Politika Dergisi - Öğrenci Kolektifleri Bursa Mülakatı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
PD Roportaj Ekibi: 
İlker EKİCİ

Her yerdeler, eylemlerdeler, üniversitelerde farklı ses çıkarıyorlar. Ulaşım, barınma gibi birçok eylemin altında imzaları var. Ama kamuoyu onları yumurtalarıyla tanıyor. Bursa’daki Kolektiflilerin ise daha da bir farklı yönü var. Tüm Türkiye’de Hopa Davası tutuklularına destek için saç kesme eylemi yapıldı, yalnızca Bursa’daki öğrenciler ceza aldı. İşte bu yüzden ceza kesilen arkadaşlarla Politika Dergisi’nin yeni sayısı için röportaj yapmayı istedik.

Keyifli okumalar..

Arkadaşlar öncelikle Politika Dergisi’ne röportaj vermeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Kolektifler özellikle üniversite gençliğinin ciddi anlamda bir kırılma noktası oluşturdu. Bilmeyenler için Kolektifler kimdir nedir, ne yapar, bunu anlatabilir misiniz?

Nergis: Aslında şuradan bakabiliriz: Üniversitelerde aslında 80 darbesinden itibaren apolitize etme eğilimi çok yüksek. Ancak AKP döneminde son on yılda daha da arttı. Üniversitelerin neo-liberal düzene uygun haline getirilmesi, üniversitenin sermayenin kendi öznesi haline gelmesi, barınmasından yurduna varınca kadar hepsi neo-liberal düzene bağlanmaya çalışılması sürecini yaşıyoruz.  Öğrenci kolektifleri tüm neo-liberal düzene karşı üniversitelerin piyasalaşmasına karşı parasız eğitim hakkını savunuyor. Çukurova Üniversite’sinde at eti ve eşek eti yediren yemekhaneye karşı mücadele ediyor. Ulaşım zamlarına karşı mücadele ediyor. Temelde parasız eğitim üzerine mücadele ediyoruz ve AKP’nin yarattığı gerici ortama karşı üniversitelerde var olan, üniversitenin kendi öz örgütüdür. Kimler üye olabilir? Gerici ve faşist olmadığı sürece tüm öğrenciler, kolektiflere üye olabilir.

Fatih: Belki şöyle bir şey eklenebilir. Parasız eğitim talebini biz salt harç ödememe üzerine kurmuyoruz. Bugün neo-liberal politikalara karşı öğrenci barikatı oluşturmaya çaba sarf ediyoruz. Bizler özerk, demokratik üniversiteler istiyoruz. AKP de özerk üniversite istiyor. Peki fark ne diyecek olursanız, bizler bilimsel, ekonomik temelde özerklik istiyoruz. Anadilde eğitim hakkı istiyoruz. Eğitim bir haktır, satılamaz diyoruz. Demokratik üniversiteden kastımız da tüm üniversite bileşenlerinin yönetim sürecinde yer aldığı bir yapı istiyoruz. Hademesinden rektörüne! Üniversitelerin piyasalaşmasına karşı mücadele ediyoruz özetle söyleyecek olursak.

Kamuoyu sizi yumurta eylemleri ile tanıdı. Neden yumurtayı seçiyorsunuz? Yani kullanabileceğiz bir çok araç varken; yumurta nereden çıktı?

Elif: O kadar takım elbiseleriyle geliyorlar, fiyakalı. Bizim yumurtalarımız onların fiyakasını bozuyor. Takım elbiselerinde iz bırakıyor. Bu yüzden daha bir akılda kalıyor. Unutamıyorlar..

Deniz: Aslında yumurta mahkeme kararıyla da şiddet içermeyen bir araç olarak görülüyordu. Biz de şiddeti istemiyoruz zaten.  Onlar üniversitemize geldiler. Ya nasıl gelebilirler? Orası bizim. Hangi sıfatla giriyorlar ki? Öğrenci değiller, akademisyen değiller, görevli değiller. Biz de bunlara bir şey söylemek istediğimizde bizi konuşturmuyorlar. Biz de madem konuşturmuyorlar yumurta atalım dedik. E biraz da karizmalarını çizdik galiba.

