Kapitalizm Krizi ve Marksist Düşüncenin Görevleri (1)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar Adı: 
Alan WOODS
Yazarın Özgeçmişi: 
1944 - Galler doğumlu, Troçkist kuramcı/yazar. www.marxist.com editörü.

   İngilizce aslından çeviren: Göktuğ YELKANAT

   Uluslararası Marksist Eğilim Okulu 2009 Temmuz ayının sonunda bir toplantı düzenledi. Günümüzde yaşanan kapitalist kriz dolayısıyla bir konuşma yapan Alan Woods, konuşmasında iktisadi döngüler ve sınıf mücadelesi arasındaki ilişkiden, sistem içinde yığılan muazzam çelişkiler dikkate alındığında, hangi kurtuluş yolunu seçmemiz gerektiğinden bahsetmişti.

   Ekonomik Döngüler ve Sınıf Mücadelesi

   1930’lardan bu yana dünya en derin krizini yaşıyor. Troçki, Marksist çözümlemenin yüzleştiği en zor ve karmaşık görevlerinden birinin “nasıl bir dönemden geçiyoruz?” sorusuna cevap vermek olduğunu ifade etmiştir.

   Kapitalizmin son krizi diye bir şey yoktur. Aşırı durgunluk dönemi, hemen hemen 200 yıldan beri kapitalizmin değişmez özelliğidir. Kapitalist sistem er geç bu en derin krizden, sistemin, işçi sınıfı tarafından devrildiğinde kurtulacaktır.

   Bu, gün gibi ortadadır. Asıl soru “krizden nasıl kurtulunur ve maliyeti ne olur”? İkinci soru ise “ekonomik döngüler ve işçi sınıfı bilinci arasındaki ilişki”dir. Troçki, ekonomik döngüler ve bilinç arasında ilişkinin, kendiliğinden oluşmayan bir ilişki olduğunu defalarca açıklamıştır. Bu ilişki, somut olarak analiz edilmesi gereken birçok faktör tarafından koşula bağlanmıştır.

   Troçki’nin bu soruna değindiği, Komünist Enternasyonal’in ilk beş yıllığında bulabileceğiniz çok önemli iki makalesi (Flood- Tide), vardır. Esas önem taşıyan diğer makalesi 1932 yılında yazılmıştır, yani, 1929 büyük buhranı takip eden derin kriz esnasında. (Bu makale, “Komintern’in Yanlışlarının 3. Dönemi” [Ocak 8,1930]). Bu iki makale her düzeyde bütün yönleriyle tartışılmayı hak ediyor.

   “İnsan bilinci doğal olarak muhafazakârdır” çıkarımı, diyalektik materyalizmin ilk önermesidir. Çoğu insan değişmekten hoşlanmaz. Yeni fikirlere karşıdırlar. Ve ağır çekiç darbeleri neticesi karşısında, insanların bu fikirlerini terk etmeye mecbur bırakılana kadar, onlar var olan toplumsal formlar ve fikirlere bağlı kalacaklardır (yapışacaklardır).

   Dünya kapitalizminin şimdiki durumu, 1938’de Troçki’nin söylediği bir sözü hatırlatır: “Tarafsız olarak konuşuyorum, dünya sosyalist devrimi için koşullar sadece uygun ve olgun değil, aynı zamanda olgunlaşma safhasını bile geçmiştir.” Bu durum, tarihsel bir bakış açısıyla kendi iflasını açığa vurdu. Bu herkes için apaçık meydandadır. Böyle olduğu halde hala bir çelişki, paradoks içerisindeyiz. Bu doğruysa, niçin Marksizm yanlıları hala ufak bir azınlığı temsil etmeyi sürdürmektedir? Cevabı çok basittir. Bilinçli olma (bilinçlilik, bilinçlendirme), tarafsız durumun çok çok gerisinde kalmaktadır. İşçi sınıfı kitle örgütleri, gerçek durumun çok çok gerisinde kalmaktadır. En önemlisi proletarya liderleri de tarafsız durumun çok çok gerisinde kalmaktadır.

   Tüm bu faktörler bulutları dağıtamadı, ama onlarca yıl süren kapitalist ekonomideki üretim artışı ve tam istihdam, yaşam standartlarıyla ilgili gelişmelerle şartlandırıldılar.

   Bu durum gelişmiş kapitalist ülkelerde kısa bir zamandır değil 50 yılı aşkın bir süredir böyledir. Bu durum, Amerika, İspanya, Fransa, Britanya’da işçi sınıfı bilinçliliğinin hangi koşulda olduğunu gösterir. Tabi ki bu koşullar üçüncü dünya ülkeleri için farklıdır.

