2013 Yılı AB Türkiye İlerleme Raporu Üstüne

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Geçen hafta AB,2013 yılı Türkiye İlerleme Raporu'nu yayınladı. Hükümet raporun Kurban Bayramı’na rast gelmemesi için özel önem verdiği halde AB, Raporu’nun yayınlanmasını özellikle Kurban Bayramı’na rast getirdi.

Görünüşte AB’nin 2013 yılı Türkiye ile ilgili raporu, “Gezi Direnişi” eylemlerine geniş yer vermekte ve bu eylemleri Türkiye’de “sivil toplum ”un bir gelişimi olarak değerlendirilmektedir.

Gerçekte “Gezi Direnişi” üzerinden AKP hükümeti eleştiriliyor görüntüsü altında Avrupa Birliği, AKP hükümetinin emperyalistlerin planlarına denk düşen politikalarını el altından desteklemektedir. Çünkü Gezi parkı eylemleriyle ilgili olarak polisin çok sert tutumu nedeniyle ve de yargıyla ilgili olarak ta genel bağlamda “uzun tutukluluk”, “savunma hakkı” ve “adil yargılanma”  konuları hariç bütün diğer konularda yapılan değerlendirmeler, Türkiye'ye karşı hâlâ o bildik “çifte standardı” ve el altından AKP'ye verilen desteği gözler önüne sermektedir.

Rapor aslında bütün dikkatleri Gezi direnişine çekerken, AKP’nin bu ayın başında tartışmaya açtığı “Demokrasi Paketi “ içinde yer alan, aslında tamamen antidemokratik bir içerik taşıyan, özellikle laikliğe aykırı kamuda “Türban” düzenlemesi ve de Atatürk milliyetçilik bilincinin yeni kuşaklarda gelişmesine sağlayan “andımızın" kaldırılması, Özel Okullarda “Ana dilde eğitim” gibi hususlara hiç değinmemektedir. Oysa okullarda her sabah okunan andın, Cumhuriyetin değerlerini ve coşkusunu yeni kuşaklara aktarmak için, ilerici, aydınlanmacı, laik cumhuriyet kuşakların yetişmesi için ne kadar büyük bir önem taşıdığı, bizim açımızdan ortadadır. Türkiye'de demokrasinin temellerinden biri olan laikliğin nasıl AKP iktidarı tarafından adım adım tahrip edildiği, yine bilinçli olarak AB tarafından fark edilmediği bu raporla da iyice ortaya çıkmıştır.

Kaldı ki rapor, “Gezi Parkı” eylemleri ilgili olarak ta tam ve objektif bir değerlendirme yapmamıştır. Rapor sadece “Gezi Parkı” eylemlerine ve de bu eylemlere karşı polisin orantısız ve aşırı güç kullandığına değinmektedir. Öte yandan Başbakan Erdoğan’ın “Gezi Parkı” eylemcileri hakkında hakarete varan “Çapulcular” gibi ağır ve tahrik edici söylemlerini rapor, adeta görmezlikten gelmektedir.

Raporun hükümetin "demokratikleşme paketi” ile ilgili yorumu, çok olumlu ve destekleyici bir tavır sergiliyor. Türkçe alfabeye Q, X, W harflerinin kabulü sanki büyük bir demokratikleşme adımı imiş gibi değerlendiriliyor. Başta Almanya olmak üzere günümüzde milyonlarca Türk vatandaşı Avrupa ülkelerinde yaşamaktadırlar. Demokrasinin ustası ve bize karşı demokrasi öğretmenliği yapan bu ülkelerin hangisinde Ğ, I, Ç, Ş gibi Türkçe alfabenin harfleri kabul edilmiştir acaba?

AB'nin 2013 Türkiye ilerleme raporu, AKP hükümetinin PKK teröristleriyle olan işbirliğini de alkışlamaktadır. Hukukun üstünlüğüne inandıklarını iddia eden Avrupalı politikacılar, nasıl olur da suç ve cinayet işlemiş PKK'lıların sınırdan serbestçe geçerek çekilmelerine izin verilmesini olumlu buluyorlar? Bu suça, hem de terör gibi ağır bir suça teşvik değilse nedir? AB’nin ikiyüzlü çifte standardı burada iyice açığa çıkmaktadır: Demek ki, AB söz konusu Türkiye olunca; suç işlemiş, terör estirmiş insanların serbestçe sınırlarımızdan çıkmalarına izin verilmesini hukuka aykırı olarak görmüyor.

Raporun sonuç bölümünde "Yargıda, özgürlüklerde ve güvenlik alanında iyi gelişmeler olduğu" yazılmış. “Dışardan her şey daha iyi görülür” denir. Fakat bu söz iyi niyetliler için geçerli olan bir sözdür. AB, Türkiye ile ilgili iyi niyet taşımıyor ki!

