avrupa'nın en büyük fuarcılık şirketi Hannover Messe AG'nin CEBİT zincirine dönüştürüldü.

   2023 vizyonu ve eylem planı üretilerek yöneten şehir - lider şehir İstanbul konsepti ve iddiası ortaya kondu.

   Birçok kültür, sanat derneklerinde sosyal içerikli vakıf ve derneklerde spor kulüplerinde yöneticilik ve başkanlık yaptı. Siyasi, sosyolojik ve çevresel konularda araştırmalar yaptı, makaleleri yayınlandı. Çalışmalarında sayısız ödül alan Gürtuna, Türkiye'de ve dünyada bir çok kuruluş tarafından yılın belediye başkanı seçildi.

   2002 yılında Dünya Büyükşehirler Teşkilatı Metropolis'in düzenlediği bir yarışmada, bir çok ülke ve şehirlerin değerlendirilmesi sonucu Haliç Projesi ile dünyada Yılın Çevre Ödülü'nü kazandı.

   2003 yılında Paris Sorbonne Üniversitesi tarafından şehircilik dalında, dünyada yılın belediye başkanı unvanına layık görüldü.

   Yine 2003 yılında İstanbul'un alt yapısı için hazırlanan gelişmiş bir coğrafi bilgi sistemi (İSKABİS) ile Washington'da yapılan ve dünyanın önemli şehirlerinin katıldığı bir değerlendirmede teknoloji dalında birincilik ödülü aldı.

   2003 yılında, Atina ve Roma belediye başkanlarıyla birlikte "Şehir diplomasisi" kavramını hayata geçiren önemli bir girişim olarak Dünya Şehirlerarası Diplomasi Enstitüsü'nü kurdu.

   Türk—Yunan ilişkilerinin kötü durumda olduğu, hatta 1999 Temmuz'unda Ege'de iki ülke savaş gemilerinin gerilimli biçimde karşı karşıya geldiği bir atmosferde Atina Belediye Başkanı Avramapulos'la birlikte gerginliğin giderilmesine katkı sundu. 

   Okumayı ve sanatı çok seven Gürtuna, Ayvazovski resimleri, hat, ebru, tesbih ve cep saati koleksiyoncusudur.

   Evli ve 3 çocuk babasıdır.

 

Not: www.turkuazhareket.org adresinden alınmıştır.

 

   Ali Müfit GÜRTUNA Mülakatı

   Yamaç KONA: Turkuaz Hareket’ten başlayalım. Turkuaz Hareket’in siyasi hedefi nedir?

Ali Müfit GÜRTUNA: Turkuaz uzun soluklu bir inovasyon hareketidir. Turkuaz sürdürülebilir bir hareket; bir ihtiyaç, bir proje, bir çözüm hareketidir.

   Bugünkü problemlerin özünde, Türk siyasetindeki çarpıklık vardır. Dolayısıyla eksikliğini gördüğümüz çerçevede iki temel yaklaşımla, yani, (1) Bilgiye, felsefeye, projeye ve programa dayalı siyaset, (2) Ayrıştırmayan, birleştiren siyasetle yeni bir siyaset kültürü oluşturmaya çalışıyoruz.

   Birleştirici, pozitif milliyetçiliği benimsiyoruz. Yani insanını, ülkesini seven, tarihine sahip çıkan, milletini, toplumunu seven bir anlayış.

   Turkuaz Hareket; “Güçlü ve Mutlu Türkiye” hedefine yönelmiş, güçlü programları yönetmeyi hedefleyen bir çözüm hareketidir.

   Özgürlükçü demokrasiye inanan, sosyal devleti ve liberalizmi “Aktif Sosyal Devlet” kavramıyla örtüştüren bir yapı formülü üretiyoruz.

   Hedefimiz; yenilikçi, gelişmeci, bilgiye dayalı, değerlere bağlı siyasettir. Bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi hedefimizdir. Birlik esaslı bir çabanın içerisindeyiz. Ruhunda birliği hisseden herkese ve her kesime açık bir yapı üretiyoruz. Bizim bütün çabamız ve kurgumuz hizmete odaklı bir siyaset hazırlığı içerisindeyiz.

 

   Yamaç KONA: Burada merak ettiğim şu; Turkuaz Hareket nasıl bir ortamda filizlendi, nasıl kuruldu ve kimlerle yola çıktınız?

Ali Müfit GÜRTUNA: Turkuaz Hareket'in doğuşunu gerektiren sebepler Türk siyasetinin içinde bulunduğu şartlardır. Öteden beri süregelen yapıya baktığımız zaman sonsuz bir siyaset mantalitesini görmekteyiz. Yani şöyle diyebiliriz; bir tavuğu kuluçkaya yatırıyorsunuz, ama altına yumurta koymuyorsunuz; yıllar geçse de bekleseniz civcivler çıkmıyor. Yahut Mevlana'nın güzel bir sözü var; der ki; “Eğer siz bardağınızı çeşmeye uzatmamışsanız bin yıl dolası değil.”.  Yani sonuç alacak bir eylemi, bir hareketi üretmemişseniz sonuç doğmaz. Bugünkü Türk siyasetinin yapısına baktığımızda da bilgiye dayalı bir siyaset değil, değerler zemininde bir siyaset değil; yani etik değerlerin kaybolduğu bir yapı var ne yazık ki. Siyasetin içindeki herkes böyledir diye suçlamıyorum ama dominant olan vâkıf olan iklim bu üzülerek ifade etmek istiyorum. Oysa çok kıymetli insanlar var; hakikaten sevgiyle, saygıyla takdir ettiğimiz çok değerler var. Ama bu değerlere baktığımız zaman iklimini bulup hizmet fırsatını ele geçiremiyorlar. Niye? Hakim olan yapı bir dar çevre kadro yapısı. Bugünkü iktidar yapısına da baktığımız zaman bir dar çerçeve, bir yakın çevre çalışmasını görüyoruz. Sonuçta 10 yıl da geçse, 20 yıl da geçse, 50 yıl da geçse Türkiye'nin hayrına, Türkiye'nin faydasına bir şey üretmesi mümkün değil. Bir sonucun çıkması için, sebebin olması gerekir. Sebebin de pozitif olması halinde pozitif sonuç çıkar. Onun da yolu liderlik üretmektir. Türkiye'deki siyaset liderlik üretmiyor. Yani bir gelecek vizyonu, gelecek hayali üretip, o gelecek hayalini bir stratejik akla, o stratejik aklı da bir tatbikat projesine çevirecek bir yönetim erki, bir liderlik gücü oluşmuyor. Oluşmadığı için de o gelecek geldiğinde Türkiye yine eli boş şekilde karşılıyor onu. Gelecek mutlaka geliyor, gelecek bir gün gelecek, ama o geleceğe şimdiden hazırlıklı olmak lazım. Ben gelecek bilimi ile de biraz ilgiliyim şu açıdan; toplumsal anlamda ifade ediyorum, dünya 10 yıl sonra nerede olacak, 30 yıl sonra nerede olacak, 50 yıl sonra nerede olacak? Hangi ülkenin hangi vizyonu, hangi hedefleri var? Bunları ortaya koyuyoruz ki kıyaslama yoluyla nerede olduğumuzu anlayabilelim. Benchmarking denen bir kavram var. Nedir o? Kıyaslayarak değerlendirme yapmak. Şimdi bizim siyasetçilerimize baktığımız zaman, müthiş kahramanlık öyküleri dinliyoruz, çok büyük işler yapılmış gibi bir hikâye ortamını görüyoruz. Ama realiteye bakıyoruz; tam tersi. Peki, ne oluyor? Boksörün hikâyesi var. Antrenör ringde boksöre moral veriyor. Çok iyi gidiyorsun, süpersin; sen galip geleceksin diye. Tabii o da çok zor durumdaymış, demiş ki hocasına: “İyi ama bu kadar yumruğu bana kim atıyor?” Şimdi Türkiye'de eğer madem her şey çok iyi gidiyorsa, Türkiye'nin bu halinin sebebi ne? Tarım bitmiş. Bizzat AKP'nin kendi partilisi feryat ediyor. Ama buna rağmen adam azarlamayla karşı karşıya kalıyor. Ey vatandaş sen çiftçisin, yaşını başını almış bir adamsın, bir şeyler demek istiyorsun. “Gel, ne diyeceksen anlat” yaklaşımını sergilemek varken. İtham etme, karalama, bağırıp çağırma, azarlama... Demek ki siyaset alttan gelen etkileşime de kapalı. Hem istiyor ki; benim dediğim olsun, herkes bana tâbi olsun, kimse itiraz etmesin, tenkit müessesi olmasın, kritik müessesi olmasın, istişare danışma gibi bir kavram olmasın. Ee, o zaman bu sistemin adına demokrasi dememiz mümkün değil ki. Yani; birinci olarak, bilgiye dayalı siyaset yapılanması olmadığı için, iki: demokratik, katılımcı gerçekten özgürlükçü insan varlığına saygı duyan bir yapı olmadığı için ve etik değerler zeminde bir siyaset yapılmadığı için...  Türkiye'de şu an var olan yapı, değer odaklı siyaset olmaktan çıkmış, çıkar odaklı siyaset ortamına dönüşmüştür. Bunun için özü itibarıyla biz sonuç üretecek, gelecek üretecek, bilgi toplumu kavramı çerçevesinde yeni yetişen tüm gençliği ayırt etmeksizin bu heyecan içine alacak bir siyasal çıkışa ihtiyaç var. İster Van’da doğsun, ister Edirne’de, ister Akdeniz, ister Karadeniz; biz doğan her çocuğumuzu bu ülkede, bu gelecek vizyonunun içine almak durumundayız. Bilgi toplumunun temeli odur. Herkese ihtiyaç vardır. Kimseyi dışlayamayız. Artık ilk çağ toplumu değiliz. Bir tane adam çıksın hepimize emir versin, buyurgan bir yapı vs. İşte her şey öyle gitsin. Bu mümkün değil. Muazzam bir yarış var dünyada; çünkü bu yarışta ya var olacak, ya yok; orta yolu yok. İlk Çağ’da, Orta Çağ’da; çağdan geri kaldığınız zaman, bunu telafi imkânınız olurdu. İşte biri tekerleği icat etmiş, siz bunu almışsınız. 500 sene de geçse sonra o tekerleği alıp hayata monte edip yürümeniz mümkündür. Ama şimdi ise o kadar muazzam bilgi hamlesi var ki 15 saniyede bilgi eskiyor. Artık bir buluş yapabilmeniz için 2500 alt buluşa ihtiyacınız var ki siz 2501 buluşu bulabilesiniz. İşte bu yüzden biz bilgi toplumuna önem veriyoruz. Ve toplumdaki yetişen her gencin bu kavramın içinde olması gerektiğini vurguluyoruz. Her doğan çocuk Türkiye için bir değerdir. Bu gözle bakarsak ona sahip çıkarız. Ama bana oy verdi, vermedi; şuralı, buralı; şu inançtan, bu inançtan gibi ayrımlarla halkımızı ayırır, çok az bir kesimi yanımızda tutarsak Türkiyemizin muazzam dinamizmini dışlamış oluruz. Onun için bugünkü yapının bir eksikliği de ayrıştıran, bölen bir yapı olmasıdır. E, bu da hoş değil. Dolayısıyla bunun bir adım ötesi, kavgaya dayalı bir yapısı vardır. Yani Türk siyasetinin negatif yapısı var. Şimdi negatif yapıdan pozitif sonuç doğmaz. Onun için diyoruz ki bu negatif yapının temizlenmesi yerine pozitif bir kurgunun hâkim olması gerekir. İşte Turkuaz bu ihtiyaçtan yola çıkarak kuruldu. Bu dediğimiz gibi bir kişinin, tek adam hareketi olarak ortaya çıkan bir şey değil. Bilgi toplumu hedefi varsa, siyasette de bilgiye dayanan bir yapılanmayı esas alıyorsa; var olan bütün toplum bu hareketin parçasıdır. O gözle görüyoruz. Onun için Turkuaz Hareket'in siyaset zemini 3B esasına göre oluşmuştur. 1; Barıştır, barışın olmadığı yerde hiçbir şey olmaz. 2; Birliktir, birliği çok önemsiyoruz. Çünkü küresel yarışta milletimizin insan gücü en büyük rekabet kaynağıdır. Bunu çok iyi görmemiz lazım. 3; Bilgidir, bilgiye dayalı olmayan ne bir devlet yapısı liderlik üretir. Ne bilgiye dayalı olmayan ekonomi katma değer üretebilir. Onun için bunları ortaya koyan bir siyasi aksiyon, çözüm hareketi olsun istiyoruz.