Nergis: Bir de şöyle bir durum var: Yumurta öğrencinin içinde barındırdığı bir isyanı temsil ediyor. O, her sabah kahvaltıda tükettiğimiz bir gıda değil bizim için. Bu üniversitede kalan bir eylem değil, Tekel işçileri, Dikmen Vadisi halkı mesela bize tavuklarının yumurtalarını hediye etti. İsyanın sembolü oldu.

Fatih: Biz illa yumurta atacağız diye bir şekilde yola çıkmadık ki. Bir başladı, gerisi geldi.  Bizi terörize etmeye çalışıyorlar aslında. Zaman gazetesi manşet atmış şehir şehir gezip eylem yapıyorlar diye.

En son Burhan Kuzu “arkadaşlar yumurta attıktan sonra iyi geldi, saçım çıktı” dedi. Buna ne diyeceksiniz?

Fatih: Artık AKP’liler bir savunmaya geçti. Aralarında anlaştılar mı bilmiyoruz ama öğrencilerin yumurta üzerinden başlayan ortak hareketi ciddi bir etki oluşturdu. İşte İstanbul Üniversitesine başbakan geldi, öğrencileri okula almadılar. YÖK Başkanı rektörlerle Marmara Üniversitesinde buluştu oraya da alınmadık. İşi komediye vurdular. Üniversiteliler sizi üniversite istemiyor, ısrarla niye geliyorsunuz işte… Boşuna demiyoruz ki biz “AKP defol, üniversiteler bizimdir” diye. Bu bir slogandan öte bir şey işte. Bence tesadüf değil Burhan Kuzu’nun bunları söylemesi. İşi mizaha çekiyorlar.

Yumurta atmama şartlarınız var bildiğimiz kadarıyla onları paylaşır mısınız?

Fatih: Hemen söyleyelim:

1.Harçların kalkmasını istiyoruz. 2.YÖK’ün kalkmasını istiyoruz. 3. Soruşturmaların geri çekilmesini, disiplin yönetmeliğinin kaldırılmasını istiyoruz. 4. Üniversitelerden polisin çekilmesini istiyoruz.

Bu 4 temel şartımız var. Eğer bunlar olursa yumurta atmayız.

Size yöneltilen eleştirilere baktığımızda da Sokakta Hareket çeken, dikkat çekmeye çalışan, tribüne oynayan bir örgüt bunlar diyorlar. Siz bir dikkat çekmek için mi yani kendi reklamınızı yapmak için mi yoksa farkındalık yaratmak için mi eylemlerdesiniz?

Nergis: Biz, “okumuş insan halkın yanındadır” diye bir kampanya yürütüyoruz dört yıldır. Gidip ücra köşelerdeki mahalle çocuklarına ders veriyoruz. Biz savunduğumuz her şeyin somut karşılığını aslında hayatta ortaya koyuyoruz.  Yeri geldiğinde kolektifi İstanbul’da çocuk parkı inşa ederken de görebilirsiniz, yeri gelir Hakkari’de barış köprüsü yaparken de, yeri gelir Vanlı depremzedelere yardım yaparken de.

Elif: Bence bir eleştiri noktası olmasından çok, mücadeleye yeni bir bakış katması olarak değerlendirilmeli. Biz topluluk olarak bugüne kadar gelen klasik söylemin biraz dışında çıktık. Hatta bayağı bir dışına çıktık. Biz yeni bir renk kattık toplumsal muhalefete. Evet gündem olabiliyor eylemlerimiz, medyatik olabiliyor; ama bu bizim eleştirilmemizi değil, yenilik getirdiğimiz için dikkat çekilmesini gerektiren bir durum.

Tam da yeri gelmişken Hopa Davasında tutuklu olan arkadaşlarınız için, Tüm Türkiye’de saçlarınızı keserek onlara destek verme eylemi yaptınız. Yalnızca Bursa’da sizler idari para cezası aldınız. Nasıl oldu bu olay?

