19 Mayıs Yazısı: "Hangimiz?"

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

"Sen ne dersen de, ve içindekiler kim olursa olsun, sonrasında ne yapacaklarını düşünmeden, sorgulamadan, ben 16 Mayıs 1919 günü, Karaköy rıhtımından o gemiye binenlerden olurdum." 1

 

Hangimiz, 19 Mayıs 1919 sabahı, Samsun Rıhtımı’na yanaşan o gemiden inenlerin içinde olurduk?

Soru ve sorun budur.

Soru kendimizedir; yanıtı da kendimizle aramızda gizlidir; ve o yanıt, kendimize duyduğumuz saygının gerçekliğini veya sahteliğini, yine kendimize, olduğu gibi gösteren, dürüst bir aynadır.

..

Aslolan, 19 Mayıs 1919 sabahı değil, 7/8 Temmuz 1919 gecesidir –ki, 19 Mayıs 1919, gerçekte o gecenin sabahıdır. Yazılmamış, tarihe kaydı düşülmemiş bir 7/8 Temmuz 1919 gecesi olmasaydı, 19 Mayıs 1919, tarihin isimsiz takvim yapraklarından biri olarak geçip gidecekti; gerçek budur. *

Ve soru, o gecenin mirasıdır:

Hangimiz, son üç yüz yıldır savaşan, ve son üç yüz yıldır hep yenilen, aç, sefil, çıplak bir halkın, üstelik devleti de tersini kabul etmiş, teslim bayrağını çekmiş bir halkın yeni bir ordu yaratıp, savaşmaya kaldığı yerden devam edeceğine inanır da, savaş meydanlarında, şanla şerefle kazandığı rütbelerini söker, devlete hükmetme olanağından vazgeçer, idamlık bir asi olmayı göze alırız?

Hangimiz, idamla yargılanmak üzere tutuklanma kararını cebinde taşıdığımız birinin karşısına geçip, üstelik, selam durup “emrindeyim!” diyebiliriz?

Hangimiz, görevinden uzaklaştırılmış, rütbeleri sökülmüş, asi ilan edilmiş ve hakkında idam kararı verilmiş, üniformasız bir General’in ordusuna gönüllü yazılırız?

Hangimiz, hiçbir makamı, ünvanı, yetkisi, görevi bulunmayan, malımızı, kanımızı, canımızı, çocuklarımızı yok oluşa çağıran yazılarının altına, yalın, sadece adını yazan birinin peşinden gideriz?

Hangimiz, bir hafta önce, başkentte, Bakanlık, Müsteşarlık makamında iken, bir hafta sonra, er üniforması içinde günlerce yürüyerek Anadolu bozkırına geçer, “asi idamlıklar” a dönüşmeyi göze alırız?

Hangimiz, İstanbul’da, üniversitedeki kürsümüzü, Hocalığımızı bırakıp, ilkel Anadolu bozkırında asi ve çırılçıplak bir orduda “Onbaşı” rütbeli bir “kadın asker” oluruz?

Hangimiz, Devlet tarafından beslenen gazetelerimizin modern matbaalarını, Boğazda rakı-balık eşliğinde yazı yazma olanağını geride bırakıp, Anadolu’da, mum ışığının altında, el yazısı ile çoğaltılan, sözde gazetelere yazarlık yaparız?

Hangimiz, çağın en iyi donanımlı ordusu ile savaşmak için bizden yün çorap, fanila, don, ayakkabı isteyen bir komutanın zaferine inanırız?

Hangimiz, ama hangimiz, Fransız gazetecinin ünlü deyimi ile, “kağnının, kamyonu yenebileceğine” inanır da, yerimizi yurdumuzu, evimizi barkımızı bırakıp, Karadeniz kıyısından Anadolu bozkırına, Ilgaz dağlarının karlı doruklarını aşan bir “İstiklâl yolu” yaratırız?

Ve son olarak, tüm bu yoksunluklara karşın, mucize yaratıp, savaşı kazanır da, sonunda isteğimiz sorulduğunda, “İstiklâl Madalyası'nı hakkettik sanırız” deyip köyüne çekilen Efelerin ardı sıra, tarihin karanlığında yok olmaya yol alırız?

..

Uzatmaya gerek yok.

Soru ve sorun budur.

Ve işin can alıcı yeri: soruyu, “basit edebiyat” olarak algılatan, Doğa Ana’nın, pespayeliklerimizi bizden, aklımızdan gizlemeye çalışması için var ettiği bilinçaltımızın çaresiz savunma çabasıdır; aklımızın vereceği zavallı yanıta kılıf bulmak derdindedir; Freud’dan bu yana biliyoruz bilinçaltımızın bu işgüzarlığını.

O halde, soru kendimizedir, yanıtı da kendimizle aramızda gizlidir. Ve o yanıt, kendimize duyduğumuz saygının gerçekliğini veya sahteliğini, yine kendimize, olduğu gibi gösteren, dürüst bir aynadır.

Hepsi bu.

 

________________________

1 http://politikadergisi.com/okur-makale/29-ekim-yazisi-peki-ama-biz-neyi-aniyoruz

 

Vedat KOÇAL

vedat.kocal@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.