 

   Yamaç KONA: Anlıyorum, peki siz planlı bir insansınız. 2023 yılı vizyonunuz var, okuduğum kadarıyla. Turkuaz Hareket kurulduğunda planladığınız şeylerin ne kadarına ulaşabildiniz? Ne kadar yol kat ettiniz? Hangi evrelerden geçti Turkuaz Hareket ve ne zaman partileşme evresine geçeceksiniz?

Ali Müfit GÜRTUNA: Türkiye’de ilk defa 2023 kavramını biz ortaya atmıştık. Belediye başkanı olduğumda 1998 sonu. Ben hep şunu gördüm; birçok kişi belediye başkanı oldu, birçok kişi İstanbul’a bir şeyler yapmaya çalıştı. Ama İstanbul buna rağmen kötü. Bunun bir sebebi olmalı. Benden beklenen ne, başkan olarak; onu düşündüm. Yollar, kavşaklar yapmak mı? Günlerce hatta aylarca üzerinde çalıştım. En son geldiğim nokta şu oldu, İstanbul’un bir gelecek projesi yok. İstanbul’da gördüğüm temel eksiklik, bir sahipsizlik, bir itilmişlik. Yapmamız gereken İstanbul'a gelecekte iddia sahibi olacak bir yapıyı, bir gelecek projeksiyonunu oluşturmaktı. Bunu biz 25 yıllık bir periyoda bağladık. 2005 yılına kadar yaşanan şehir İstanbul hedefi. 2010'a kadar yöneten şehir İstanbul hedefi ve Avrupa Kültür Başkenti hedefi. 2023 yılında Avrasya Coğrafyasının lider şehri. 2023 yılına kadar olacak şehirleşmeden sonra zaten Dünya ile yarışacak bir İstanbul'u hedefledik biz. Ve demin de söylediğim gibi benchmarking kavramı bir yarışmayı ifade eder. Yarışmayan yapıların gelişmesi de azdır. Niye her olimpiyatta rekorlar kırılıyor? Çünkü onu kırmak isteyen, geçmek isteyen insanlar var. Dünya hayatı da böyle. Yarışmıyorsanız, ne kadar geliştiğinizin farkına varamazsınız. Aslında dünyada bir yarış var; tüm mesele bu yarışta var olup olmamaktır. Bir Afrika atasözü var, der ki; her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. O aslan bilir ki; ceylandan, antiloptan daha hızlı koşamazsa aç kalır, ölür. Ama Afrika'da her sabah bir ceylan uyanır. O ceylan da bilir ki; en hızlı aslandan daha hızlı koşamazsa, canından olur. Bugün dünyadaki yarış da bu, şehirlerin yarışı. Varsınız veya yoksunuz. O noktaya gelmiştir bu yarış. Dolayısıyla ben yarışmıyorum deme hakkınız yok, yarışta olmak zorundasınız. Dolayısıyla onun şartlarını yerine getirmek mecburiyetindesiniz toplum olarak. İşte biz de bu iklimi hazırlayarak, toplumu yarışacağı bir ortama taşımak amacındayız. Bizden sonra maalesef bizim uyguladığımız planlar ters yüz oldu. Biz İstanbul'da nüfusu azaltıp hayat standardını yükseltmek isterken, şimdi hayat standardını düşüren her tarafı yapılarla doldurarak rant üretip nüfusu arttıran bir yapı ortaya çıktı. Sonra deniliyor ki; problem oluyor. Yani şu temel kuraldır, bunu bilmeyen şehirleri ve ülkeleri yönetemez, yönetiyorum diyorsa yalan söylüyordur. Nüfus arttıkça problem artar. Nüfus arttıkça kişi başına düşen iyi şeyler azalır, kötü şeyler artar. Olayın özü bu. Ve bir şehirde nüfusun artışı aritmetiktir, problemin artışı geometriktir. Onun için şehirlerde nüfusu arttırmamak, yaşam kalitesini arttırmamak bir vizyonel hedeftir. Ne yazık ki bundan da vazgeçildi ve tam tersi uygulanıyor. Ondan sonra da trafik oluyor; olacaktır, su problemi oluyor, çevre problemi oluyor; olacaktır. Her türlü problem olacaktır. Onun için ülke yönetimine de bakarken böyle bakıyoruz. Siyasetin 3 aşaması var, 1; hazırlık aşamasıdır. 2; iktidara gelme aşamasıdır. 3; iktidara geldikten sonra ülkeyi düzgün biçimde yönetme aşamasıdır. Ama Türkiye'deki siyaset anlayışı tek aşamalı: Ne yaparım da iktidara gelirim? Bütün kafalar iktidara gelme üzerine kurgulanmıştır. Dolayısıyla hazırlık aşaması yoktur ve önemsizdir. Hazırlık aşamasına masraf iktidara nasıl gelirimin hazırlığıdır. Dolayısıyla iktidara gelince Türkiye'yi, toplumu, devleti yönetirimin hazırlığı olmadığı için, günlük ya da başkalarının etkisi altında, o günkü esen rüzgara göre bir yönetim anlayışı şekillenir. Bu asla vizyonel değildir. Asla liderlik vasfında bir yönetim değildir. Sadece günü kurtarmaya yöneliktir. Onun da Türkiye'ye ve hele büyük ülkelere verebileceği bir şey yoktur.  Aksine büyük gemilerin dalgalı okyanusta kayalıklar arasında parçalanıp gitmesine sebebiyet verdiği gibi Türkiye gibi büyük bir ülkenin kaptansız, yönetimsiz tarihin kayalıkları içerisinde gidebilmesi asla mümkün değildir. Dolayısıyla Türkiye bugün bu ciddi sıkıntıyı yaşıyor. Gemimiz bir o tarafa bi bu tarafa sallanıyor. Su almaya başladı. O bakımdan biz de Turkuaz Hareket olarak sadece siyaseti iktidara gelme projesi olarak değil, asıl sorumluluk bilincimizin gereği iktidara geldikten sonra en iyi şekilde nasıl yönetiriz’i düşündüğümüz için şimdiden bunun hazırlıklarını yapıyoruz. Bu önemli bir aşamadır. Bizde genelde bu tür hazırlıklar önemsenmez. Toplum hayatımızda da plan proje ön hazırlık önemsenmez. İşe başlayalım da arkası gelir şeklinde gider ama o iş hiç verimli olmaz. Sebebi de kendimizde aramayız, başkalarında ararız. Biz bu çerçeve bir fikri zemini oluşturacak çalışmalar yapıyoruz. Bir hareketin fikri zemini olması lazım. Fikir öldü filan deniyor, ben bunu insanoğlu öldü gibi anlıyorum. Yani fikir ölmüşse, insanlıkta ölmüştür. Onun için fikri, felsefeyi, genel entelektüel birikimi, entelektüel sermaye kavramını önemsiyoruz. Bundan hareketle de Türkiye'nin geleceğinin var olan problemlerin nasıl çözüleceği üzerine proje yoğunlaştırıyoruz. Artı; gelecekte dünyayla nasıl yarışacak? Yani önümüzdeki 25 yılını Türkiye'nin 100 yıllık bir hamle şeklinde gerçekleştirmek üzere plan yapıyoruz. Çünkü zaten bir geri kalmışlık var. Önümüzde 25 sene var, hem o 25 seneyi hem de aradaki farkı kapatmak için bu 25 yıla 100 yıllık hamleyi sığdırmamız lazım. Bu da çok iyi bir hazırlık gerektirir. Eğer biz olimpiyat rekoru kıracaksak, insanlık tarihine yeniden çıkıp yarışta var olacaksak, çok iyi hazırlanmamız lazım. Yoksa bugünkü gibi sadece sloganlarla, sadece kandırmayla aldatmayla ne liderlik üretebiliriz ne de Türkiye'ye bir fayda. Onun için fikri çalışmayı, proje hazırlığı çok önemsiyoruz. Bir yandan da Türkiye'nin her yerinde kitleler oluşuyor. Bize gelen davetler oluyor konuşmalar, iş dünyasından, sivil toplum dünyasından, üniversitelerden çok sayıda davetler alıyoruz, konuşmalar yapıyoruz, sohbetler yapıyoruz. Bir şeyler anlatmak isteyen varsa dinliyoruz. Dolayısıyla yeni bir siyaset tarzını topluma aktarmaya çalışıyoruz. Yani; artık bu Orta Çağ tipi, kavgaya, hakarete dayalı siyaset anlayışı terk edilmeli. Yeni siyaset tarzı dediğimiz; bilgiye dayalı, üslubu güzel, ayrıştırmayan, toplumu birliğe çağıran, gücünü bilgisinden alan bir siyaset anlayışını biz toplumun önüne koymak istiyoruz. Onun için çalışmalarımız bu yönde gidiyor, hedefler ciddi olduğu için ve istismara dayalı, tahrike dayalı olmadığı için belki mesafe almak zaman isteyebilir ama kalıcı olan da budur diye düşünüyoruz. Öbür türlü siyasetin kalıcılığı da yoktur. İşte bir dönem iktidara geliyor, başarısız oluyor. Ayakta kalmak için kavga oluşturarak kaos ortamı yaratıyor. E, bu da Türkiye'yi bitiriyor zaten. Bu anlayışla gidersek ileride üzerinde siyaset yapacağımız bir Türkiye kalmayacaktır, Allah korusun.