Elif: Vekiller katıldı, akademisyenler katıldı, sanatçılar katıldı. Ama cezayı biz yedik. (Gülümsemeler) Bizim ilk eylemimiz 8 Aralık’ta oldu. Zaten 9 Aralık’ta arkadaşlarımız alındı. İki ay sonra bir kağıt geldi, 26 liralık bir ceza kesmişler. Çevreyi kirlettiğimiz için belediye bize ceza kesmiş! Biz bu cezayı ödemeyeceğiz dedik. O kadar HES yapılırken, bizim iki tutam saçımız mı kirletecek çevreyi? Bu sefer, biz de tekrar Bursa adliyesinin önünde saçımızı kestirdik. Osmangazi İlçe Belediye Başkanının bir açıklaması vardı, cezanızı ben ödeyeceğim, diye… Biz bunu da kabul etmedik. Çünkü kabul etmemiz suçun varlığını kabul etmemiz anlamına gelecekti. Oysa bize göre ortada suç filan yok.

Nergis: Bursa’da Arap Şükrü’den tut, Uludağ’a, Yıldırım’a kirli olan o kadar çok yer var ki, bizim saçımız niye çevreyi kirletiyor ki? Ceza kesmeleriniz gereken başkaları var, gidin onlara kesin diye açıklama da yapmıştık.

Deniz: Belediye Başkanının da bir açıklaması var, kesilen ceza öyle büyük bir meblağ değil; altı üstü 26 lira, diye. İyi de siz öğrenim kredilerine, burslara 25 lira zam yaptığınızda iki yüz lira yapmış gibi anlatırken, 26 lirayı niye küçümsüyorsunuz? 26 lira öğrenci için büyük bir paradır. Tüm öğrenciler bilir!

Birkaç yıl önce İzmir’den başlayan bir tepkiniz vardı. Öğrenci yurtlarındaki “kız öğrenci” ibaresine dikkat çekiyordunuz. Ayrımcılık yapılıyor diyordunuz. Kadın sorununa dair Öğrenci Kolektiflerinin bakışı nedir?

Nergis: Bıraksanız beş altı saat bu konuyu konuşabiliriz. Devlet erkek egemen bir yapı. Ve bu yüzyıllardır bu şekilde. Ama son on yıla bakacak olursak, her gün 4 kadın öldürülüyor bu ülkede hem de son dört yıl verisi bunlar. Taciz, tecavüz, şiddet… Bunların temelinde biz gerici bir algının harekete geçmesi yatıyor diye düşünüyoruz. Son yapılan uygulamalara bakalım: Kadın bakanlığı Aile bakanlığına dönüştürüldü. AKP bugün kadını aile içerisinde kalması gereken, edilgen bir unsur olarak görüyor. Buna dayanak oluşturacak örneklemeler de var. Bizzat Erdoğan’ın “kadın erkek eşit değildir” sözü, “en az üç çocuk” diyerek aileye müdahale etmesi, çamaşır makinelerinin icadına işaret ederek “üç değil beş de olabilir” demesi. Kaymakamlarla yaptığı panelde “aranızda çok genç olanlar var, bir an önce evlenin” demesi. Hopa Davası sürecinde Dilşat Aktaş’a yönelik olarak söylediği “Kız mıdır, kadın mıdır” bilemiyorum söylemi.  Selçuk Üniversitesinde bir hocanın çıkıp, “mini etek giyen tacizi hak ediyor demektir” demesi… Biz şunu diyoruz: özetle AKP’nin kadın düşmanı dili, toplum olarak Türkiye’yi de etkiliyor. Tecavüz artıyor. Ve burada AKP kendi vicdanını ve hukukunu devreye sokuyor. İşte N.Ç. davasına bakıyoruz; o çocuğa tecavüz eden 26 kişi 5 yıl hapis cezası alıyor. Buradan alırsanız, üniversiteli kadınların da yaşadığı mağduriyetler var. Kız ve kadın yurdu söylemi şu şekilde ortaya çıktı: Bugün erkeklerin tek bir cinsiyeti varken, kadın cinsiyeti kız ve kadın diye ikiye ayrılıyor. Biz bunu reddettik, çünkü bu şekilde bir tasnif toplumsal olarak da kadını ikinci sınıfa iten bir yapıya dönüşüyor. Bu ülkede bekaret yüzünden birçok töre cinayeti işlenebiliyor, bunu bir de toplum algısından alıp üniversiteye getirdiğinizde sonuçları daha büyük oluyor. Biz de bu süreçte “kız” öğrenci yurdunun adını “kadın” öğrenci yurdu olarak değiştirilmesi gerektiğini söyledik. Üniversiteli kadın arkadaşlar bütçeleri yetmediği için çalışmak zorunda kalıyor. Ve bu işler genelde vitrin işleri oluyor, stand işi oluyor ki işveren dekolte gelmesini istiyor. Bu ciddi bir döngü, özü itibarıyla.

