Aralık 2013

Atatürkçü Cumhuriyet Rejimi; Neden Bu Hallere Düştü? (II)

Kemalizm veya Atatürkçülük; insanlık tarihinin emperyalizme karşı ilk başarılı milli (ulusal) isyanını örgütleyen, emperyalist batılı devletlerin yarı sömürgesi durumuna düşmüş olan, çağının çok gerisinde kalmış teokratik Osmanlı İmparatorluğu’nun külleri üzerinde modern, aydınlanmacı, laik, akla, bilime ve hukuka dayanan demokratik yeni bir bağımsız ulus devlet kuran devrimci bir toplumsal harekettir. Atatürkçülük; sade siyasi olarak değil, yine Osmanlı’dan kendisine miras kalan kapitülasyonları kaldırıp, onun borçlarını da tamamen ödeyerek ve de hiç yoktan bir milli sanayi inşa ederek ekonomik olarak ta tam bağımsız bir ulus devlet yaratmıştır.

Fakat makalemizin birinci bölümünde ayrıntılı bir biçimde saptadığımız gibi, Atatürk’ün ölümünden sonra, özellikle son 11 yıllık AKP iktidarı döneminde pratik olarak Kemalizm veya Atatürkçülük; ruhu ve temel felsefesi, halk içinde yaşasa da, giderek devlet katında artık uygulanmamakta, “Askeri vesayetten ve statükodan kurtulma” yalanı ile Türkiye Cumhuriyeti yönetiminden tamamen tasfiye edilmektedir.

Müzakereler Plana Doğru mu Gidiyor? (3/3)

Annan Planı kabul edilseydi, bizim için kötü günler gene geri gelmiş, 2. sınıf vatandaş olarak Rumlar tarafından aşağılanmaya ve ezgi çekmeye başlamış olacaktık. Şehitlerimiz de herhalde mezarlarında huzursuz olacaklardı.... (2. bölümde kalınan yerin devamı)  

   

Her iki tarafın "Evet" oyları ile kabul edilmiş Annan Planı uyarınca;

10-    Geçmiş 9 yıl içinde, 20 Temmuz 1974 Barış Harekatında ve sonrasında adada konuşlanmış olan Türk Barış Kuvvetlerinin tamamı Türkiye’ye dönmüş olacaktı. Plandaki koşullara göre adada sadece 650 Türk askeri kalacaktı ve en küçük bir birim bile kışladan dışarı çıkmak için 15 gün evvelsinden Federal Hükümetin yetkili mercilerinden izin istemek zorunda olacaktı. 

11-    Gayrimenkul sahibi Kıbrıslı Rumlar iade edilen topraklardaki taşınmaz mallarını tümüyle geriye almış olacaklardı. Kıbrıs Türk Devletinde taşınmaz mülk sahibi olan Rumlar ise Nisan 2009 tarihine kadar mülklerinin üçte birini tüm olarak geri almış, geriye kalan miktar için de tazminat almış olacaklardı.

Gülen Cemaati ve Bir İstifa

Yazar: 
Tamer YAZAR
Yazının Yazıldığı Tarih: 
17-12-2013

Türkiye’de, Dershaneler ve Cemaat ilişkisi üzerine çok şey söylendi şu ana dek, hatta o “koskoca” dershaneler başlığı “cemaat” ara başlığına sıkıştırıldı diye kızanlar da oldu, ama durum gerçekten de o yöne doğru ilerliyor galiba, hatta yaşanan kavga kendi içinde ilk” kurbanını” da verdi bile… !!!

 

Nasıl mı?

 

AK Parti İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, partisinden istifa etti.

Ama istifasına hem “DERSHANELER” başlığını hem de “CEMAAT” gerçeğini iliştiriverdi…