 

   Yamaç KONA: Partileşme konusuna değinmediniz.

Ali Müfit GÜRTUNA: İşte partileşme kavramı da bu aşamaların arkasından, yani Türkiye'de fikri liderliğin üretilmesi arkasından, toplumsal liderliğin üretilmesi, topluma aktarılması ve bunun üzerine siyasal liderliğin üretilmesini düşünüyoruz. Fikri içeriği yok, toplumsal bir karşılığı yoksa bunun kalıcılığı da olmaz. Sonuç üreten bir siyaset de olmaz. İşte şartların da oluşmasıyla birlikte siyasal hazırlıklarımız devam ediyor.

 

   Yamaç KONA : Sayın Gürtuna benim merak ettiğim bir şey var burada, 2 yıl önce bir röportajınızda 6 ay sonra siyasi partimiz faaliyete geçecek demiştiniz. Ne oldu da  bu, hazırlıkların yeteri kadar ilerlediğini düşünmediniz mi fikrinizden vaz mı geçtiniz, Ne oldu da o süreçte bu gerçekleşmedi?

Ali Müfit GÜRTUNA: Birkaç sebebi var. Birincisi tabi erken seçim kavramı devreye girdi. Çünkü bir hazırlık dönemine ihtiyaç var. Cumhurbaşkanlığı seçimi veya hemen akabinde bir erken seçim gündeme girince, artı olarak, çıkıp seçime girmek söz konusu olacak. İkincisi toplumsal yapının biraz daha olgunlaşmasının gerektiğini de doğrusu gördük. Toplumun yeni bir partiye her şeyin ötesinde yeni bir çözüm hareketine ihtiyaç duyması lazım. Parti çok, 50 küsur parti var; 55. parti olmak değil mesele. Bugünkü düzene alternatif üretmemiz lazım. Bugünkü, tabir yerindeyse; bozuk düzene, sonuç üretmeyen, bilgi üretmeyen, güç üretmeyen, birlik üretmeyen düzene bizim alternatif üretmemiz gerekiyor. Mesele bu; yoksa sadece bir partilerden bir parti olmak değil. Ve bunun için de ciddi çalışmak gerekiyor.

 

   Yamaç KONA: Anlıyorum. Peki yakın zamanda bir yerel seçim var. o zamana kadar, Turkuaz Hareket olarak partileşip siyasete atılmayı, seçimlere katılmayı düşünüyor musunuz?

Ali Müfit GÜRTUNA: Tabi seçime girmek için biliyorsunuz, ya parti olmanız ya da bağımsız girmek lazım. Biz bu yerel seçimleri de önemsiyoruz. Çünkü Türkiye'nin bu kötü gidişi içerisinde toplumsal bir umut ışığı doğabilir; çünkü gittikçe toplumdaki umutsuzluk artıyor. Bunu görüyorum Türkiye'de. Türkiye öldü bitti, işte artık bir şey yapamayız gibi bir yaklaşım var; bu doğru değil. Ne olursa olsun, umudumuzu kaybetmememiz gerekiyor. Bunun için de gerekli çabayı göstermemiz gerekiyor. Ama toplum önderlerinin, siyasilerin, aklı başında olan herkesin önümüzdeki yerel seçimi birleşmenin, bir arada hareket edebilmenin bir vesilesi görmeliler. Bu yaklaşımı gösterilmelidirler. Önümüzdeki seçimlerin de bu anlamda değerlendirilmesini istiyoruz. Bu çerçevede de çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Gelişmelere göre de bir takım kararlarımız oluşacak.

 

   Yamaç KONA: Burada bize vermiş olduğunuz sorularımızın kısaca cevaplandırıldığı kağıtta, birleştirici pozitif milliyetçiliği benimsediğinizi söylüyorsunuz. Pozitif milliyetçiliği incelediğimizde, çoğu şeylerin hatta neredeyse tamamının Atatürk Milliyetçiliğiyle örtüştüğünü görüyoruz. Neredeyse aynı diyebiliriz. Neden pozitif milliyetçilik demeyi seçtiniz? Ve pozitif milliyetçilik sizin kendi görüşünüzce nedir?

Ali Müfit GÜRTUNA: Çok güzel bir soru. Türkiye'de ne yazık ki çok güzel kavramların içi boşaltıldı. Toplumu birleştirmesi gereken kavramalar neredeyse ayrıştırır hale geldi. Bu çok üzücü bir şey. Bir müddet sonra bizi birleştirecek bir şey bulamayacağız. Bu bakımdan ben belediye başkanlığı yaparken de öncesinde de sonrasında da yapılan güzel işleri, iyi kavramlarla, iyi değerlerle buluşturmaya çaba gösterdim. Başarıyı, sonucu. Onun için 2023 vizyonu derken, cumhuriyet gibi güzel bir kavramın 100. yılına vardığımızda nasıl bir İstanbul ortaya koyacağımızı düşünerek o şekilde hareket ettik. Yani Haliç lağım içinde mi olsun, derelerinden pislik mi aksın, yeşile hasret, trafik berbat, her şey kötü bir İstanbul mu? Su problemleri var filan. Yoksa bütün rutin problemlerini çözmüş, aksine karar merkezi olmuş, diplomasi merkezi olmuş, dünya, Avrasya coğrafyası gibi büyük bir coğrafyanın lider şehir olmuş. Yani şimdi hayranlıkla takip edilen bir şehir olarak mı 100. yıla taşıyalım? İşte biz ikinciyi tercih ettiğimiz için cumhuriyetin yüzüncü yılıyla buluşturmak için böyle bir İstanbul'u geliştirme yoluna gittik. Din, bugün ne yazık ki rencide edildi, dini istismar edenler en büyük zararı dine veriyor. Zaman zaman Atatürk de bundan nasibini alıyor, ortaya çıkıp yanlış yunluş hareket edip istismar edenler rencide ediyor. Vatan, millet, bayrak dediğimiz kavramlar bile artık dalga geçilir konuma getirildi. Onun için, biz milliyetçi kavramını da ele alırken  ayrıştıran milliyetçilik, mikro milliyetçilikten ayırmak için bunu özel olarak uyguladık. Bugün zaten bizim ortaya koyduğumuz örneklerden birisi de Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkışına itibaren ortaya koyduğu o zaman istiklali tam dediği bugün tam bağımsızlık diyebileceğimiz bir yapının oluşmasıdır. Ve o dönem bütün Anadolu'da var olan parçaları birleştirme hareketidir. Bu çok önemlidir. Kendisine daha Samsun'a hareket etmeden hemen önce Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanlığı teklif edilir. O da der ki; vatanın her yanında buna ihtiyaç var, ben bunları birleştirmek durumundayım, sadece bir tanesinin başkanı olma anlamında değil yani kendisine bir birleştirme misyonu da ortaya koyar ve o duygularla Samsun'a çıkar. Daha o tarihlerden itibaren Mustafa Kemal Paşa'nın hareketine baktığımızda her kesimden insanı bir araya getirir; askeri de vardır, çiftçisi de vardır, memuru da vardır, esnafı da vardır ama ortak payda nedir? Ülkenin geleceğidir, ülke ateş altındadır ve dolayısıyla bu ateşten ülke kurtarılmalıdır. Bu bilgiyi sağlamıştır, bu çok önemli. Cumhuriyet kurulurken de aynı yaklaşım devam etmiştir. Cumhuriyet bir kafatası milliyetçiliği anlayışı üzerine kurulmamıştır. Bir etnisite milliyetçiliği üzerine kurulmamıştır. O gün yaşayan toplumun birliğini ifade edecek şekilde ele almıştır ve yine geldiği noktadan daha ileriye taşıyacak o muazzam veciz ifade ile de toplumun geleceğini ortaya koymuştur. “Muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak” demiştir. Bakın ulaşmak demiyor. Genelde hep ulaşmak şeklinde kullanılır cümle. Ben ısrarla vurgu yapıyorum; üzerine çıkmaktır diyorum. İddia bu, liderlik bu işte. Arkadan gitmek değil, önder olabilme. Onun için bugünkü nesle Atatürk'ü çok iyi anlatmak lazım, yeteri kadar anlatamıyoruz. Atatürk'ü kronolojiden ibaret anlatıyoruz. Bu yanlış. Atatürk'ün dine bakışına bakın; ne kadar saygılı. Asla din düşmanı değil. Bugün ne yazık ki Atatürk'ü din düşmanı göstermek isteyenler de var. Bu iki taraftan, birincisi dine karşı olanların bir kısmı Atatürk'ü din düşmanı gibi gösteriyor. Bundan istifadeyle dini çerçevede olan veya bir kısım din istismarcısı gibi olanların bir kısmı da din düşmanı gibi gösterme noktasına gidiyor. Bunun için artık doğrulara bilimsel yaklaşmalıyız. Atatürk'ün gerek cumhuriyeti kurarken, öncesindeki süreci, esnasında ve sonrasındaki süreçlerin iyi irdelenmesi lazım. Dine bakışı, askere bakışı, devlete bakışı, millete bakışı, topluma bakışı. Topluma, köylüye, muhtara duyduğu saygı. Bunlar çok önemli örneklerdir. Toplumun hiçbir kesimini ayırt etmemiştir, hiçbir yöresini ayırt etmemiştir. Onun için iyi örnek önümüzdedir. Motomot o günü alacağız değildir mesele. O bir yaklaşım tarzıdır. Öyle algılamalıyız. O günün dünyasına olup bugüne olmayan şeyler de vardır. Ekonomide onda bunda, mesele o değildir, o bir kabuk değildir. O bir yaklaşım tarzıdır. Öyle alıp bugüne taşımak durumundayız. Onun için örnek olması gereken çok şeyler var diye düşünüyorum. Bunun için sonuç olarak da pozitif milliyetçilik kavramı buradan çıkıyor. Yani etnisite, kafatası yaklaşımı asla değil, yörecilik asla değil. Bugün üzerinde yaşadığımız ülke imkanını milleti topyekun olarak çağın ilerisine nasıl taşırız, çağ ile nasıl yarışır hale getiririz ve fakir fukarası olmayan bilgi zenginliği olan, her türlü zenginliği olan onurlu bir ülkeyi; pasaportuyla taşıdığımız, kimliğiyle onur duyduğumuz bir ülkeyi nasıl üretiriz’i gerçekleştirmenin adıdır diye pozitif milliyetçiliği ortaya koyuyoruz.