   İşçi Sınıfı Bilinçliliği

   Devrimcilerin en büyük hatası, büyük halk yığınlarının “şeyleri” nasıl gördüğü ve bizlerin bundan ne anladığının karmaşasıdır. Birçok işçi ve halk yığınları aynı Marksist bilince sahip değildir. Krizin ilk etkisi, yani derin piyasa durgunluğunun ilk etkisinin halk yığınları üzerindeki yansıması, halkta şok etkisi yaratmasıdır. İşçiler bu kriz karşısında afallamış, sarsıntıya uğramış ve ne olduğundan da haberleri yoktur.

   Birçok insan krizin geçici olduğuna inanır. Şu sonuca varırlar; eğer kemerlerimizi sıkarsak, kurban verirsek, başımızı eğersek, er geç bu kriz daha iyi bir noktaya gelecek ve eski koşullara döneceğiz. Birçok insanın bu bakış açısıyla yaklaşması bunun adil ve mantıklı bir varsayım olduğunun göstergesidir. Bu kriz bazı şeylerin anormal, olağandışı gittiğini gösterir. Ve insanlar “eski güzel günler”e geri dönmek ister.

   İşçi sınıfı liderleri, işçi sendikaları liderleri, sosyal demokrat liderler, eski komünistler, Bolivarcı liderler, tümü; krizin geçici olduğu fikrinin desteklerler. Bu liderler var olan sisteme bazı eklemeler yapılarak çözüleceğini hayal ederler. Öznel etkenleri konuştuğumuzda, yani liderliği konuştuğumuzda, bu örgütlerin liderliği bizim için öznel bir etken değildir. Bu, bir süreliğine süreci durdurabilecek tarafsız durumun önemli bir bölümüdür.

   Şimdiye kadar ekonomik iyileşme belirtileri oldukça zayıf, neredeyse yok gibidir. Reformcuların “yapılması gereken daha fazla denetim ve daha fazla düzenlemedir, böylece eski koşullara geri dönebiliriz,” yaklaşımları yanlıştır. Bu kriz normal bir kriz değildir, geçici hiç değildir. Kriz, devam eden süreçte asıl kırılmayı yaşayacağını işaret etmektedir. Bu, konjonktür dalgalanmalarında iyileşme olmayacağı anlamına gelmez. Belirli bir noktada ise bu kaçınılmaz olacaktır.

   Bu zamanda, burjuva ekonomistler ve politikacılar, en önemlisi reformcular, çaresizce bu krizden kurtulma yolları arıyorlar. Kurtuluş için konjonktür dalgalanmalarının düzelmesini bekliyorlar (umuyorlar). Devamlı olarak kurtuluş için ekonomik iyileşme belirtilerini konuşuyorlar. Ama şu ana kadar ekonomik iyileşme belirtileri oldukça zayıf, neredeyse yok gibi.

   Ortodoks kapitalist ekonomi bakış açısıyla, dünyadaki tüm kapitalist hükümetler tarafından alınmış olan ölçüler, güvenilmezdir. Bu ölçülerin tek açıklaması paniktir. Yönetici sınıflar (iktidar sınıfları) ekonomik krizin politik-sosyal yankılarından dolayı dehşet içindedirler. Çünkü bu hükümetler ekonominin içine muazzam büyüklükte para pompalıyor ve bu da devasa eşi benzeri görülmemiş bir borç yükü yaratıyor. Herkesin bildiği gibi, er ya da geç borçlar geri ödenmelidir. Kendi içerisinde bu görüş,  gelecekte devasa boyuttaki kriz için tek çözüm yoludur.

   Hangi Kurtuluş Yolu?

   Konjonktür dalgalanmalardaki bazı iyileştirmeler belirli bir seviyede kaçınılmazdır, bu herkes için nettir. Ama aynı şekilde kapitalizmle yüzleşmemekle, bu sorunların hiçbirinin çözüme ulaşamayacağını da kabul etmek herkes için nettir. Kapitalizm ile yüzleşilmezse sonu olmayan daha derin krizlere, özellikle de kültürel krizlere yol açılacaktır. Burjuvazi çaresizce, geçen yıldan itibaren 18 aydır devam eden ekonomik yıkımla mahvolmuş ekonomik dengelerin düzelmesi için uğraş içerisindedir. Yüzleştikleri problem, ekonomik dengelerin düzeltilmesi için alınan ölçütlerin, politik ve sosyal dengelerin bütünüyle altüst olacağı endişesidir.