Hatta Türkiye’de buna dair konuşulanları bir bakıma resmileştirdi…

Siyasete Cemaat dokunuşlarının gücüne dair sinyaller verdi…

Hatta o dokunuşun gücüne ilişkin çatışmaya işaret etti…

Kazananlar ve Kaybedenler

Yazar: 
Koray KAMACI
Yazının Yazıldığı Tarih: 
19.12.103

Evet, sevgili dostlar Türkiye son zamanlarda kendi içinde kan kaybetmeye devam ediyor. Uzun zamandır devam eden ama daha yeni yeni ortaya çıkan Cemaat-Hükümet kavgası çok başka mecralara kaymaya başladı. Ben uzun zamandır bu konu hakkında yazmamaya gayret gösterdim. Çünkü beni takip edenler iyi bilir ki ben genelde stratejik yazılar yazmaya gayret eden ve gündelik politikalar üstüne yazı yazmayan biriyim. Ama son zamanlarda okuyucularımın ısrarı ve teşvikleri üzerine birkaç bir şey de ben söyleyeyim dedim. Malum asıl bu çatışma çok önceden 7 Şubat krizine kadar dayanan ve hatta öncesine kadar giden sancılı bir süreçti. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağırılması ile olaylar çığrından çıkmış ve herkes kılıçlarını kuşanmıştı. Günümüzde ise Dersaneler olayı ile bu kavga ayyuka çıkmıştır. Son gelinen nokta da ise Yolsuzluk operasyonu vs. olaylar iyice içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

Emperyalizm Türkiye'de Kaos Yaratmak İstiyor!

Türkiye son günlerde 17 Aralık Operasyonu ile çalkalanıyor.  Ülkemizde bütün basın ve TV kanalları son 3-4 gündür AKP hükümetinin üç bakanının oğullarının ve bir bakanın kendisinin yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasıyla meşgul. Ortalık toz-duman; yıkılıyor. Muhalefet ateş püskürüyor; hükümetin, en azından oğullarının yolsuzluğa adı karıştığı iddia edilen 4 bakanın derhal istifa etmesi gerektiğini söylüyor.

Bütün Türkiye'yi sarsan bu soruşturma ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığı şu açıklamayı yaptı: “Bu soruşturmalardan birisi Memur Suçları Soruşturma Bürosu'nda görevli bir Cumhuriyet Savcısı tarafından diğer ikisi Kaçakçılık Narkotik Bürosu'nda görevli başka bir savcı tarafından yürütülmekte olup bu savcılardan önce başka Cumhuriyet savcıları da aynı soruşturmaları yürütmüş, büro değişikliği ve benzer sebeplerle savcı değişikliği olmuştur. Dosyalardan biri 12 Temmuz 2013 tarihinde, diğeri 22 Temmuz 2013 tarihinde şu an iki dosyanın soruşturmasını yapan Cumhuriyet Savcısına tevzi edilmiştir. Üçüncü dosya ise 2 Aralık 2013 tarihinde şu an soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısına tevzi edilmiştir. “

AKP, Ilımlı İslam, Talan…

Bir haftadır ortaya dökülen kirli paralar, suçlamalar, hukuk dışılıklar, iddialar sanırız ülke insanını çok da şaşırtmadı. Hatta büyük bir bölüm bakan çocuklarına kadar uzanan operasyonu duyduklarında sadece acı acı gülümsediler. Bu operasyon sanki malumun ilanı idi. Başbakanın karşıt olarak ortaya koyduğu demokratik idarelere tamamen zıt önlemler de aynen operasyonun kendi gibi kimseyi şaşırtmadı.

Burada geçen “kimse” sözünü biraz açmak lazım. Ülkede çeşitli nedenlerle iktidara karşı olanlar için zaten bütün bunlar normal durumlardı. Yani cemaat ile AKP nin sonunda rant kavgası ile de olsa kapışacağı bekleniyordu. Bu arada şöyle veya böyle iktidara oy veren büyük bir de çoğunluk var. Asıl önemli olan onların bu konuda ne “düşündüğü”dür.

Bir Cesur Yürek

Dün (23.12.2013) Güney Kıbrıs'ta İngilizce olarak yayınlanan Cyprus Mail (Kıbrıs Postası) adlı gazetede Loucas Charalambous adlı Rum Köşe yazarının köşe yazısını okudum.  İngilizceniz iyi ise sizin de okumanızı tavsiye ederim. Internet adresi  http://cyprus-mail.com/2013/12/22/fifty-years-later-we-still-dont-accept-what-we-did-in-1963/

Yazının başlığı beni çarptı ve sersem etti.

Yazının başlığı "Fifty Years later, we still don't accept what we did in 1963" idi. Türkçeye "Elli sene sonra, 1963'de ne yaptığımızı hala daha kabul etmiyoruz" şeklinde çevrilebilir.

