Bilim/Kuramsal

Dünden Bugüne Egemenlik ve Milli İrade Anlayışı

Yazar: 
Meçhulyolcu
Yazının Yazıldığı Tarih: 
10.11.2014

Genel olarak milli irade, halkoyu ile seçilerek parlamentoya girip, ülkeyi yönetme yetkisini ele geçirmek şeklinde izah edilmektedir. Milli iradenin anlamını ve uygulanış şeklini görmek için tarihin sayfalarını birer birer aralayıp, günümüze kadar irdelememiz gerekmektedir. İyi bir araştırma yaptığımızda, milli irade anlayışının göründüğü gibi uygulanmadığını; geçmişten günümüze kadar, egemenlik ve milli irade kavramlarının nasıl yorumlandığını ve kimler tarafından nasıl akamete uğratıldığını görebiliriz.

Bilindiği üzere; 15. ve 17. yüzyıllar, Avrupa’nın Rönesans ve reform hareketleriyle sarsıldığı yıllardır. Tüm Avrupa’yı kuşatan bu iki önemli gelişme, egemenlik ve milli irade anlayışının ortaya çıkmasına neden olmuştur. İtalya’da başlayan Rönesans hareketlerinin temel amacı, Orta Çağ anlayışı ile yenilikçi (Reformist) anlayış arasında bir köprü kurmak olmuştur.

İnsan Ötesi Geleceğimiz

Alman filozof Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında şöyle diyor: “Bütün varlıklar şimdiye dek kendilerinden öte bir şey yaratmışlardır; Peki siz bu büyük yükselişin inişi olmak ve insanı alt edecek yerde hayvanlara dönmek mi istiyorsunuz? İnsana göre maymun nedir? Gülünecek bir şey, ya da acı bir utanç. İnsan da tıpkı böyle olacaktır. Üstinsana göre: gülünecek bir şey, ya da acı bir utanç. Solucandan insana dek yol aldınız ve sizde çok şey daha solucandır. Maymundunuz bir zamanlar ve şimdi bile insan, her maymundan daha maymundur.”

İbn Haldun’un Felsefesi Üstüne - 2

Birey-Toplum İlişkisi

 

İbn Haldun’a göre insan sosyal bir varlıktır.  İbn Haldun, insanı nefs ( Ruh ) ve cisimden (beden) müteşekkil, bilim ve sanat yapabilme özelliği bakımından diğer varlıklardan farklı bir varlık olarak tanımlar.[1] İbn Haldun’a göre, insanların bir arada toplanmaları, sırf geçinmek maksadıyla yardımlaşmak içindir.[2] Bu ‘geçinme’nin şubeleri olarak insanı toplumsal hayata iten iki ana saik vardır. Bunlar, besin maddelerini tek başına üretememesi ve kendinden çok daha kuvvetli olan bazı yırtıcı hayvanlardan kendini koruyamamasıdır.[3] Haldun, aynı zamanda beşeri ümranın tanziminde de siyaseti mecburi bir kurum olarak görmektedir.[4]

 

İnsan topluluklarına bakıldığında, bunların durumlarının birbirinden farklı ve çeşitli olduğu görülür. Bunun sebebi, İbn Haldun'un kendi deyişiyle, her birinin “geçinme şekil ve tarzlarının birbirinden başka ve türlüce olması” dır. [5] Ayrıca, toplulukların yerleştikleri coğrafi yer, iklim, iktisadi şartlar, üretim şekil ve ilişkileri de onların farklılaşmasına yol açan etkenler arasındadır.

Panoptikon ve Türkiye

Jeremy Bentham’ın ortaya attığı Panoptikon teorisi; mahkumların davranışlarını incelemeyi amaçlar. Panoptikon “merkezi bir kontrol kulesi etrafında inşa edilmiş, hem kontrol memurunun hem de orada tutulan insanın sürekli gözetlendiği açık tek hücrelerden oluşan daire seklinde bir yapıdır. Bu kavramı siyasetle tanıştıransa Foucault olmuştur. Faucoult’da “Hapishanenin Doğuşu” adlı kitabında Panoptikon’u yalnızca bir hapishane olarak değil, iktidarın bir yansıması olarak değerlendirir. Sürekli gözlendiğini bilen bireyler, gittikçe iktidarın kurallarına ve toplumsal düzene uyumlu olmaya doğru adım atmaktadırlar.