 

   Yamaç KONA: Turkuaz Hareket, partileştiği takdirde ve sizin iddia ettiğiniz gibi ilk seçimlerde iktidara geldiği takdirde ekonomi politikası ne olacaktır?

Ali Müfit GÜRTUNA: Bugüne kadara değinmek istiyorum, ne yazık ki sadece bugün değil yıllardır Türkiye'ye biçilmiş bir rol var; üretme, tüket. Ne yazık ki Türkiye'nin ekonomik yapısı üreten yapı olmaktan çıkarılmış, bağımlı bir yapıya dönmüştür. Borç batağındaki yapıya sokulmuştur. Şunu unutmamak lazım; üretmeden asla zenginlik olmaz. Bugün Türkiye başkasının kazandığı parayla yaşıyor. Bu borçtur. Başkasının ürettiği malla yaşıyor. Türkiye ithalat cenneti oldu. Atatürk neden yerli malı haftaları düzenleyerek yerli malını destekliyordu? Ve ilginçtir Atatürk'ün çok anlatılacak tarafı var ama yeri gelmişken vurgulamak istiyorum; bakınız 1923'ten 1938'e kadar 15 sene savaşmış bir ülkeden üretim yapan bir toplum çıkarmaya çalıştı Atatürk. 1923'te İzmir İktisat Kongresi'nde hedefler çizildi, o hedeflere doğru bir yol alındı. Devletin gücüyle bir şeyler yapılmaya gayret edildi. Bugün tenkit edenler oluyor. İşte devletçilik filan diye; ama o gün zaten vatandaşın gücü yoktu ki. Devlet öncülük yaparak ekonomik hayatı canlandırmaya gayret etti ve her sektörün karşılığında finans sistemini de oluşturdu. O dönemde de gelmek istediğim önemli nokta, çok kişi geldi dışarıdan borç verelim diye. Atatürk hiç borç kabul etmedi. Bir tek kuruş borçlanmadı ülke o zamanlar. Bunu herkes çok iyi bilmeli; aksine Osmanlı'dan kalan borçlar ödenmeye devam edildi. O Yavuz ve Midilli zırhlılarının borçları bile o dönem ödendi. Dolayısıyla borç almayan, başkasının malına bağımlı olmayan, bağımsız olur. Şimdi ise ne yazık ki tam tersi; işte, geldiğimiz nokta açık. Başkasının kazandığı parayla yaşıyoruz. Bunun adı borç. Başkasının ürettiği malla yaşıyoruz. Onun adı ithalat. Başkasının ürettiği bilgiyi alıp bir şeyler yapmaya gayret ediyoruz. Bilgi bağımlılığı. Başkasının ürettiği silahla kendimizi korumaya çalışıyoruz. Bu mümkün değil. Bir başka şey daha açık; başkalarının gönderdiği adamlarla bu ülkeye çeki düzen vermeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bu yapıyı bizim kabullenmemiz mümkün değil. Bu yapı ters bir yapıdır. Biz  bunu düze çevireceğiz. Birincisi; ekonomideki temel yaklaşımımız; üretim, üretim, üretim. Her şey üretim üzerine kuruludur. İkincisi; katma değer üretmek. Zenginlik ancak katma değer üretmekle olur. Nedir o? Bizdeki bir araziden dönüm başına 1 ton hububat alıyorsak, bu Amerika'da 10 ton. Biz bir kovan baldan 25 kg yılda bal alırız, Çinliler 100 kg alır, Amerika 150 kg alır. Bizim nüfusumuzda 6 milyon kişi tarımda çalışır, ihracat 9 milyar civarındadır. Hollanda'da 600 bin kişi çalışır, ihracat 90 milyar civarındadır. Yani 100 katı verimlidir. Bu şartlarda rekabet imkanı var mı? Asla yok. O zaman yaşama imkanın yok. Üçüncüsü; Türkiye bugün ne yazık ki birkaç kanaldan soyulan bir ülke. Bir; finans sistemiyle soyuluyor, faiz, sıcak para geliyor diyorlar ya. Dev sülükler düşünün, vücudumuza yapışan. Japonya'daki faizin 100 katı faiz var Türkiye'de. Bu bir soygun. Onun için Türkiye finans yoluyla soyuluyor. İki; ithalat yoluyla soyuluyor. İşe yaramaz, çürük çarık mallar geliyor doluyor Türkiye'ye. Hem yerli üretimi öldürüyor. Hem bizim paramız gidiyor. İthalat şu demektir; siz çalışıp kazanırsanız başkasının ülkesine para aktarırsınız. Üç; Türkiye savunma giderleri adıyla ütülüyor. Yüz milyarlarca dolar. Dört; teknolojik ürünler vasıtasıyla ütülüyor. Şimdi baktığımız zaman teknolojide dört ana yapı var. Bir; high-tech dediğimiz yüksek teknoloji alanı. Türkiye daha hiç bu alanlara girmiş değil. İki; gen-tech denilen genetik teknolojileri. Türkiye bu alanlardan iyice soyutlanıyor. Üç; nano teknoloji, Türkiye'de zaman zaman şöyle bir bahsedilir ama ne olduğu hiç malumunuz bile değildir. Dört; uzay teknolojisi, biz kim uzay teknolojisi kim der bizim insanımız duyduğu zaman. Yani ne kadar teknolojiden uzağız! E, teknolojiden, bilgiden uzaksak katma değer üretmemiz mümkün değildir. O zaman olay nedir? Biz hizmet sektörüyle başkalarına kölelik yaparak, emekle bir şeyler üretmeye çalışıp, az buçuk ürettiğimiz bir değeri de teknoloji ürünü almak için, bakınız teknoloji demiyorum, teknoloji alsak harcayalım, bilgi alsak harcayalım. Ama teknoloji ürünü almak için neyimiz var, neyimiz yok seferber ediyoruz. Ve bugün teknoloji ürünleri, soygunun en belli başlı alanlarından birisi haline gelmiştir. En basiti, misal vereceğim, herkesin elinde 2-3 tane cep telefonu var. E, cep telefonu dediğimiz uyduruk bir şey. Türkiye 80 milyona yakın cep telefonu tüketmiş, ama 80 tane üretmemiş. Böyle bir şey olabilir mi? Bir tıp cihazı alırız, ufacık bir şey, 1 milyon dolar para veririz. Yani birim başı değerlendirdiğimiz zaman; bizim bu Orta Çağ'dan kalma sanayi anlayışı, ekonomi anlayışıyla ürettiğimiz mallara bakalım, bir de aldığımız mallara. Makine üretiriz kilogramı 1 dolardır. Tarım ürünü üretiriz kilogramı yarım dolar, tekstile çevirsek kilogramı 2 dolar. Otomotiv ürettik diye övünüyoruz, aslında otomotivde yüzde 80 dışarıdan geliyor. Biz sadece emek, yoğun çevre kirleten kısımlarına bakıyoruz. Ürettiğimiz kısmın katma değeri yok denecek kadar az. Tamamını biz üretsek bile kilogram başına 10 dolar, ki biz üretmiyoruz. Ama alırken, bir mikroçip alıyorsunuz; kiloya vursanız yüz binlerce dolar. Bir tıp cihazı alsanız, kilogramı 1 milyon dolar. Bir uzay cihazı için, işte Türksat gönderdik bir ton ağırlığında; ödediğimiz para 1 milyar dolar, kilogramı 1 milyon dolara denk geliyor. Yani kilogramı 1 dolara mal satıp, 1 milyon dolara mal almak, asla yarışılabilir bir olay değildir. İşte onun için mutlaka ve mutlaka bu verimsiz ortamdan çıkılmalıdır. Bilgiye dayalı yapı oluşturulmalıdır. Bizim ekonomideki temel düşüncemiz; üretim, üretim, üretimdir. Biz bunu 4 ana ayakla destekliyoruz. Birincisi; eğitim, yüksek kalifikasyonda üretim yapacak insanların oluşması lazım. İkincisi; ar-ge, eğitimle iç içe ama üretimle de iç içe. Türkiye bugün ar-ge sıralamasında 181.'dir. Yani en diptedir. Bizde APK diye kurumlar vardır devlette. Açılımı Araştırma Planlama Koordinasyon'dur. Fakat devlette burası sürgün yeridir. Başka görevlerden alınanlar buraya sürgün edilir. Yani araştırma planlama üretmesi gereken kurum APK; olmuştur “Al paranı karışma”. Ar-ge olayı ne yazık ki ülkemizde hiç yok. Türkiye bilgi üretmeyi bırakın, bilgiyi taklit edip kullanan ülkeler arasında bile yoktur, 3. dünya ülkeleri arasında vardır. Üçüncüsü; finans. Bugün finans sistemi ekonomiyi yok eden, üretimi yok eden bir yapıya dönüşmüştür. Bu, yüzde bir milyon değişmelidir. Finans sisteminin üretimi destekleyen, bilgiyi destekleyen bir yapıya dönüşmesi gerekmektedir. Üreten ve katma değer üreten desteklenmelidir. Türkiye'de tam tersi, üretmeyene para dağıtıyoruz biz. Üreten şehirlerimize yardım verilmez, sen 1500 dolar kişi başına geçtin diye. Halbuki üretmiş diye ona teknoloji yardımı yapmak lazım. Üretmeden ithal ederseniz destek görürsünüz. Ama üretip bir şey satmaya kalkarsanız burnunuzdan gelmedik kalmaz Türkiye'de.  Onun için bu, kesinlikle değişecek; dolayısıyla finans sistemi dünyadan alacağımız para, para gelsin biz paranın gelmesine karşı değiliz. Para bize can vermeye gelsin, sömürmeye değil. Dördüncüsü; pazarlama sistemi. Global pazar ağı kurulacak. Küresel pazar. Küçük çaplı bir kobi dünya çapında pazarlama yapma imkanına sahip değil, ama güzel şey üretiyor. Dolayısıyla onun ürettiği mal Arjantin'de satılabilmeli, Afrika'da, Avrupa'da satılabilmeli. O nasıl olacak, işte devlet destek verecek, özel sektörlerin öncülüğünde küresel pazarlama ağı kurulacak. Dolayısıyla üreten bir iyi üretici olacak. Eğitimle o sağlanacak. Eğitim ve ar-ge üretim alanlarının hemen yanında olacak. Ne üretiliyorsa eğitimi alan yapacak. Tarım mı? Organize tarım bölgeleri oluşacak. Organize hayvancılık bölgeleri. Madencilik bölgeleri.  Ve eğitim hemen onun yanında, ar-ge onun yanında iç içe. Finans onun yanında iç içe. Hiç başka yolu yok. Bakın o günün şartlarında Atatürk bu konuyu cidden güzel yapmış. Ben işin bu tarafına da kafa yorduğum için, işte madencilik demiş; bir yandan arama teşkilatı kurmuş, bir yandan bankacılık, Etibank'ı kurmuş. İşi geliştirmek için İş Bankası. Ziraat Bankası, ziraat için geliştirilmiş. Esnaf için Halkbank. Bakın bunlar çok önemli. Yani bizim insanımız başkasına muhtaç hale gelirse başkası kendi menfaatine göre karar verir. Bugün Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, kredi istese kimden alacak? Bankalar yabancılaştı. Adam para verir mi? Teminat mektubu isteyecek ihalelere girmek için bankadan, banka da bakacak bu şirket şuna şuna şuna rakip olabilir. Ben bunu niye destekleyeyim diyecek. Bu tabii bir şey ben onları kınamıyorum. O menfaatini düşünüyor. Ben Türkiye'yi bu kadar kolay soyulur hale getiren yöneticileri kınıyorum. Kendi kendimize özeleştiri yapmalıyız. İyi yönetici seçemiyorsak kötü idareye razıyız demektir. İşin özü bu. O zaman herkes siyasetle ilgilenecek. Özü bu. Ve ekonomide verimlilik esastır, devletin yapacağı iş buna destek olmaktır, köstek olmamaktır. Ve yarışan ekonomi sistemi olacak.