   1932 yılında, ekonomik krizin en düşük seviyede olduğu bir dönemde Troçki’nin, ekonomik krizin halk yığınlarının bilinçliliği üzerindeki etkisinden bahseden ilginç bir makalesi vardır. (Perspective for upturn / ekonomik iyileşme için görüşler) Şöyle bahseder: 

   “Memnuniyetsizlik, yoksulluktan kurtulma isteği, sömürücülerden ve sistemlerine duyulan öfke, hükümetsel baskılar ve korkunç işsizlikler vasıtasıyla bastırılmış ve manevi olarak güdülmüş tüm bu duygular, endüstriyel bir canlanmanın ilk gerçek işaretlerinde, iki misli arttırılmış enerjileriyle beraber onları çıkış yolu bulmaya zorlayacaktır.”

   Ortada somut bir sorun vardır. İşçiler fabrikalarının kapatılacağını anlıyorlar, böylece işleri riske girecek, aileleri de riske girecektir, işçi sendikaları liderleri ise hiç alternatif sunmuyor. Bu durum grevler üzerinde sınırlayıcı bir etki yapacaktır. Ama ufak çapta ekonomik gelişimin iyileşeceği zamanda, işçiler, patronlarının artık işçi çıkartmayacağının, birkaç insanı işe alacağının farkındalar ve aynı zamanda sipariş defterleri dolmaya başlayacak. Bu ekonomik mücadele için güçlü bir uyaran olarak rol alabilir.

   Örneğin; aşırı çelik üretimi yapan bir dünya düşünün. “İnanılmaz derecede çelik bolluğu var” (kapitalistlerin sınır anlayışı). Bu durum araba üretiminde keskin bir düşüşe neden olur. Dünya çapında otomobil sektöründe %30 kadar aşırı kapasite fazlası oluşur. Kapasite fazlası diğer bir deyişle aşırı üretim demektir. Araba üreticileri envanter fazlasını (stok fazlasını) satmaya başlayacak, fabrikaları kapatacak ve işçileri kovacaktır. Ama stoklar azaltıldığında ve belirli bir seviyeye gelindiğinde, otomobil işçilerini harekete geçirmek için teşvik ettirmeyi sürdürecektir ve kesin ufak bir gelişme olacaktır.

   Tarihi bir örnek verelim: 1929’dan 1933’e kadar ABD’de hiç grev olmadı. Eylem de olmadı, tabii ki işsizlerin isyanları hariç. Ama ufak bir ekonomik kıpırdama olduğunda, Troçkistlerin önderlik ettiği Minneapolis Grevinin de içinde bulunduğu, fabrika işgalleri ve grev dalgaları 1933 ve 1934’te başladı.

   Bu ABD’deki kitle örgütleri üstünde ani bir etki yaptı. Bu etki CIO’nun, yani Sınaî Örgütleri Meclisi (Kongresi)’nin (eski meslek sendikalarından diğer adıyla Amerikan İşçi Sendikaları Konfederasyonu’ndan ayrılan), ortaya çıkmasına ön ayak oldu. CIO, önceden organize olmamış işçi bölümlerini organize eden radikal bir sendikadır. Ve aynı süreci tekrar göreceğiz.

   Troçki aynı makalesinde devrimcinin sabırlı olması gerektiğini yazar. Sabırsızlık, aşırı solculuk gibi “oportünizm”in anasıdır. Ayrıca her parti üyesinin işçi sendikalarına katılmaya zorlanması gerektiğini de yazar. Devrimcilerin ihtiyacı olduğu şeyin, kitle örgütleri arasında yakın ilişkiler kurma, bilhassa tüm sendikalarla bir zincir kurabilme ihtiyacı olduğunu vurgular. Bu bir kaza (rastlantı) değildir. Herhangi bir krizde işçiler kitle örgütlerinden, kendi haklarının korunmasını isteyecekler ve bu örgütler krizden etkileneceklerdir.

   Burjuvaların Gafleti / Anlayışsızlığı

   Troçki  (ek bilgi:1938 yılında Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş kongresinde uluslararası program olarak kabul edilen) Geçiş Programında burjuvazinin felakete gözü kapalı, hızlı bir şekilde kaydığını söylemişti. Bu kelimeler sanki dün yazıldı. Burjuvazi hiçbir şey anlamıyor; neler yaşandığı hakkında hiç bir fikri yok. Panik halindeler. Çünkü güvenilmez ölçütler kullanıyorlar. Bu, çaresizliğin bir işaretidir.