Deniz: Biz Görükle’de yaşıyoruz. Görükle, Uludağ Üniversitesine en yakın yerleşim alanı. 26 bin öğrenci var. Ama yeteri derecede aydınlatma yok. Geçtiğimiz yıl Semanur cinayeti olmuştu. Kadın öğrencilerin gidiş gelişlerinde taciz, tecavüz gibi vakalara rastlamaması bir mucize sayılabilir, aslında biz buna karşı eylemler yapıyoruz.

Elif: Elazığ’da yakın zamanda Fatma Şahin’in katıldığı bir toplantıda alınan kararlardan biri şu oldu: YÖK’ün bu artan şiddet eğilimlerine karşı üniversitelerde Aile Öğretmenliği dersi vermesi. Bu ailenin AKP eliyle inşa sürecine yol açacaktır.

Son dönemde muhafazakar sanat tartışmaları Türkiye gündeminde yoğunlaşmış bir şekilde yer tutuyor. Sanatın muhafazakarlaştırılması, sizin durduğunuz yerden nasıl gözüküyor?

Elif: Tiyatronun özelleştirilmesi, oyun konularının kendileri eliyle belirlenmesi. Halk için sanat yarattırılma çabası.. Klasik AKP hareketi.

Nergis:  4 tane çarpıcı örnek var elimizde aslında. Birincisi Beyoğlu Kumpanya’nın oyunu. İşte Tayyip Erdoğan’ın kızının bu oyunu yarıda terk etmesi ve ardından Beyoğlu Kumpanya oyuncularına dava açılması. İkinci örnek, Kars’taki bir Kadın ve Erkek temalı heykelin Kars’a yakışmıyor diyerek tekbir sesleriyle yıkılması, Eşrefpaşalılar filminin Kültür Bakanlığından sinema sektöründeki en büyük bütçeyi alması ki, cemaatin de bu filme olan desteği aşikardır. Erdoğan tüm kabinesiyle bu filmi izlemiştir. Son olarak da bu Şehir ve Devlet Tiyatroları tartışması. AKP sanatın üzerine ideolojik bir baskı uyguluyor. AKP bugün muhafazakarlığı Türkiye üzerinde kurumsallaştırmaya çalışıyor. Bunu yaparken de Sanatı seçiyor ve İskender Pala’da bu muhafazakar sanat önderi olarak ortaya çıkıyor. Sanat muhafazakarlaşabilir mi? Bence hayır. Shakespeare’in güzel bir lafı var: “Sanat, toplumları değiştirebilecek olan en güçlü silahtır.” AKP işte bir silah olarak muhafazakarlığı tüm topluma dayatmayı tercih ediyor. Dindar nesil diyor, kindar nesil diyor. Sanat, en başından beri bir başkaldırıdır. Milattan Önce de böyleydi, bugün de böyle. Biz istisna sayılırız bu noktada.

Fatih: Biz kendi aramızda konuşurken, AKP’yi sıradan bir parti olarak görmeyiz. AKP bir proje partisidir. 80 sonrasının lokomotifi konumundadır. AKP bugün sistemini kurumsallaştırmak istiyor. Erdoğan’ın söylemleri padişah söylemi gibi. Birçok kentte AKP’yi protesto etmek yasak. Buna karşın toplumun itici güçlerine baktığımızda sanat ilerici konumdadır ve muhalefettir. Şimdi siz gelip bu alana müdahale ederseniz sonuçları çok büyük bir alanı etkiler. Geldikleri günden beri, en azından çok satan kitaplara baksak Elif Şafak’lar, İskender Pala’lar vitrin olmuş şekilde. Muhafazakar edebiyatla başladılar, şimdi diğer sanat alanlarına yöneliyorlar.

Deniz: Elif Şafak pohpohlanırken, Dünyaca ünlü yazar Paul Auster’e gelmezsen gelme denilebiliyor. Bu biraz eskiye götürülürse Osmanlı’da padişahlar methiye yergi ikilisinde hep methiye dinlemeyi severdi, Erdoğan da o noktada. Erdoğan yergi istemiyor. O devamlı kendisine methiye dizilmesini istiyor.

