2011 Başından Bu Yana Gündem

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

Uzak Batı’da (ABD ve Latin Amerika) , Yakın Batı’da, hemen güneyimizde Kuzey Afrika’da, Kuzey’imizde Rusya’da ve memleketimizde de dengeler, dramatik ya da nispeten yavaş bir hızla değişmeye devam ediyor.

2000-2010 arasındaki onluk dilimde yaşanan hareketliliğin, 2010’ların başında genç olanların heyecanını , kalp ve akıllarındaki ısınmayı arttırdığı aşikar. Zira 2011’e girerken de pek çok politikacı, yazar, düşünür, akademisyen  gençlerin müthiş hareketliliğiyle birlikte yeni onluk dilimin bir karmaşa on yılı olacağından dem vurmaktaydılar.

Gerçekten de zaman zaman , özellikle G-7, G-20, NATO vb. beynelmilel örgütlerin toplantı zirvelerinde veya bazen Avrupa yaşamına ve Amerikan hayat tarzına karşı post-modern anarşist tepkiler , Avrupa’da yoğun protestolar yaşanmaktadır. Bu bizim ülkemizde de böyledir. Yunanistan’da 2010 yılında , krizden sonra IMF’yle imzalanan anlaşmalardan sonra ortaya çıkan hadiselerin artçı şokları, irili ufaklı da olsa halen devam etmektedir.

2011’de kimsenin beklemediği (en azından bölge uzmanları dışında) isyanlar patlak verdi ve tarihte bir dönüm noktası yaşandı. Tunus, ardından Mısır, Libya… Bu değişimler o bölgenin halkına fayda mı getirecek zarar mı, henüz tespit edilemez. Dünya için de akıbeti tartışılır doğrusu. Ama ekonomi için pek faydalı olmayacağı aşikar.

Acaba bölge ABD’nin projesi çerçevesinde mi şekilleniyor, yoksa bunlar safi demokratik isyanlar mı, kimse müspet bir tespit yapamaz, yaptım diyenin bilgisi eksiktir.

            

Afrika’da yaşanan değişim dalgası dünyayı sonraki yıllarda nasıl etkileyecek göreceğiz. Şimdilik üreticileri olmaları sebebiyle, petrol fiyatlarında bir artış maliyet enflasyonu olarak yansıyabilir. ( OPEC 10 Mart günü fiyat düşüreceğini ilan etti) 

Bu Kuzey Afrika’daki olaylarla ilgili bir diğer tez ise, ABD’nin BOP’unun işleme konulmasıdır, zira 2008 yılında Orta Doğu ana askeri üssünü Katar’a taşıyan ABD, Katar ile Cebelitarık arasındaki bölgenin büyümesi, alım gücü paritesinin yükselmesi ve iç talebin canlandırılması yoluyla ithalatının artırılması , bu sayede de kendi cari işlemler açığının üçte birini bu bölge ülkelerinin üstüne yıkmak istemektedir. Hatta 2008 krizinin bile bu senaryonun bir parçası olduğunu savunanlar yok değil. Böylece ABD artık taşıyamayacağı cari açığını küçültmeyi ve Çin karşısında daha kuvvetli bir pozisyon almayı ön görmektedir.

Ne kadar beğensek de veya beğenmesek de, TCMB’nin ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı’nın son zamanlarda isabetli kararlar aldıkları görülüyor. Bunu Afrika’da patlak verecek olayları öngörüp mü yaptılar, kendilerine herhangi bir istihbarat mı geldi durumla ilgili yoksa tamamen tesadüf müdür bilinmez, lâkin politika faizini düşürüp, zorunlu karşılık oranlarını artırarak çift yönlü bir tedbiri dengeyi bozmadan alarak –üstelik piyasaları ters köşeye yatırarak- büyümeyi kontrol altında yavaşlatıcı  ve dolayısıyla cari işlemler açığını dizginlemeyi hedefleyen , alışılmışın dışında bir politika uyguladılar. Para politikasıyla, dış ticarete müdahale ettiler denilebilir hülasa. Bu da petrol fiyatları artışı öncesi gerçekten isabet oldu, yoksa Türkiye açısından elim sonuçlar doğurabilirdi, Kuzey Afrika’daki isyanlar...