   Bu da bir kaza değildir. Lenin, uçurumun eşiğinde olan bir adamın mantıklı düşünemeyeceğin, rasyonel düşünemeyeceğini belirtmiştir. Kapitalistlerin en bilgisiz ve en aptal kesimi, burjuva ekonomistleridir. 20 yıldır bu burjuva ekonomistleri, artık hiçbir ani artış ve düşüş olmayacağını, bu döngülerin aşıldığını söyleyerek kendilerini överler, böbürlenirler. Gerçek şudur ki, geçen bütün zaman içerisinde, yıllardır, bu burjuva ekonomistler bir tek ani artış ve ani düşüşü tahmin edememişlerdir.

   Marksist iktisatçılar için de aynı şeyi söyleyebilirim. Yıllardır, döngüleri nasıl tahmin edip başarılı sonuç verdiğini iddia eden çok akıllı iktisatçıların, olağanüstü teorilerini duydum. Size bu konuda bir şey söyleyeceğim;  keşke haklı olsalar da, gizlice bana şu formülü söyleseler. Böylece bir sürü para kazanırız. Ama çok üzülerek, hatırladığım kadarıyla söylemek zorundayım ki, ekonomik döngülerin belirli hareketlerindeki kendi tahminlerimiz çoğunlukla yanlış çıktı.

   Bu da bir kaza değil. İktisat kesin bir bilim değildir. Hiçbir zaman böyle değildi ve hiçbir zaman da olmayacak. Tek yapabileceğiniz, genel olarak bu süreçlerin altında yatan olguyu açıklamak ve olayların zamanlamasına uygun, bilgiye dayalı akıllı bir tahmin yapmak. Bununla birlikte, burjuva ekonomistlerine gülme hakkına da sahibiz. “Etkin Piyasa Teorisi” diye müthiş bir teori tasarladılar! Aslında o çok eski bir teoridir, yani yenisiyle arasında bir fark yok. Şu anlama gelir: “Piyasayı kendi kaderine bırakmak her şeyi çözecektir. Kendini dengeleyecektir. Devlet müdahale etmediği sürece, bu güzel piyasa mekanizmasının biçimini bozmadığı sürece er geç her şey çok iyi duruma gelecek.” Buna karşılık John Maynard Keynes, o çok meşhur cevabını söylemiştir: Er geç öleceğiz”

   Başarısızlıklarını itiraf eden meşhur burjuva ekonomistlerinden iki alıntı yapmaktan kendimi alamıyorum. Barry Einchengreen, meşhur iktisat tarihçisi, şimdilerde şöyle yazıyor: “Kriz düşündüğümüzden de çok ekonomiyi şüphe içine sokmuştur.” Diğeri ise 2008’de ekonomi dalında Nobel ödülü alan Paul Kraugman; geçen sene şöyle diyordu: “Son 30 yılın makroekonomik teorileri en hafif tabirle tümüyle faydasızdı ve en kötü tabirle kesinlikle zararlıydı.” Sonuç olarak; onlar ekonomiyle ilgili en ufak bir fikirlerinin olmadığını itiraf etmişlerdir.

   Tüm sistem bozuluyor. Onlarsa kurtuluş için gereken ekonomik iyileşme belirtilerini konuşarak kendilerini avutuyorlar, denemeye çalışıyorlar. Ama rakamsal verilere baktığınızda Amerikan ekonomisinin özellikle de sanayi sektöründe düşmeye devam ettiğini görürsünüz. Bununla birlikte düşüş çok sert bir şekilde olmuyor.

   Borç

   IMF’nin rakamsal verileri elimde mevcut. 2010 yılı için iyileşme programı planladılar. Tahminen, büyük olasılıkla yanlış çıkacak, ama burada yapılan hesaplamalardan bahsetmek istiyorum. Burada onların gelecek yıl için müthiş bir bakış açıları var, şöyle ki: Amerika’da 0,8 büyüme; Japonya’da 1,7, Çin’de 8,5, Avrupa Birliği ülkelerinde 0,1 düşüş meydana gelecek.

   Burada yüzleştiğimiz en iyi durum senaryosu bile, tümüyle dayanaksız bir iyileşmedir ve beraberinde yaşam standartlarında bir iyileşme değil, yaşam standartları üzerinde şiddetli baskılar doğuracaktır, kamu harcamaları kesintiye uğrayacaktır, aynı zamanda işçi sınıfı ve orta sınıf üzerinde vergilendirmeler artırılacaktır. Bu senaryo sosyal barış için mi yapılıyor yoksa istikrar için mi? Bu gibi niteliklerle yapılacak bir düzelme hareketi, işçi sınıfı çileden çıkarmaya sürükleyecektir ve beraberinde grev dalgaları, genel grevlerin geleceğinden de emin olun.