 

   Yamaç KONA: Turkuaz Hareket partileştiği takdirde terör politikası ne olacaktır? Siz kendinizi çözümcü ve birleştirici olarak niteliyorsunuz. Şu an Türkiye'deki terör olaylarının temel sebebi ayrılıkçılık, birliğin sağlanamaması, etnik farklılıkların vurulması, bu yaralar. Siz buna ne gibi bir çözüm getiriyorsunuz?

Ali Müfit GÜRTUNA: Şimdi terörün üç temel sebebi var. Birincisi; kötü yönetimler. İkincisi; fakirlik, işsizlik. Üçüncüsü; dış faktörler. Kötü yönetim nedir? Türkiye kötü yönetilince sonuçları da kötü oluyor. Sonuçlar ne? Eğitimsizlik, işsizlik, fakirlik, kültürel yönden geri kalma. Şimdi 10 YTL'lik mercimek dağıtılacak, binlerce insan birbirini eziyor. Şu ülkede yaşayan herkes için yüz karasıdır. Ama ülke yönetenler için milyon kere yüz karasıdır. Bu çok açıktır. Bu ortamda siz insanlara neyi tavsiye edeceksiniz?  Fakir diyor ki; ben fakirim, fukarayım eziliyorum diyor. Dini çevreler diyor ki; ben dinimi yaşayamıyorum diyor. Kürt diyor ki; ben Kürt olduğum için eziliyorum diyor. Hepsinin ortak paydasını görüyor musunuz? Kötü yönetim. Asla bu ülkede hedef olarak kimseye bir şey yapılmıyor. İşte ben şu zümreyi hedef seçeyim de onu yok edeyim ona baskı yapayım yok aslında, ama kötü yönetildiği için ülke bu sonuçlar itibariyle herkese yansıyor. Herkes hassas olduğu noktadan algıladığı için onu ifade ediyor. Dolayısıyla devletle halk arasında bir mesafe oluşuyor. İyi yönetimlerin yapması gereken iş, devletle halk arasında iyi köprü olmaktır. Devlet başka bir ülkenin devleti değil ki; bu bizim devletimiz. Devlet denilen şey topluma hizmet için oluşturulmuş bir organizmadır. Özü bu. Yerel ölçekteki yerel yönetimdir, genel ölçekteki genel yönetimdir. Ve bu ülke insanının ürettiği bir şeydir ve bu ülke insanına hizmet etmesi gerekir. Yanlış işleyiş varsa o da yine bu ülke insanının sorunudur. Onun için burada iyi yönetim sergileyerek herkesi iyi eğitmek zorundayız. Biz diyoruz ki bizim demokrasi anlayışımızda alabildiğine özgürlük olacak. Ama 3 şeyin özgürlüğü olmayacak. Birincisi; eğitimsiz kalma özgürlüğü yok. Ben cahil kalmak istiyorum, yok kusura bakma. Herkes iyi eğitim alacak. İkincisi; hasta olma özgürlüğü yok. Herkes turp gibi olacak. Üçüncüsü; fakir kalma özgürlüğü yok. Herkes zengin olacak. Ha bu şu değil, gidip herkesin cebine açıktan para koyma anlamında değil. İşte her birey iyi eğitileceği için o iyi üretim yapacak zaten, kendi emeğiyle para kazanacak. Bu ülke insanı para kazanır hale getirilecek. İşin özü o. Dolayısıyla kazandığı için kendisiyle, ülkesiyle onur duyacak, güvenecek. İş problemi, aş problemi olmayacak. İşsizlik, gerilik toplumun her yerine kötü yansıyor. Kültürel hayatı erozyona uğratıyor. Agresiflikler çıkıyor ortaya, toplum huzursuzlaşıyor. Örneğin; Hakkari'yi araştırdım, yüzde 80 resmi işsizlik var. Sonuçlara bakarsak temelde iyi yönetim şarttır, ki iş, aş olacak, iyi eğitim olacak. Şunu demek istiyorum; genel dağılımda adalet olacak. Türkiye'de dağılımda adalet kaybolmuş durumda. Uyduruk büyüme rakamlarıyla toplum uyutuluyor. Kardeşim sen bin ailenin, bilemedin on bin ailenin zenginliğini bölüyorsun topluma dağıtıyorsun. On bin aile lüks içinde yaşasa ne olur? On beş milyon aile var bu ülkede. Onun için gelir dağılımındaki adaleti sağlamanın en pratik yolu da; bir, herkesin işi olması. Zengin bir insan çocuğuna bir araba alabiliyorsa, orta halli fakir bir aile de çocuğuna oyuncak bir araba alıp götürebilmelidir. İki; kalkınma kavramı terkedilmiştir bugün Türkiye'de. Biz kalkınma gelişme kavramını da ortaya koyacağız. O nedir? Türkiye'de üretilen vergiler hazinede toplanıyor. İki yere gidiyor bu para. Bir; faiz olarak gidiyor bir yerlere. Küresel sermaye, içerideki sermaye, neyse.  2; bir de maaşlar ödeniyor. E yatırım diye bir şey kalmadı. Nasıl gelişeceksin? Onun için kalkınma ve gelişme kavramında şu vardır; asla soyulmak yoktur, yüksek anlamda toplanmış olan hazinedeki meblağ bütün yörelere göre dağıtılacaktır. Her tarafa şehir altyapısı, ekonomi altyapısı. Sektörlere göre dağıtılacaktır, çeşitli alanlara göre dağıtılacaktır. Dolayısıyla vücudun her yerine kan pompalanması sağlanmış olacaktır. Bugün Türkiye'de bu yapılmıyor, Türkiye'de tüm kaynaklar dar bir çevrede toplanıyor. O zaman fakirlik gittikçe büyüyor, son rakamlara baktığımız zaman Türkiye'de 10 milyon adam açlık sınırının altında. Bir müddet sonra bu daha da artacak. 2 sene önce Türkiye Malezya mı olacak tartışmaları vardı. Ben de bir beyanat vermiştim, Türkiye Malezya olsa yine iyi; çünkü Malezya zengin bir ülke, bağımsız bir ülke. Türkiye Nijer olma yolunda. Hastalık, yoksulluk, açlık, sefalet, bütün kitle ölümleri yaşanıyor. Türkiye o hale gidiyor. Dolayısıyla, bir; Türkiye zengin ülke olur onu dağıtırsa herkesin işi, eşi, aşı olur. İki; Türkiye zengin ülke olursa, güçlü ülke olursa, o dışarıdan etki eden adam var ya, haa dur bakalım karışırsan ben de senin canını okurum diyebilir. Bugün Türkiye'yi yönetenlerin kimseye gık diyecek hali olmadığı için Türkiye içeriden de dışarıdan da çok kolay oynanır bir ülke haline gelmiştir. Dolayısıyla bu yapının terörü çözme imkanı asla mümkün değildir. Diğer problemleri çözemediği gibi.

 

   Yamaç KONA: Yani terörün diğer sorunlardan kaynaklandığını mı söylüyorsunuz?

Ali Müfit GÜRTUNA: Yani iç etkiler var dış etkiler var. Bu etkileri kaldırmadığınız sürece terör vardır. Bataklığı kurutmalıyız.

   Yamaç KONA: Peki, dış sorunlar çözümlenmeli diyorsunuz. Turkuaz Hareket iktidara geldiği takdirde dış politikada nasıl bir yöntem izleyecek?

Ali Müfit GÜRTUNA: Şimdi bizim iç politikadaki yaklaşımımız, yöneten Türkiye'dir. Yöneten demokrasi, yöneten Türkiye; ki ekonomide de üreten Türkiye dedik. Dış politikada da saygın Türkiye. Şimdi Türkiye'nin muazzam bir gücü var. 75 milyon nüfusun yüzde 60'ı 30 yaşın altı, bu hem avantaj hem de dezavantaj. Kullanılışına göre değişir. Ve muazzam doğal kaynakları var, toprak üstü kaynakları var. Yani Türkiye'deki yapı şu; biz bir define sandığının üstünde oturuyoruz ama açlık yokluk ve sıkıntı çekiyoruz. Çünkü ekonomik faaliyet demek nimeti servete dönüştürme faaliyeti demektir. Türkiye'nin nimetleri çok, Allah vermiş. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bütün nimetler Türkiye'de toplanmış. Yerin altı maden dolu. Her alanda, petrol dahil. Tarım dört mevsim yaşıyor, üretemediğimiz bir şey yok Türkiye'de. Finlandiya Türkiye'nin onda biri, bizim on katımız kadar ormandan para kazanıyor. İspanya sadece bir bitkiden yılda 20 milyar dolar para kazanıyor. Türkiye bu bitkinin yatağı. Türkiye en güzel çayı üretebilecekken dışarıdan getiriyor. En güzel bademi, cevizi üretebilecekken artık dışarıdan geliyor. Tütünü yasaklamışız, üç yüz bin ton üretirken yüz bin tona düşürmüşüz. Şimdi Çinliler bize adam gönderiyor, nasıl Türkiye iyi tütün yetiştiriyor diye bizden öğreniyor. Şimdi kendisi gidip tütün yetiştirecek. Bir milyon ton pamuk yetiştirirken yılda, şimdi yüz bin tona inmiştir. Bakın değerli kardeşlerim, biz onları karasaban devrinde yapıyorduk. O dönemde Türkiye kendi kendine yetiyor ve ihracat yapıyordu. Şimdi teknoloji bu kadar gelişmiş olmasına rağmen Türkiye tarımda ithalat yapıyor. Bunu anlamak mümkün değil, bunu iyi niyetle anlamak mümkün değil. Şu Yunanistan, Türkiye'nin onda biri kadar, yıllık deniz ticaretinden yüz milyar dolar para kazanıyor. Biz üç milyar dolar kazanıyoruz. Bu nasıl izah edilebilir?