Bir başka ülke gündeminden sorun olarak, Kürecik’teki Radar Üssü desem..

Fatih: Aynı projedir. Aynı projenin devamıdır. Erdoğan bugün Ortadoğu’yu yönetebilirim edasıyla hareket etmekte. Bu söylemlerini sıklıkla dile getiriyor. İşte Suriye’ye yönelik tavrı ortada. Ortadoğu’daki her şeye bir cevap vermesi. Kendi ağzıyla Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanıyım demesi, gelinen noktada projenin emperyalizmin kucağına bırakılan bir Ortadoğu yaratılmaya çalışılması. Hepsini alt alta topladığınızda bu işin tuzu biberi bu radar üssü. Emperyalizmin kalkanıdır Kürecik üssü.

Nergis: Mesela İran ve Rusya, bu üsle ilgili kendilerine yönelik bir tehdit algısı olursa vuracaklarını açıkladılar. Ama bu yeterince konuşulmuyor. Sen kalkacaksın İsrail’e One Minute çekeceksin, sonra Filistin’i vuran uçak pilotlarını Türkiye’de yetiştireceksin. Bu tutarsızlıktan başka bir şey değildir. Kürecik’le birlikte, kendi ülkemizi savaş ülkesi haline getiriyorsun.

Peki, ya Hes’ler? Hopa Davası? Metin Lokumcu?

Fatih:  Ortada çok ciddi bir yanılsama var özünde. Çıkıp AKP diyor ki bizim enerji ihtiyacımız var, bu ihtiyacı biz karşılamak zorundayız, bunun için de HES yapmalıyız. Bu memleketin enerji ihtiyacı derken neyi kastediyorlar, aslında buraya bakmak lazım. Bizim evimizdeki elektrik için bir ihtiyaç değil bu. Sanayi devlerinin, fabrikalarının, holdinglerinin, sermayenin, kısacası kapitalin ihtiyacını karşılamak için memleketin derelerinin üzerine santral dikiyorlar. O bölgedeki köylünün tarımla uğraşan insanların, yaşamlarını idame ettirme hakkını ellerinden almaktır HES’ler.

Nergis: Bu işin bir başka boyutu da salt köylülerin haklarının gaspı değil, şehirde yaşayan insanların da sorunudur. Pet şişelere doldurulmuş çeşit çeşit marka suları pazarlamak için yapılıyor. Ben çocukken elimi dayayıp içtiğim çeşme suyu şimdi kirli ve sağlığa zararlı olmuş. Damacana su içiyoruz özetle. Çeşmeden akan su, o çeşmeye gelene kadar 4000 yıl geçiriyor. Kirlenmesi imkansız. Bilimsel olarak ispatlı bu. Bugün su kadar, dere kadar değerli başka bir şey olabilir mi ya? Karadenizli teyze diyor ki, “bu Allah’ın suyu. Devlete ne bundan?” Haydi gidip ona anlatın HES’lerinizi. Sen doğayı katlediyorsun ondan sonra çıkıp “Su Akar Türk Bakar” diyorsun, ayıptır ya.

Elif: Tüm ekolojik sistemi yok ediyorsunuz, suyun kullanım hakkını milletten alıyorsunuz, enerji ihtiyacı var diyorsunuz. Öte yandan kentsel dönüşüm yapıyorsunuz. Neo-liberalizm bu işte. Nergis’in örnek verdiği teyzenin dediği, Allah’ın suyunu bile özelleştirmeyi kafaya koymuş bir sistem.

Hopa Davası süreci nasıl gelişti pekala?

Deniz: Sen kalkacaksın, oranın derelerini talan edeceksin, ekosistemini perişan edeceksin. Sonra kalkıp onlardan oy istemeye gideceksin. Hopa olayları özellikle Metin Lokumcu çerçevesinde bir rövanştan başka bir şey değildi. Çünkü o mitingden bir ay kadar önce AKP’nin bakanını Hopa’ya sokmamışlardı. Erdoğan da işi inada bindirdi. Arhavi’ye gitmedi, Hopa’ya gitti.