   Biraz da borç sorunu üzerinde tartışalım. Aslında bakarsanız, burjuvazi, özellikle Amerika’daki, ekonomik durgunluğun daha da derinleşmesinden kaçınmak için umutsuz bir girişim içerisinde bulunarak, piyasaya, para ve kaynak pompalamanın derin ekonomik durgunluğun etkisini artıracağından korkmaktadır. IMF’ye göre, 2010’a kadar 10 zengin ülkenin gayri safi devlet borçları, gayri safi yurt içi hâsılanın %106’sı olacak. 2007’de bu oran %78’di. Bunun anlamı, ek borçlanmadaki artışın 3 yıl içerisinde 9 trilyon dolardan daha fazla olmasıdır. Yani inanılmaz bir gidişat söz konusudur. Tarih boyunca emsali görülmemiştir. Ama sürekli olmayabilir.

   1930’larda, Hitler de muazzam ordu harcamaları programıyla aynı politikaları sürdürmüştü. Amerika’da Roosevelt “yeni düzen” adı altında sürdürdü, fakat Amerika’daki krize çare olamadı. Amerika’daki işsizlik sorunu yeni düzen politikalarıyla değil, İkinci Dünya Savaşıyla çözüldü. Bu Almanya için de geçerlidir. Hitler 1938’de savaşa gitmek zorunda kaldı, çünkü Almanya ekonomisi çökmüştü. İkinci Dünya Savaşının asıl sebebi buydu: Avrupa’daki harcamalarından doğan problemi çözebilmek Alman kapitalizminin zorunlu bir gerekliliğiydi.

   Hitler; Avrupa’nın istila edilmesi, Fransa’nın zenginliklerinin ele geçirilmesi ve diğer emperyalist rakiplerini ele geçirmek gibi basit politikalarla bu problemi çözdü. Ancak şimdilerde böyle savaşların çıkmasına imkân verilmez. Bugünlerde Avrupalı kapitalistler Amerika’yla rekabet içerisindeler. Amerika’ya karşı kim savacak? Tuhaf bir şaka. Bu koşullar altında bir savaş çıkması olanaksız. Tabii ki zaman zaman ufak savaşlar olacaktır. Mesela Irak ve Afganistan. Somali’de de ufak çapta bir savaş var. Fakat büyük kuvvetler arsında büyük savaşların çıkması imkânsızdır.

   Borçların rakamsal verilerinin eşi benzeri görülmediğini söylemiştim, ama barış zamanında da bu durumun eşi benzeri görülmediğini söylemeliydim. Savaş farklı bir konudur. İkinci Dünya Savaşından sonra Britanya’nın kamu borçları gayri safi hâsılanın %250’siydi. Ve Amerika, gayri safi yurt içi hâsılasının %100’ünün üstünde borç yaptı. İşte bu İkinci Dünya Savaşının sonucuydu. Ama 1945’ten sonra büyük ölçüde ekonomik iyileşmenin yaşanmasıyla beraber bu borçlar ödendi. Bunun sebeplerine girmeyeceğim, çünkü daha önceki dokümanlarda bunun sebeplerini beyan etmiştim.

   Savaş sonrası gelişme 30 yıl kadar sürdü (1974’e kadar). Ama artık bu, gündemde yok. Kimse bu bakış açılarını artık önermiyor. Burjuva ekonomistler şu an içinde bulundukları karmaşıklıkla mücadele etmek için uzun ve acı dolu bir süreçten geçileceği konusunda aynı fikirdeler. Ve çünkü savaşa girmek artık zor, bu vahşi sınıf mücadelesi içindeki tüm çelişkiler içtenlikle yansıtılmalıdır. Bu gelecek dönem için gerçekçi bir bakış açısıdır.

   Muazzam derecede birikmiş borcun anlamı, yıllar ve on yıllarca sürecek derin kesintiler ve sürekli kemer sıkma politikalarının sürdürülmesidir. Bir çeşit denge gibi bunu vurgulayabiliriz: Tüm ülkelerin yönetici sınıflarını son 50 yıldır vermiş oldukları ayrıcalıkları sürdürmeye gücü yetmeyecek, ama işçi sınıfının da yaşam standartlarından daha çok kesinti yapılarak yaşamlarını sürdürmeye gücü yetmeyecektir. Bu, sınıf mücadelesinin her yerde olan tarifidir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde (İsveç, İsviçre, Avusturya gibi ülkeleri de içeren) sınıf mücadelesi gündemdedir. Bu bakış açısı bizce en iyi bakış açısıdır.

 

Alan WOODS

iletisim@PolitikaDergisi.com

www.marxist.com

 

 

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 22’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi salık veririz. Sayı 22’yi indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.