   Nereyi ele alırsak alalım bu böyle. Bu sebeple Türkiye önce içeride zenginlik ürettiği zaman, güçlü ülke olduğu zaman, her şeyi ile kendisine yeten ülke olduğu zaman; zaten tarihten, coğrafyadan gelen hinterlandı, etki alanı var, Türkiye’nin muazzam bir kültür atlası var. Atlas Okyanusu’ndan tutunda Büyük Okyanusu’na ve Güney Kutbu’na kadar Türkiye’nin etki alanıdır, kültür atlasıdır.

   Nereye gitseniz Afrika, Asya ve Avrupa’nın birçok yerinde bu milletin izi vardır, bu milletin iyi intibaları vardır. Onun için Türkiye bu çapta siyaset yapmalıdır.  Zaten siz bu çapta siyaset yaptığınız zaman birileri gelip sizin içinizi karıştıramaz. Türkiye gidip şimdi Amerika’nın içini karıştırabiliyor mu? Nerde, nasıl karıştırsın!  Bu sebeple biz ülkemizi yönetemezsek ve çevremizde de etki alanı oluşturamazsak gelir başkaları bizi yönetmeye kalkar. İşin özü bu.

 

   Yamaç KONA: İsterseniz biraz da gündemden bahsedelim. Gündemi meşgul eden AKP – Medya ilişkisi hakkında sizin kişisel görüşünüz nedir?

Ali Müfit GÜRTUNA: Şimdi siyaset fikirleriyle, projeleriyle, sloganlarıyla ve dolayısıyla ürettiği sonuçlarla var olmalıdır. Halk niye oy verir? Bir parti, bir siyasetçi iş başına gelsin, işsizliği ortadan kaldırsın, zenginlik üretsin, güç üretsin, saygın bir Türkiye üretsin ve dünyada da saygın bir ülke olayım diye oy verir. Siyasetçi bunu yapamayınca da oyunu çeker. Türkiye’de siyasetçi, halk oyunu çekmemesi için kural diye kural dışı yollara başvuruyor. Kavga üretiyor, kamplaşma üretiyor. Kamplaşarak düşman üretiyor. Düşman yaratınca da korku üretiyor. Korkuyla oy toplar hale getiriliyor. Bunun enstrümanları olarak da medyada bir takım ideolojik yapılanmalar oluşuyor.

   Bu anlamda gidişin pekiyi olmadığını görüyoruz. Gittikçe totaliter bir yapıya doğru sanki yol alınıyor. Biliyorsunuz; bu tür organizasyonlarda elinizin altında medyanın olması iyi bir propaganda aracı oluyor. Medya iyi bir propaganda aracı ve ne yazık ki kavgaların özünde de bunlar yatıyor. Medyanın objektif olması bakımından Türkiye’de kesinlikle mevzuatın değişmesi lazım, devletin kontrolünden çıkması lazım. Medya, medya gibi olmalıdır. Kâr ve başka işler için de kullanılmamalıdır. Ne siyasetçi, ne de özel sektör tarafından kullanılmalıdır. Objektif ve hür bir medya bu ülke için kazanımdır. Bunun kaybı ise çok büyük bir kayıptır.

 

   Yamaç KONA: Peki, AKP ile medya arasında gerileme sebep olan Deniz Feneri Davasını bir hukukçu olarak siz nasıl yorumluyorsunuz?

Ali Müfit GÜRTUNA: Ortaya çıkan her olay değerlendirilmelidir. Almanya’da bu vaka değerlendirilmiş, mahkemeye intikal etmiş ve belli sonuçlar oluşmuştur. Türkiye’de de takibat yapılmış istenmiş; ama yeterli bir mesafe alınamamış. O bakımdan ciddi bir iddia ortada varsa Deniz Feneri ya da başka bir şey, hukuka düşen, resmi mercilere düşen bunun araştırılmasıdır. Mahkeme kararını yanlış veya doğru verir ve biz buna saygılı olmak durumundayız. Türkiye’de bu yıpratıcı sürecin ucunun bürokraside ve/veya siyasette belli kişilere ulaşacağı endişesi ciddi olarak artıyor olunca biraz örtbas etmek gibi yaklaşımın olacağını endişeyle gördük. Temenni ederiz ki bunlar giderilir. Suçu varsa insanlar çeker, yoksa beraat eder aklanır ve her şey net bir şekilde ortaya çıkar.

 

   Yamaç KONA: Zamanında milli görüşün içerisinde yer aldınız. Şu anki AKP’yi yazılarınız ve söylemlerinizle eleştiriyorsunuz. AKP’yi Türkiye’nin yönetimindeki bir parti ve bir milli görüş partisi olarak nasıl yorumluyorsunuz?

Ali Müfit GÜRTUNA: AKP belki Milli Görüş yapısının üzerine oturdu. O mirası kullanarak iktidara geldi; ama oradaki ilkeleri uygulama ve savunma pozisyonunda değil. Şimdi tam tersini savunuyor. Zaman zaman gazetelerde çıkıyor. Mesela Sayın Abdullah Gül on yıl önce ne konuşmuştu, şimdi ne konuşuyor; tam tersi. ABD ile ilgili, Ermeni meselesiyle ilgili. Sayın Erdoğan ve başka AKP yetkilileri için de durum böyle. Dolayısıyla olayı bence bir milli görüş tarzında izah etmek ve onun uzantısı şeklinde ele almak doğru olmaz. AKP olayı, Türkiye’de içerde 28 Şubat süreci sürerken, dışarıda da 11 Eylül sürecinin oluştuğu bir ortamda, dünyada değişimler yaşanıyordu, Ortadoğu’ya da önceden hazırlanmış, Ortadoğu Projesi adında bir proje dile getirildi. Bu Büyük Ortadoğu Projesi’nin, Ortadoğu’ya yansıması olurken bunun Türkiye üzerinden olması gerekiyordu. Buna ayak uyduranlar kaldı, uyduramayanlar gitti. Yani o dönem Ecevit Hükümeti bu sürece ayak uyduramadı. Biz burada Irak’a yapılan operasyonda Amerika’nın partneri olamayız dedi; ama o dönemde kurulan bazı partiler bu sürece çok iyi ayak uyduracaklarını ifade ettikleri için çok hızlı bir şekilde güçlendiler.

   Kısacası olayı, milli görüş çizgisi veya süreci şeklinde ele almak doğru olmaz. Küresel gidişteki bir sürecin sonucu olarak ele almakta fayda var.

 

   Yamaç KONA: Turkuaz Hareket ideolojiye mensup değildir, birleştirici bir politika gütmektedir; ama sizin bir politik geçmişiniz var ve Turkuaz Hareket siz merkezli olmasa da sizin lideri olmanız dolayısıyla sizden mutlaka etkilenmiştir. Sormak istediğim Turkuaz Hareket milli görüşten ne kadar etkilendi?

Ali Müfit GÜRTUNA: Benim çizgim aslında ana çizgi olarak değişmedi. Siyasete aktif olarak ilk kez 1983 yılında Anavatan Partisi’nde başladım. O dönem ANAP’ın yaklaşımı birleştirme adına olumluydu. İlerici, gelişmeci bir yapısı vardı ve biz de o dönemde bu sebepten Anavatan Partisi’nde yer aldık. Yine bizim yaklaşımımız orada birleştirici, asla ayrıştırmayan ve dünya ile rekabet edebilir bir Türkiye yaratmaktı. Anavatan değişti, Özal sonrası değişen Anavatan Partisi oldu. Daha statükocu, daha içe dönük bir yapıya girdi. Dolayısıyla biz ayrıştık. Refah Partisi benim iştirak ettiğim dönemde uzlaşma, birleşme adına bir takım görüşler sergiliyordu. Türkiye’nin gelişmesi adına bir takım görüşler sergiliyordu. Ben orada da yine kendi çizgimi devam ettirerek var oldum. Daha sonra Fazilet Partisi’nden belediye başkanı seçildim; ama hiçbir zaman ben, belediyeyi siyasetin içerisine taşımadım. Asla bir tarafgirlik yaptırmadım. Her kesime; ama her kesime karşı eşit bir duruş sergiledim. Bunu için yaşadığım birçok olay oldu. Bir samimi, dürüst, düzgün yaklaşım sergiliyorsak halkta onun karşılığı olacağına ben inanıyorum; ama sahte bir duruş sergilersek halk bunu anlıyor ve bunun etkisi olmuyor. Ama ben asla çifte standart olmadım. Her zaman inandığım bu doğruları hayata geçirmek için gayret ettim. Mesela Alevi camiası çok uzaktı o dönemde Fazilet Partisi’ne. Tabii Alevi vatandaşlarımızın da bir takım ihtiyaçları var. Onlar da aralarında toplanıp demişler ki bu Başkan fena adama benzemiyor, gidip onunla görüşüp dertlerimizi anlatalım. Hatta aralarında tartışmışlar gitsek mi gitmesek mi diye ve nihayet gelmişler. Tabii ben işin bu tarafını daha sonradan öğrendim. Gayet tabii ki kucak açtık. Neyse ihtiyaçları karşıladık. Benim bunu yapmam için Alevi olmam şart değil ki. Sonuçta onlar da bu ülkenin insanı. Benim Diyarbakır’ın meselesini düşünmem için Diyarbakırlı olmam şart değil ki. Edirne’nin meselelerini düşünmem için Edirneli olmam şart değil ki. Bu ülkeyi düşünüyorsam bir bütün olarak ele almak durumundayım.