Fatih: Ya üstüne mesela, AKP’nin Hopalı ve Artvinli yöneticileri “burada miting yapmak iyi bir fikir değil” demelerine rağmen bu miting yapılıyorsa bu gerilen ortamı iyice germekten başka bir şey değildir.

Nergis: Sen buraya gidiyorsun, peki karşında kimi bulacaksın? Çok doğaldır ki doğayı savunan insanlar karşına gelecek. Metin Lokumcu da bunlardan bir tanesiydi işte. Emekli öğretmen. Derelerin Kardeşliği platformunun yönetim kurulu üyesi. Senin kolluk kuvvetin, demokratik hakkını kullanan halka gaz bombaları yağdırıyorsun. Metin Hoca da kolluğun önüne geçerek, mücadele veriyor. Ve sonuç olarak orada onu öldürüyorsun. Bu kalp krizinden ölmek değildir, öldürmektir bu.

Kolektife dönecek olursak, son dönemde size yönelik baskılar da var İstanbul Hukuk’ta patlayan bombaların peşi sıra arkadaşlarınız basın açıklaması yaparken gözaltına alınıyor, Samsun’da birçok arkadaşınız alındı. Siz Bülent Arınç’la sıkıntı yaşadınız. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nergis: Burada bir algıyı düzeltmek lazım ama. Biz bunu salt Öğrenci Kolektiflerine yapılmış bir tavır olarak görmüyoruz. Başta da dediğimiz gibi AKP bugün kendine muhalefet eden herkesi susturmaya çalışıyor. Tiyatroculardan tutun, gazetecilere, akademisyenlere varıncaya kadar muhalefete tahammülleri yok. Hal böyle olunca en politik alanlardan biri olan üniversitelere böylesi bir baskıyla gelmesi normal bizce. Öğrenci Kolektifi özelinde bakacak olursak illa, biz AKP’nin her uygulamasına muhalefet eden bir yapıyız. Hareketi seçen bir örgütüz. Üniversiteliler yeni yeni muhalefeti seçmedi ki. Yüz yıl önce Tıbbiyeliler İstanbul’da tramvay zammını protesto ediyordu, bu memlekette Koordinasyon gibi bir destan var, Dev- Genç gibi bir miras var. Öğrenci Kolektifleri de mücadele ediyor. Dolayısıyla bunlara şaşırmıyoruz. AKP böyle bir parti. Diktayla zulümle kontrol etmeye çalışıyorlar.

Fatih: Bir de onların kavrayamadığı şöyle bir gerçeklik var. AKP’nin bugün yaptığı uygulamaların hiçbiri bu ülkenin aydını, gençliği tarafından kabul edilebilecek bir şey değil. İşte o yüzden insanlar “tek yol sokak” demeye başladı. Çünkü başka bir alan bırakılmadı. AKP sokaktan korkuyor. Sokakta yeniyoruz onları. Bu baskı devam ettiği sürece biz de devam edeceğiz. Bilinmelidir ki bu memlekette her yer Hopa olacak.

Bugün Avrupa’da sokağa çıkan öğrenciler de bizimle aynı sloganı kullanıyor. Eğitim haktır satılamaz diyorlar. Avrupa’nın içine düştüğü kriz; neo-liberal politika ve politikacıların sonunu hazırlamakta. İşte Fransa’da Hollande’ın gelmesi. He sosyalist bir adaydır; ama sosyalizmle ne derece alakası vardır, o ayrı bir tartışma konusu. Dünya’da sol bir rüzgar esmiştir ve bu rüzgar sokaktan gelmiştir.

Geçtiğimiz 1 Mayıs’ta en çok tartışılan kitleydi “Anti Kapitalist Müslüman Gençlik”. Sizin bakışınız nedir?

Nergis: Ya direkt söyleyeyim. Kale alınması gereken bir yapı olarak görmüyorum. Çok ciddi söylüyorum. AKP bugün kendi çizdiği çerçevede insanlara muhalefet etme hakkı bahşediyor. En basitinden Mümtaz’er Türköne. Çıkıp onurlu solcular - onursuz solcular diye ayrım yapabiliyor. Onurlu solcuları da ‘yetmez ama evet’çilerden oluşturuyor. Referandum sürecinde ‘hayır’ diyen solcular onursuz oluyor. Solcuların onurluluk noktasında Mümtaz’er Türköne’den öğrenebileceği bir şey yok ki. Anti Kapitalist Müslüman Gençler de tam böyle işte. AKP’nin istediği bir muhalefet biçimi. Bunu yaparken de medyanın güdümlü olmasından hareketle her kanalda 1 Mayıs sürecinde boy gösterdiler. Ama kimse bu arkadaşlara soramadı, niçin yürüyüş kortejinde HAS PARTİ ile birlikte yürüdünüz, diye.