Panoptikon olgusu Türkiye’de kredi kartlarıyla, güvenlik kamerasıyla sirayet etmişken; panoptik boşluk olarak internet her daim gücü tehdit etmiştir. Bunun en somut hali, Gezi Parkı olaylarıdır. Bu toplum matbaaya 200 yıl direnmişken, interneti eş zamanlı almış, twitterda ise dünyanın da önüne geçecek güce gelmiştir.

Politeia'nın Toplumsal Sınıfları

"Ayrılma saati geldi, ve kendi yollarımıza gidiyoruz—ben ölmeye, siz yaşamaya. Hangisinin daha iyi olduğunu yalnızca Tanrı bilir." Sokrates Bu sözler gençlerin ahlakını bozduğu, Atina ilahlarına inanmadığı gerekçesiyle hakkında ölüm cezası istenen Sokrates'in, felsefeyle ilgilenmeyen insanların bile gözünde devleşmiş olan savunmasının son cümleleri. Hocası Sokrates'in ölümünden sonra Platon "Sokratesleri öldürmeyecek bir devlet düzeni" arayışına girer ve bu arayış Devlet'i yazmasıyla sonuçlanır. Platon'un devleti, sağlıklı ve mutlu bir toplum hayatı için olması gereken ideal devletin yanı sıra bu devletin, sağlıklı ve mutlu bir bireyin de tüm ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte olması gerektiğinin altını çizerek, toplum ve birey arasında sağlam bir bağ kurar.

Politika Dergisi - Saffet Murat Tura Mülakatı

PD Roportaj Ekibi: 
Burak ÇIRACI

1955 yılında Akyazı'da doğdu. 1980 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. Bir süre fizyoloji üzerine çalıştıktan sonra 1986 yılında İstanbul Tıp Fakültesinde psikiyatri uzmanlığını tamamladı. Analitik yönelimli psikoterapi üzerinde çalışmalar yaptı. 1990 yılında İmago Psikoterapi Merkezi'ni kurdu. Yurt içinde ve yurt dışında yayımlanan bilimsel çalışmalarının dışında felsefe ve politika konularında yazıları yayımlandı.Defter dergisi yayın kurulunda bulunan ve Metis 'Ötekini Dinlemek' dizisinin editörü olan Tura'nın, Freud'dan Lacan'a Psikanaliz (Ayrıntı, 2. basım, 1995) adlı kitabı bulunmaktadır.

Reel Sosyalizmin Çöküşü ve Stalincilik

Siyasi duruş ve tavırlar eğer ilkesel olursa o zaman tutarlı ve inandırıcıdırlar. Çünkü ilkeler, herhangi bir konuda uzun vadeli olan temel tavırlardır. Günlük ve güncel tavırların uzun vadeli tavırlarla yani ilkelerle örtüşmesi, güncel tavrın inandırıcılığının en büyük güvencesidir. Ancak bazı kavram ve ilkelerin iyi algılanması ve anlaşılması için bunların kendi yaşanmış tarihi süreçleriyle ele alınması gerekmektedir.

Benim bu yazıyı kaleme almamın asıl nedeni, Sol Cephe’yi eleştiren iki makalemin okuyucu tarafından çok farklı algılanıp ilgi görmesidir. “Sol Cephe Başarılı Olabilir mi” başlığını taşıyan ilk yazım 13 binin üzerinde okuyucunun ilgisini çekerken “Sol Cephe Seçim Bildirgesinin Eleştirisi” başlıklı aynı konudaki ikinci yazım ise henüz 80 okuyucu tarafından okunmuş durumdadır.