   Yine bir gün, bir dernekten davet aldım. Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda bir gece vardı. Bazı arkadaşlarım bu geceye gitmeme aşırı sol bir dernek olması sebebiyle karşı çıktı. Buraya gidersem tatsız şeyler olabileceğini söylediler. Ben de baktım bana davetiye göndermişler. Hiç unutmuyorum gece, Âşık Mahzuni Gecesiydi. E, davetiye geldiğine göre demek ki beni aralarında görmek istiyorlar. Ben de kalktım gittim. Sonuçta benim insanım. İnanın o geceyi hayatımda hiç unutmadım. Bize de bir konuşma yaptırdılar, plaket verdiler. O gece çok alkışlandım. Onlara da biz otobüs desteği gibi yardımlar yaptık. Demişler ki bu Başkan adil birisi, adaletli birisi. İlla benim oraya gitmem için onlarla aynı görüşleri mi sergilemem lazım. Onlarla aynı olmam gerekmiyor ki. İşte barış denilen şey bu zaten. Barış kavramı, birlik kavramı herkesin aynı olmasını gerektirmiyor. Herkesin benim gibi olmasını istersem, herkesin kurşun asker olması lazım. Ben bunu istemiyorum. İstersem gelişen bir Türkiye olmaz ki. Tek tip adam, kurşun asker. Bunu yaratmak zor bir şey değil. Onun için zaten biz sonuna kadar özgürlük diyoruz. Nasıl ben en tabii hakkım olarak kendime saygı gösterilmesini istiyorsam, o zaman ben de herkese saygı göstermek zorundayım. Herkes saygındır, herkes önemlidir. Bir yanlış varsa oturup konuşalım. Kimin fikri üstün gelirse, öbürü onu kabul eder. Bağnaz olmaya gerek yok. Zaten hakikatler, gelişmeler fikirlerin karşılıklı tartışmasından ortaya çıkar. Demokrasinin paradigması, temeli, dayandığı nokta farklılıklara saygı ve hoşgörüdür. Yoksa herkesin, herkes gibi olması mecburiyeti değildir. Onun için siyasetçinin, hepimizin demokrasiyi, özgürlüğü, farklılığa saygıyı içinde sürdürmesi gerekiyor. Bunlar olsa zaten geri kalan her şey çözülür. Bizim toplumumuzda, bizim tarihimizde bu var. Biz son bu elli yılda bozduk Türkiye’deki bütün dengeleri.

   Yani onun için mesele şurada veya burada olmak değil, insanın taşıdığı değerleri yaşatıyor olmak. Yoksa herkes bir yerde. Önemli olan karşıyı kamplaştırmamak, düşman görmemek, farklı olanı düşman gibi algılamamak, farklı olana saygı duymak, farklı olanın zenginlik olduğunu görmektir. Bunu gördüğünüzde gerisi önemli değil ve ben buradaki, Türkiye’deki farklılıkları bir ebru olarak görüyorum. Birbirini tamamlaya ama ayrışmayan renkler. Bizi de birbirimizden ayıramazsınız, biz bir bütünüz. Birbirimizden ayrılamayız.

   Bu noktada genç kardeşlerime bir mesaj daha vermek istiyorum: yöneticilere düşen bu farklılıkları en iyi şekilde yönetmektir. Bu farklılıkları bir enerji olarak Türkiye’nin geleceğine katmaktır. En iyi ressam kimdir, renkleri en iyi kullanandır. Aynı renkleri bir sürü adama verin, bir de iyi bir ressama verin. Aynı renkler, aynı boyalar iyi bir ressamın elinde sanat eseri olurken, acemi birinin elinde sadece bir renk cümbüşü oluşturur. İşte yönetici, lider, liderlik de iyi bir ressam olmak gibidir. Farklı renkleri en iyi şekilde kullanarak iyi bir sanat eseri oluşturabilendir.

 

   Yamaç KONA: Zamanında Türkiye gündemini oldukça meşgul etmiş halen de meşgul etmeye devam eden bir mesele var. O mesele de Türkiye’de türban meselesi. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz ve bu konu AKP’nin başka bir çıkar aracı mı?

Ali Müfit GÜRTUNA: AKP burada da çifte standart oynuyor. Bu mesele, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gittiği zaman AKP, başörtüsünün aleyhine, hükümet olarak görüş bildirdi. Dava başörtüsünün aleyhine sonuçlandı; ama onlar kalkıp başörtüsünü savunmaya başladılar. Niye çifte standart yapıyorsunuz? Bir yerlere başka görünmek, başka bir yere başka görünmek yanlıştır. Yine sadece taraftar görünmek, sadece oy kaygısıyla hareket etmek doğru değil. Onun için hepimiz standardı teke indirmeliyiz. Taraftarsak taraftarız, taraftar değilsek taraftar değiliz. Onun için özellikle insani değerleri, dini değerleri, dini simgeleri istismar aracı olmaktan çıkarmalıyız. Bunun çaresi Türkiye’de alabildiğine özgürlüğün yaşanmasıdır. Alabildiğine özgürlüğün yaşanabilmesi için de bu değerleri birilerinin istismar etmemesi, kaşımaması lazım. Bu sefer karşıtlıklar oluşuyor. Onun için herkese görev düşüyor.

   Yamaç KONA: Özgürlüklerin de kısıtlanması gerçekleşiyor bir müddet sonra.

Ali Müfit GÜRTUNA: Tabii. İstismar edince, militanlaştırınca bir konuyu, ideolojik bir değer haline getirince, bir siyasi değer haline getirince bu sefer karşıtlığı oluşturuyor. Dini bir değer, herkesin kabul eder, etmez ortak değeridir. Milli bir değer herkesin ortak değeridir. Mesela bayrak, bayrağı nasıl tartışırsınız? Beğenip beğenmemekte serbestsiniz; fakat bunun üzerinden tartışmaya devam etmek doğru değildir.

 

   Yamaç KONA: Daha önceki röportajlarınızda Turkuaz Hareket’in sponsorlar yardımıyla reklam kampanyaları vs. yaptığınızı söylemiştiniz. Bu sponsorları yaşamınız ve belediye başkanlığınız zamanında yarattığınız çevreden oluşturduğunuzu söylediniz. Peki, sponsorların bu destekleri Turkuaz Hareket’in siyasi görüşüne ufak da olsa etki etmiş olabilir mi?

Ali Müfit GÜRTUNA: Aslında biz onlara sponsorlar demeyelim de destekleyenler diyelim. Yani sponsor tabiri biraz ekonomik bir tabir. Birincisi zaten bu hareketi destekleyenler bu harekete gönül veren insanlar. İkincisi; bir hareketi tamamen kontrol altına alacak, hegemonyasına alacak bir şeyi zaten istemiyor ve arzu etmiyoruz. Bu sebeple halk desteği anlamında biz bunu önemsiyoruz. Herkes az veya çok bir destekle çeşitli çalışmalara katılıyor. Anadolu’daki faaliyetlerde de herkes, o yöredeki insanlar yemek veriyorlar. Zaten çok büyük giderler söz konusu değil. Çalışmalarımız, mütevazı çalışmalar. Onlar da oradaki insanlar tarafından karşılanıyor.

 

   Yamaç KONA: Turkuaz Hareket şu anda hangi organizasyonlarla, hangi çevreye, hangi insanlara, nasıl tanıtılıyor?

Ali Müfit GÜRTUNA: Bizim öngördüğümüz yaklaşım, siyasi çizgi olarak Toplumsal Merkezdir. Toplumsal Merkez tabiri ideolojik bir merkezliğini ifade etmez. Toplumsal Merkez, devletin resmi merkez tarifini içermez. Toplumsal Merkez, yüzyıllar içerisinde aka gelen bu toplumun ana akış durumlarını ifade eder ve herkesi etrafında tutmak ister. Birlik ruhu ile hareket eden bir hareket olarak, Turkuaz Hareket için bütün millet bir kere hedef kitlesidir. Bu çerçevede üniversitelerde, iş dünyasında, sivil toplum örgütleri, vakıflar, dernekler, çeşitli camialarda birçok toplantı düzenleniyor, görüşler anlatılıyor. Çok sayıda davet alıyoruz. Buralarda, medyada çeşitli faaliyetler sebebiyle yer alıyoruz ve bu şekilde bir tanıtım oluyor.

 

   Yamaç KONA: İktidar partisi milletvekillerinin size bakış açısı ve ilgisi hangi yöndedir? Bir röportajınızda AKP ve diğer parti üyelerinden ilgi duyduğunuzu söylemiştiniz. Bu ne yönde ve ne derecededir?

Ali Müfit GÜRTUNA: Zaten milletvekillerinin birçoğunu tanıyorum ve hangi parti olursa olsun onlarla bir yakınlığımız da var. Burada şu parti ya da öbür parti diye bir ayrıştırmaya gerek yok. Bu tanışıklığıma iktidar partisi milletvekilleri de dâhil. Birçok tanıdığım insan var ve onlarla da görüşüyoruz. Bireysel ilişkilerimiz ve dostluklarımız var. Türkiye üzerine tartışmalarımız var. Görüş olarak bizi destekleyenler var. Anlattıklarımıza çoğu destek veriyor; ama zaman zaman farklı görüşler gösterenler de var. Dostluklar ve bireysel ilişkiler ayrı, siyasal yaklaşımlar ayrı. Şu anda Türkiye’de gördüğüm hangi konumda olursa olsun, samimi insanların büyük çoğunluğu bizim anlattığımız fikirlere destek veriyor.

 

   Yamaç KONA: Turkuaz Hareket partileştiği takdirde, ilk seçimde iktidar olacağınızı iddia ediyorsunuz. Bunu halkı kucaklayabildiğiniz için, bir birlik beraberlik ortamı oluşturabileceğiniz için iddia etmiştiniz. Açıkçası ilk seçimde iktidar olmak biraz zor bir şey gibi görünüyor, özellikle AKP gibi arkanızda büyük güçler yoksa. Neler söylemek istersiniz?

Ali Müfit GÜRTUNA: Bu hiç belli olmaz. Mustafa Kemal Paşa, milli mücadeleye başlarken bir toplantıda birisi çıkmış demiş ki “durum umutsuz paşam”. Mustafa Kemal Paşa da şöyle karşılık vermiş: “Umutsuz durum yok, umutsuz insanlar vardır.”

   Şimdi biz Türkiye adına bir hedef ortaya koyuyoruz. Bu yolda halkın desteği ve Hakk’ın yardımı esastır. Birey olarak, vatandaş olarak, bir insan olarak, önemli olan bizim üzerinize düşen görevi yerine getirmemizdir.

 

   Yamaç KONA: Peki, Turkuaz Hareket bunu söylerken nelerden güç alıyor?