 

O eleştirinle ilgili bunu sordular ama.    Alfabetik sıralama yüzünden arka arkaya geldik      dediler..

Nergis: Yok öyle bir şey. Sürecin içinde olan İhsan Eliaçık. Kendisi Has Parti’nin kurucularından. Televizyonlarda Bekaroğlu ile birlikte geziyorlardı. Kendi kortejlerini bırakıp, Has Parti kortejine girdiler.

Fatih: Nergis’in dediği kale almamak aslında şöyle bir şey, her yerde öyle bir lanse edildi ki, sanki 1 Mayıs’ta sadece onlar yürüdü. Koskoca 1 Mayıs Anti Kapitalist Müslümanların tekeline indirilebilir mi? Söyleme baktığımızda ise, Müslümanları kategorize etmeleri bile bir ayrımcılık, bir öteki yaratma çabasıdır bu.

Elif: AKP açısından yorum yapacaksak da şunu diyebiliriz: Anti kapitalist olacaksan da abdestli ol. AKP eliyle yapılan eylemlere bakalım, işte Hocalı. Bir etnik yapıya hakaret ettiler. İçişleri Bakanı kendi katıldığı eyleme soruşturma açabildi.

Pekala, Kolektiflerin örgütlediği bir eylemle kazandığınız bir mücadele var mı?

Deniz: En son İTÜ’de yemekhanelerin sosyal tesislere devri ve kar amacı gütmeden beslenme hakkına ilişkin elde ettiğimiz kazanım.

Fatih: kazandığımız aslında çok ama gündem olmamış olabilir. İnebildiğimiz en lokal alan sorunu bile bizim işimiz. Bir kırık masa bile bizim için mücadele zemini demektir. İstanbul Üniversitesinde yemek fişleri 50 kuruş, 75 kuruş yapsınlar 3 lira! Uludağ Üniversitesinde ulaşım zamlarına karşı yaptığımız eylemler. Demokratik olarak baktığımızda ise üniversitelerde masa açma hakkı kazanabildik, bence bu da atlanmamalı.

Nergis: Harç zamlarının 2008-2011 de iki kez geri aldırılması, İstanbul’daki ulaşım zammını geri çektirme, İTÜ ve Eskişehir’de kantin kazanımları, Çukurova, Antalya ve Ege Üniversitelerindeki yemekhane kazanımları, Trabzon’da kayıt paralarının geri ödenmesi bunlar ciddi kazanımlardı.

Öğrenci arkadaşların taleplerini bildiren bir anket sonucunu çeşitli rektörlerle görüşüp kabul ettirdik ama YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya iki kez randevu vermedi bize. İkinci talepten önce Yumurtadan önce son twit diye bir twitter eylemi örgütledik. Çünkü Çetinsaya, ilk geldiğinde “yumurta atmayın twit atın” demişti. Bakalım önümüzdeki günlerde ne olacak?

Son Olarak Ekleyeceğiniz ve Politika Dergisi için söyleyecekleriniz var mı?

Fatih:  31 Haziran’da 7 günlük bir kamp yapıyoruz, bu yıl 7.sini düzenliyoruz. Yedi gün boyunca, para hırsının olmadığı; hiçbir şeyin alınıp satılmadığı bir kamp yapıyoruz. Arkadaşları bekliyoruz.

Son olarak şunu diyebiliriz ki neo-liberal politikalar olduğu sürece, biz mücadeleye devam ediyoruz etmeye devam edeceğiz.  Politika Dergisi’nin sloganı, Apolitik Kalmayın. Biz de diyoruz ki Üniversiteler Apolitik değildir.

Nergis: Biz, Başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz ve tüm arkadaşlarımızı davet ediyoruz.

Teşekkürler arkadaşlar..

Biz teşekkür ederiz.

 

İlker EKİCİ

ilker.Ekici@PolitikaDergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.