Küreselleşme Sürecinde Ulus-Devletin Dönüşümü

Yazar: 
Mehmet Şükrü Özen
Yazının Yazıldığı Tarih: 
14.01.2014
 
 Giriş
 
 Bu makalenin hazırlanmasındaki amaç, ulus-devlet ve küreselleşme arasındaki etkileşimleri, küreselleşme sürecinde ulus-devletin geçirdiği yapısal dönüşümleri açıklamaktır. Bu bağlam- da yazının konuları olan “devlet”, “ulus”, “ulus-devlet”, “küreselleşme” gibi anahtar kavram- ların tanımları, tarihsel gelişim evreleri ve günümüzü belirleme güçleri üzerinde durulacaktır.
 
 1.Devlet, Devletin Tarihsel Kökenleri, Ulus ve Ulus-Devlet
 
 1.1 Devlet Nedir?

İbn Haldun’un Felsefesi Üstüne - 1

Toplumbilimi, 19. yüzyılda Avrupa’nın hızla bir dönüşüm içine girdiği dönemin araştırılması ihtiyacına yönelik gelişen bir bilim dalıdır. Bu olayları gerekirci gözle çözümleme işine girişen bilim insanları, çağdaşlığı anlama ihtiyacıyla bu alanı geliştirmeye başlamışlardır. Cemil Meriç’inSaint-Simon-İlk Sosyolog, İlk Sosyalist” kitabında toplumbilimin düşünce babası olan Saint-Simon hakkında Durkheim’in sözlerini aktarır: Saint-Simon (…) bakışlarını kurulmakta olan düzene çevirir, gerçeği inceler ve geleceği sezmeye çalışır. Devrim sonu Fransa’sını hangi sosyal düzen huzura kavuşturabilir. Saint-Simon felsefesinin özü, bu soruya verilen cevap. (…) Onun “insan ilmi,” “sosyal fizyoloji,” “hürriyet ilmi” diye anmayı tercih ettiği bilime Comte, sosyoloji adını verir ve öyle kalır.[1]

Olması gerekenden öte olanı ele alma gayreti içinde olan İbn Haldun, medeniyeti “umran” olarak değerlendirmiştir. Eğer kişi-oğlu “doğası gereği” “medeni” olmazsa Tanrı’nın yeryüzünde kişi-oğluna yüklediği “halifelik” görevinin yanında, onlar aracılığı ile gerçekleştireceği “âlemi bayındır kılma” iradesi de gerçekleşmeyecekti. Toplumu çeşitli meslek gruplarına bölerek toplumsal yaşamın örgütlenme biçimini ortaya koymuştur. Bu sayede insan, doğaya karşı kendini koruyacak ve yaşamını sürdürecektir.

Laik Devlet Anlayışı ve Kemal Atatürk

Yazar: 
Meçhulyolcu
Yazının Yazıldığı Tarih: 
04.11.2013

Cumhuriyet döneminden günümüze kadar, bir takım din adamları, Kemal Atatürk’ü dinsizlikle, deccal ve diktatör olmakla suç lamışlardı. Bu iftiralarla  yetinmeyen dindar kisvesi altında saklananlar, Atatürk’ün annesi için ‘Genelev’  kadını diyerek iftiraların kapılarını ardına kadar açmıştır. Bunları yaparken; Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını, Modern Devlet anlayışını da demir parmaklıklar arkasına hapsetmiştir.

Elbette bunun nedenleri; din tüccarlığı yaparak, verdikleri fetvalarla devleti ve halkı istediği yöne çeviren ‘yabancı aşağı’ din adamlarının bu menfaatlerinin hilafetin kaldırılmasıyla ellerinden çıkmış olmasıdır. Kemal Atatürk; Cumhuriyeti ilan ettikten sonra kokuşmuşluğun, hurafelerin ve din dışı anlayışların kaynağı olarak gördüğü tekkeleri ve zaviyeleri kapatmıştır.

İçeriği paylaş