T.C. Dışişleri Bakanı Sn. Ahmet Davutoğlu'nun KKTC Ziyareti

Rumları paniğe sokan durumun Davutoğlu'nun "Kurucu Devlet" tanımını kullanması olduğunu belirten Atun “İngilizce ‘Constituent  State’ olarak tanımlanan bu terimin, hayata geçecek yeni ve bağımsız bir devleti oluşturan kurucu devlet manasını taşıdığını açıkladı:

Can evlerinden vuruldular

Yurdagül BEYOĞLU

Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ata Atun, Davutoğlu'nun Yunanistan ziyaretinde Venizelos ve Samaras ile görüştükten sonra KKTC'ye gelip Eroğlu ve Downer ile görüşmesi sonrasında "Kurucu Devlet" terimini kullanarak açıklama yapmasının Rumları can evinden vurduğunu söyledi.

Rum lider Nikos Anastasiadis’in, Konseyi toplantıya çağırma hazırlığını yapmasının nedeninin, Davutoğlu'nun, Cumhurbaşkanı Eroğlu'na baskı yapmak yerine tam destek çıkması olduğunu belirten Ata Atun, “Destekten de öteye Türkiye'nin Kıbrıs sorununun, müzakereler sonucunda halen geçerliliğini korumakta olan ‘BM Kıbrıs Müktesabatı’na uygun olarak ‘Yeni Federal bir devletin’ kurucu Türk ve Kurucu Rum devletleri tarafından yeniden yaratılması şeklinde olduğunu kesin bir dille vurgulamış olması” dedi.

AK Parti ve 3 Y

17 Aralık tarihinde başlatılan yolsuzluk ve rüşvet kaynaklı operasyon, AK Parti açısından bir dönüm noktası olacaktır...

3 Kasım 2002 tarihi de, hem Türkiye hem de AK Parti açısından bir dönemeç ve dönüm noktası idi...

Toplum, art arda gelen ekonomik krizler ve siyasal kaoslar yüzünden bunalmış ve infial durumuna gelmişti...

Birçok insan; özellikle finans kesiminde çalışan insan/yurttaşlarımız, meydana gelen ekonomik kriz yüzünden işinden olmuştu. Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidar yolculuğuna Türkiye’nin o dönemki kargaşa ortamından yararlanarak çıkmıştır. Toplum, yaşanan ekonomik krizden ve siyasetçiler arasındaki polemiklerden bunalmış ve usanmış bir hâliyet-i ruh içinde gerçekleştirilen seçimlerde, Adalet ve Kalkınma Partisine yönelmiş idi.

Kısacası...

Adalet ve Kalkınma Partisi, toplumumuzun içinde bulunduğu ruh hâlinden faydalanarak, gerçekleştirilen seçimlerde, birçok siyasal partiyi kulvar dışında bırakmak kaydıyla tek başına iktidara gelmiştir.

Seviyeli Beraberlik

Cemaatle iktidarın seviyeli beraberliği bitti anlaşılan. İkisi de birbirinin kuyusunu kazıyor. Ne kadar kirli çamaşır varsa ortaya dökülüyor. İktidar en akıldışı yöntemlerle kendini kurtarmaya çalışsa da giderek batıyor. Alınan önlemler artık yandaşları bile isyan ettirmeye, olayın dışındaki büyük çoğunluğu güldürmeye başladı. Nasıl güldürmesin ki?

Başbakan daha düne kadar Ergenekon’u oluşturan delilleri üreten, komik iddialar sergileyen, gezi olaylarında kendi halkına düşmana yapılmayacak muameleyi yapan, ölümlere neden olan polisi “kahraman” ilan etmiş, ödüllendirmişti. Ne oldu şimdi?

Birden bire o polis “devlet içine odaklanmış çete” oluverdi. Gerçi başbakan doğrudan “polis çetedir” demedi ama o bu sözleri söyler söylemez adeta polis teşkilatının kafası kopartıldı. Sayısını sayamadığımız kadar emniyet amiri, müdürü görevden alındı. Yırtılmış kâğıt parçaları gibi etrafa saçıldı. Peki, kimdi bu polisler? Biz cemaat mensupları olduğunu düşünüyoruz. Zaten bir iktidar milletvekili de “polisi cemaate bıraktık” dememiş mi idi?