Avrupa’ya baktığımızda eski tas eski hamam devam etmektedir. İlk bakışta ekonomi, iç ve dış politika ve kültürel konularda ikiye bölünmüşlük söz konusu gibi. Haçlı Avrupa mirasını devam ettirmek isteyen sağcıların karşısında, Avrupa’nın bu trendle sonunun geleceğinden endişe eden ve mutlaka açılmak ve büyümek gerekliliği üzerinde duran nispeten solcular.

Rusya’da ise, Putin’in başlattığı değişim yavaş yavaş  nihai amacına varmaya yaklaştı. Oligarkları, KGB eski mensubu ve mafyaları denetim altına alan, kontrolü tek elde toplayan Putin, şu anda mevki olarak üstte olsa da, herkesin gözünde muavinlik gayrı resmi görevini sürdüren Medvedev’le birlikte ülkeyi adeta bir demir yumrukla yönetmeye devam ediyor.

Biz, 1876 ‘dan beridir -ne kadar aksak da olsa- süregelen seçim geleneğimiz ve demokrasimiz çerçevesinde tartışırken, Rusya’da bizim ulaştığımız düzey hala hayal gibi. Tamamen bir totaliterizme dönüşme tehlikesini içinde barındırmaktadır. Zaten Rus halkının da demokrasiyi ne kadar arzuladığı tartışılır. Geçen hafta çok ilginç bir yasa kabul edildi Rusya’da mesela;Polis gerekli gördüğü hallerde, hiçbir mahkeme kararına, arama emrine gerek duymadan, istediği kişinin istediği zaman evine girebilecek.

Rusya’ya bakıp bizim içine düşebileceğimiz tehlikeyi de fark etmemiz lazım, henüz bizim için böyle bir durum söz konusu olmasa da. Sözün kısası, Rusya  günden güne bilhassa krizin etkisiyle daha otoriter ve içe kapalı bir görüntü çizmeye devam ediyor.

Bu genel değerlendirmenin ardından şunu da eklemek gerek ki, Türkiye AB ve ABD’de yaşadığı hayal kırıklıklarıyla, özellikle iktidarın da bu yöne tandansı hasebiyle kolayca bir İslami diktatörlüğe dönme tehlikesini içinde barındırmaktadır. Bu sadece yönetimsel değil, halkın yapısı itibariyle de böyledir. Bizim milletin askeri müdahaleyi sevmediği bir gerçektir ancak bunu demokrasiyi benimsediklerinden ötürü değil, işlerine karışılmasını sevmediklerinden ötürü yapıyorlar. Kimse aksini iddia etmesin, kadına şiddetin %1400 arttığı bir ülkede demokrasiden söz edilemez.

Ergenekon kisvesi altında, cemaat, tarikat gibi iç düşmanlar ve Fetullah Terör Örgütünün yurtiçi tetikçileri, cemaat burjuvazisi  tüm muhalifleri içeri toplayarak artık uzun yıllar sürecek iktidarlarını beklemeye başladılar adeta, pusuya yatarak.  Bu yolda da Ergenekon’u perde, AKP ve başbakanı da kukla olarak kullanmaktan çekinmiyorlar. İleriki on yıllarda Türkiye kendisini bir imamlar zümresinin yönetmesine hazırlayabilir. Halk ve basın üzerinde baskı, günden güne kendisini hissettirmektedir.

         Unutmayın ki,  virüs veya bakteriler  vücudu hasta etmeden önce vücutta yerleşir, kuluçkaya yatar, yayılır ve bağışıklık sistemini çökerterek hastalığa sebep olurlar. Tıpkı Türkiye’de orduyu yıprattıkları gibi.  Tabi o rütbeye ve TSK’ya layık olmayan pek çok generalin de, zevk-ü sefa içersinde yaşayarak, karılarının usulsüz harcamalarının kurbanı olmaktadır. Karakol için yer tahsis edip, yerine askeri gazino, subay orduevi yapmaktadırlar. Yani neresinden bakarsanız bakın, Türkiye cumhuriyeti, kuruluşunun 100. Yılına yaklaşmışken çürümeye yüz tutmuştur.

Tabi tekamül bir gelenek işidir. Tek kişinin çabasıyla bir yere kadar olur. Avrupa bu kültürü oluşturmak için büyük savaş vermiştir. Sayısız düşünürün , bilim adamının etkisi altında kalmıştır. Hala da tam olarak demokrasiyi oturtamamıştır. Bu durumda, Türkiye demokrasinin neresindedir, takdirinize bırakıyorum.

 

Asım US

Asım.us@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.