Bugün ülkemiz Türkiye'de, Yargının tamamen siyasallaştığı, Gezi Parkı eylemlerinde de görüldüğü gibi, en basit gösteri ve protesto hakkının dahi açıkça çiğnendiği ve de ülkenin Suriye sınırında her gün çatışmaların olduğu, Reyhanlı’da terör bombasıyla 54 vatandaşın öldüğü bir durumda nasıl olurda yargıda, özgürlüklerde ve ülke güvenliğinde iyileşmeler olduğu iddia edilebilir?

2005 yılında AKP iktidarında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakereleri başladığı zaman büyük bir sevinçle Ankara’da havai fişekler patlatılmıştı. Aynı yıl içinde Türkiye ile birlikte AB ile üyelik müzakerelerine Hırvatistan da başlamıştı. Aradan koca bir 8 yıl geçti.  Hırvatistan bu sene AB’ye tam üye olarak kabul edildi. Buna karşılık AB-Türkiye müzakerelerinde 18. Konu Başlığı, Alman Şansölyesi Merkel’in onayı ile daha yeni müzakerelere açılıyor. Tam bir salyangoz temposu!

Kısaca Türkiye; 1963 yılından beri, yani yarım asırdır, AB üyeliği için bekletilmektedir. Ne AB Türkiye’yi eş değer bir partner olarak tam üye yapma niyetindedir; ne de 11 yıllık AKP hükümeti, tam anlamıyla Türkiye’yi AB’ye üye yapmak istemektedir.  Daha 7-8 sene önce halkımızın neredeyse % 80’ni AB üyeliğini isterken, şimdi bu oran % 18’lere kadar düşmüştür. Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, bu konuda bütün sorumluluğu AB’ye yüklüyor. Fakat bence, bu sonu gelmez, oyalama ilişkisinden her iki taraf ta aynı derecede sorumludur ve de her iki taraf ta Türk ulusunu ve halkını oyalayarak bu ilişkiden siyasi rant sağlamaktadırlar. AB, Türkiye’yi istikrarsızlaştırma ve bölünmenin eşiğine taşımak amacıyla “Tam Üyeliği” bir araç olarak kullanmakta, ilerleme raporlarıyla Türkiye'ye baskı yapmakta; AKP iktidarı ise, Atatürkçü düzeni tasfiye eden karşı devrimini gerçekleştirmek için “AB böyle istiyor” argümanını kullanmaktadır. Bu bahane ile mecliste AKP, onlarca yasa geçirmiş; onlarca yönetmenliği de uygulamaya sokmuştur.

1996 yılında tam üye olmadığımız halde AB ile imzaladığımız “Gümrük Birliği” anlaşmasıyla ülkemiz zaten AB’deki banka ve tekelci büyük işletmelerin açık bir pazarı haline gelmiştir. AB bankaları halkımızı ve şirketlerimizi borçlandırarak ürünlerini gümrüksüz ve vergisiz "Gümrük Birliği" anlaşması sayesinde Türkiye piyasalarında büyük kârlar elde etmektedirler. Kısaca Türkiye, AB’nin giderek müstemlekesi (sömürgesi) haline gelmiştir. Yani AB, Türkiye’den ekonomik olarak alacağını zaten almıştır. Neden tam üye yapsın ki?

AB’nin Türkiye ile ilgili şimdi en büyük beklentisi, stratejik büyük bir konumda olan ülkemizin iç istikrarını yitirerek, bölünüp parçalanmasıdır. Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne bağlı, laik ve demokratik bir ulus devlet olarak varlığını sürdürmesi ve hatta güçlenmesi AB’ye egemen olan emperyalist çevrelerin hiç işine gelmemektedir. Onlar bu nedenle Türkiye’de laikliğe, adalete, demokrasiye aykırı her eylemi, düşünce ve davranışı zımnen veya açık olarak desteklemektedirler.

Bu nedenle AB ilerleme raporlarından ülkemizin hayrına iyi şeyler beklenmesi saflık olur. Nitekim 2013 yılı Türkiye ilerleme AB raporu bu savımızı doğrulamaktadır. 2013 raporu, dikkatleri “Gezi” eylemlerine çekerek, sanki AKP iktidarı eleştiriliyormuş izlenimi yaratılarak, gerçekte AKP politikaları desteklenmektedir.

Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün çizgisi olan “Tam Bağımsızlık” rotasına yeniden girerek, AB ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmeli, ülkemizin aleyhine olan bu ilişkileri artık normalleştirmelidir.

Yaşasın Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye! 

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.