Ali Müfit GÜRTUNA: Az önce de belirttim. Halktan, Hak’tan ve kendimizden. Bir kere insan olmak güçlü olmak demektir. Yeter ki gerçekten insan olalım. Eğer biz pusula olarak menfaati önümüze koymamışsak, mevki makamı önümüze koymamışsak; insan olmanın erdemini, değerlerini, yüceliğini önümüze koymuşsak zaten yeterince güçlüyüz demektir. Onun için burada bir insan olmak, iki bu ülkeyi seviyoruz. Pozitif milliyetçilik derken ülke insanını bir bütün olarak seviyoruz ve bu ülke insanımızın her bir kişisinin, dünyada, kendi alanında en iyisi olmasını istiyoruz. İş adamıysa, dünyanın en iyi iş adamı olsun. Sanatçıysa dünyanın en iyi sanatçıları, en iyi bilim adamları, en iyi sporcuları bizde olmalı. Buna engel bir şey yok. Biz bunu tarihte yapmışız. Düşüm ve hayalim o ki, inşallah bunu başarıcağız. İleride dünyada insanlar uyandığı zaman, her sabah bugün Türkiye’de ne problem oldu diye uyanmamalı. Bugün Türk insanı yeni ne üretti, yeni ne icat etti acaba diye merakla uyanmalı. Biz bunu sağlayabiliriz. Bu yetenek bizde var; ama bütün mesele bu yeteneğin farkında olmamızın sağlanması. Ben bunu bir kıssa ile anlatıyorum. Özellikle genç kardeşlerim kendilerini iyi tanısınlar, iyi görsünler. Tavuk kuluçkaya yatırılırken, tavuk yumurtalarının arasına bir tane kartal yumurtası konmuş. Civcivler çıkmış ve bunlar biraz büyüyünce tavuk almış bunları dışarıya gezmeye çıkarmış. Oynarlarken yukarıda hareketler görmüşler. Kartal yumurtasından çıkan civciv sormuş tavuğa. Anne yukarıda neler olup bitiyor diye. Tavuk yukarıya bakmış ve onlar kartal yavrum demiş. Yavru da o ne, biz ne diye karşılık vermiş. Tavuk onlar kartaldır gökte uçarlar, biz tavuğuz biz uçamayız yerde gezeriz. Tabii yaratılışın da var ya, o kartal yumurtasından çıkan civciv diyor ki; Allah’ım ne olur beni de kartal yaratsaydın, be de onlar gibi gökte uçabilseydim. Aslında onun uçmasını engelleyen tek duygu kendisini tavuk zannetmesi, kartal olduğunun farkına varsa hemen uçup gidecek. Onun için bu milletin evlatları, yiğit delikanlıları kartal olduklarını hiçbir zaman unutmasınlar. Biz o cevheri ortaya çıkartırsak bu ülkenin önünde kimse duramaz. Onun için izcilikte güzel bir söz var: “ilk yakacağınız ateş kendi yüreğinizin ateşi olmalıdır” der. Onun için buradan bütün insanlarımıza, gençlerimize bu çağrıyı yapıyorum: “Hepimiz kendi yüreğimizin ateşini yakalım ve bu ateşleri birleştirerek bir Türkiye meşalesi üretelim.” Bunu başaracağız inşallah.

 

   Yamaç KONA: Türkiye’de ABD karşıtlığı yükselirken neden Turkuaz Hareket ABD’ye karşı olumlu bir bakış açısına sahip?

Ali Müfit GÜRTUNA: Şimdi bazıları Türkiye’nin milli siyasetine vurgu yapan konuşmalarım olduğundan dolayı Turkuaz Hareket’i ABD karşıtı olarak nitelendiriyor. Bazıları da ABD’ye karşı olumlu bir bakışım olduğunu söylüyor. İşin özü bizim üreteceğimiz siyaset anlayışının milli siyaset anlayışı olduğudur. Ulusaldır.  Yani bu ülkenin menfaatini önceleyen bir anlayıştır. Bu çerçevede dünya ile ilişkilerimizde esas olan ne alıp, ne verdiğimizdir. Uluslararası ilişkilerde duygu diye bir şey olmaz. Bugün bizim tenkit ettiğimiz ne aldığımıza bakmadan sürekli vermemiz. Biz neden verelim?

   Bizim üretmemizi istemiyorlar. İstememelerinin nedenlerinden biri de üretenlerin kendi mallarını satmak için pazar aramalarıdır. Benim zaten üreten ve zenginleşen bir Türkiye idealim başlı başına bir tavır. Amerika ile ilişkilerimin iyi olmasını isterim; ama dostluk çerçevesinde. Bugün dostluk çerçevesinde bir ilişki yok, efendi – köle çerçevesinde bir ilişki var. Ben buna karşıyım. Avrupa ile ilişkilerin iyi olmasına da karşı değilim. Almanya, Fransa, İtalya hatta bırakın onları Avusturya nasıl üye olduysa Avrupa Birliği’ne Türkiye’de onuruyla üye olabilsin. Yok, bizi kapıda bekletip, iteleyip kakalayacaksanız, o bize hiç uymaz. Bizim milletimiz onuruna son derece düşkündür. Dolayısıyla eşit ilişkilere varız. Eşit alışverişe varız; ama teslim olmaya yokuz. Temsil etmekle teslim etmek farklı şeydir.

   Dünyanın bütün ülkeleriyle iyi ilişkilere, karşılıklı işbirliğine ve dünya barışını gerçekleştirmek için çaba göstermeye varız. Dünya ile işbirliği yapmazsanız dünya barışını nasıl gerçekleştirebilirsiniz ki? İşin özü bu.

 

   Yamaç KONA: Ortadoğu Politikası ile de örtüşen bir şey mi bu? Yani Türkiye’nin bulunduğu konumda Amerika olmazsa olmaz mı?

Ali Müfit GÜRTUNA: Türkiye olmazsa da olmaz. Mesele Türkiye’yi olmazsa olmaz konuma getirmektir. Bizim işimiz bu. Evvela Türkiye’yi olmazsa olmaz hale getirelim, ondan sonra biz kimin olup olmayacağına karar verelim. 

   Amerika’ya karşı düşmanlığımız olmadığı gibi sempatimiz de yok. Hiçbir ülkeye karşı düşmanlığımız yok. Buna gerek de yok. Türkiye her ülke ile bilimsel, siyasal, ticari ilişkiler kurmalıdır. Her ülke bizim için önemlidir. Sonuçta Türkiye NATO içerisinde olan bir ülke, zaten bu yüzden Amerika’ya düşman olmamız beklenemez. Bu izah edilebilir bir durum değil.

   Bakın, Atatürk ölçüyü muhteşem koymuş. Eksene Türkiye’yi koymuş. Biz de onu uyguluyoruz. Türkiye’yi eksene koyuyoruz; ama bugünkü siyasette Türkiye kanat ülke. Yani başkaları kanat çırpacak ve siz de ondan etkileneceksiniz. Benim kendi oluşturduğum bir etki alanım yok ki. Bu sebeple Türkiye merkez ülke olmalıdır. Kendi etki alanını oluşturmalıdır ve bu çerçevede herkesle işbirliği yapmalıdır. İşbirliği yapmak için her zaman menfaatiniz uymayabilir. Ha uyabilirde ne alıp ne verdik bu önemli.

 

   Yamaç KONA: Politika Dergisi gençlerin kurduğu bir dergi. Hedef kitlesinde de gençlerin ağırlığı var. Gençlere bu doğrultuda çağrılarınız, tavsiyeleriniz nelerdir?

Ali Müfit GÜRTUNA: Dünya ile yarışan bir nesil olma hedefini ortaya koymak lazım. Yönetime öncelikle kendimizden başlamalıyız. Birincisi; mesleki kariyer yönetimini çok iyi yapmalıyız. Kafanızı iyi şekillendirin, doğru kararlar verin, doğru planlar verin. Bu çok önemli. İkincisi; entelektüel altyapı oluşturmaya şimdiden başlayın. Ne iş yapacaksanız yapın, mutlaka bir entelektüel birikime ihtiyacınız var. Üçüncüsü; imaj yönetimi. Ona da şimdiden başlayın. Ne olarak görülmek ve görünmek istersiniz? Dürüst, düzgün, birikimli, doğru, güvenilir bir insan imajını ancak şimdiden inşa ederek kazanabilirsiniz. Mutlaka ülke sorunlarına ilgi duyun. Bu ülke hepimizin. Sen, ben yok biz varız. Sahip çıkmazsak ülke bizim olmaz. Özel eşyalarımıza bir şey olurken nasıl ki sahip çıkıyorsak, ülkemize de o şekilde, canımız gibi sahip çıkmalıyız. Güzel dostluklar oluşturmak da çok önemli. Gelecekte bu dostlara çok ihtiyacımız olacak. İyiliğin emsali olun, kötü olmaya bu dünya değmez. İyiliğin misyonunu üstlenmek ve iyilerin dayanışmasını sağlamak temel hedefiniz olsun.

 

   Yamaç KONA: Çok teşekkür ederiz.

Ali Müfit GÜRTUNA: Biz teşekkür ederiz.

 

iletisim@politikadergisi.com

www.politikadergisi.com

 

 

Bu yazı; Politika Dergisi, Sayı 8’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile orijinal sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 8’i indirmek için buraya tıklayınız. 

 

Yorumlar

Başarılı Bir Röportaj

Sayın ve Değerli Yamaç KONA; Sayın Ali Müfit GÜRTUNA ile yapmış olduğunuz bu anlamlı ve bilgilendirici röportajı yeni okudum.Gerçekten harika bir röportaj olmuş. Anlamlı sorular ve anlamlı cevaplar şeklinde konu şekillenmiş. Başarılarınızın devamı dileklerimle saygı ve sevgilerimi sunarım.

ALİ KOPLAY
Kamu Yönetimi Araştırma Derneği Genel Başkanı
www.alikoplay.org

Yeni siyaset kitabı

Başkanın yeni siyaset kitabını okudum. Burda röportajını görünce kitap için teşekkür etmek istedim. Sn. Gürtunaya bu eserinden dolayı teşekkür ediyorum. Siyasete bakış açım şahsının sayesinde değişti. Herkese de tavsiye edeceğim bi eser..

Yeni siyaset kitabı

Başkanın yeni siyaset kitabını okudum. Burda röportajını görünce kitap için teşekkür etmek istedim. Sn. Gürtunaya bu eserinden dolayı teşekkür ediyorum. Siyasete bakış açım şahsının sayesinde değişti. Herkese de tavsiye edeceğim bi eser..

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.