8 Mart Yaklaşırken Siyasette Kadın

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü yaklaşırken, evrensel değerler ile ulusal değerler noktasında kadın sorunu ülkenin kanayan bir yarası haline geldi. Kadınlar, bu ülkede “gazi” sıfatına sahip varlıklar. Tıpkı meclis gibi. İkisi de Kurtuluş Savaşında son derece önemli görevlere imza atmış, biri süreci yönetirken, diğeri öküzünü satmış, parasını cepheye ulaştırırken kendisi diğer öküzle tarlasına koşmuştur. Nazım ustaya selam olsun.

Gazi; sözlüklerden öğrendiğimiz kadarıyla savaşta sağ kalan, yaralanan demek. Memlekette kadınların gazi ruhuna örnek çoktur. Günümüzde Cumartesi anneleri de oğullarını bulma savaşının içinde gazilik payesini almışlardır. Berfo Ana her aklıma geldiğinde gözlerim dolar. Çocuğunun kaybedilmesinin üstünden 30 yıl geçmiştir ama o ana evinin rengini bile değiştirmemiştir. Sırf çocuğum gelirse yabancılık çekmesin diye. O gazi değil de kim gazi olacak?!

Siyaset; kuma gitmiştir politikaya. Politikanın Tanrılarına kurban verilmiştir ta Adem’den beri. Ve o gün bugündür, siyaset erkek üzerine inşa edilmiştir. İlk seçime girme hakkını kadınlara vermekte değildir mesele, 2012’nin meclisinde 70 küsur temsille, adının kaldırıldığı bakanlıklarıyla, töre cinayetleriyle, berdelleriyle hala kadın olmak, erkeklerin savaşında GAZİ olmak demektir.

Kendilerine ait soyadları bile olmayan insanlardır kadınlar. Evlilik öncesi soyadları (cinsellikle açıklanmaya çalışılan hani) bile bir erkeğin, babalarının himayesindeyken, bir ülke özgürleştirmelerini bekliyoruz kadınlardan. Üç milletvekili fazla kadın soktuk mu, memlekette kadınları erkeklere eşitlemiş olacağız hesapta.

Güldünya vardı hatırlarsınız. Evlilik öncesi çocuğu oldu diye töre kararıyla abisi eliyle vurulup ölmeyen ama hastanede komada yatarken “yarım kalan işi” tamamlanan. Çocuğu bildiğim kadarıyla “devlet babanın” korumasında. Çocuğun babası da öldürüldü. Güldünya’nın katili abisinin de geçtiğimiz günlerde cezaevinde intihar ettiğini öğrendik. Bu olayda çocuk dışında herkes bu dünyada değil. Ama olay hala hafızalarda. Bu olayın Gazisi de çocuk. O ufak çocuk.

Siyasette kadın Hititlerde vardı. Sümerlerde vardı. Orta Asya’da vardı. Avrupa’da vardı. Her yerde vardı. Ama Türkiye’de övünerek ilk kez belediye seçimlerine girme hakkı kazandığını söylediğimiz kadın şimdilerde Türk siyasetinde uzaylı. Bakanlığının adındaki Kadın ibaresi kaldırılmış, üç çocuk nidalarının altında bedenleri üzerindeki kendi hakları dağıtılmış, toplumdaki yeri zaten mimli olan bir canlı yarattık.

Hayır. Yalnızca hükümet suçlu değil bu işten. Basit kara çalmak için bu sorunu hükümetin üzerine yıkıp sıyırmak istemiyorum. Tüm erkekler suçlu. Kadın üzerine yazdığımız atasözlerini hatırlatırım yalnızca. Bu kadını ikinci plana atma mevcut yönetim tarafından iyice doruk noktasına çıktı çıkmasına ancak bunun önüne iyi bakmak gerekir. İlk kadın başbakanı –zerre kadar politikalarını sevmesem de- kuruluşundan 73 yıl sonra çıkaran bir ülkede kadını eve hapsetmeyi nasıl başardık bunu sorgulamalıyız. Namus kavramını beyinden bacak arasına nasıl indirdik bunu sorgulamalıyız.

Kaç STK ve baskı grubunun başında kadın var? İki örnek vereyim, biri ADD diğeri TÜSİAD. ADD’ye değinmeyeceğim ama TÜSİAD üzerinden son zamanlarda hükümetle yaşanan gerilimlerde, TÜSİAD’ın yanındayım. Ve bunu yaparken tek bir gerekçem var: başkanlarının bir kadın olması. Yoksa ideolojik olarak hiçbir şekilde aynı cümle içinde kurulamayacak kadar karşıt fikirlerimiz var kendileriyle. Buna rağmen Sayın Boyner’in çıkışlarında kadından yana tavır alıyorum. Çok değil referandum öncesinde şu an Çorum vekili olan sendika patronu düzeltiyorum sendika başkanının laflarını hatırlatırım. Kadın olmanın zor olduğu bu ülkede bir kadın, kadın olarak sorumluluk sahibi olduğunu anlatmaya çalışıyor ve yine erkek diliyle bastırılıyor. Hem de en doğal refleksini gösteriyor: ANNELİK.

TÜSİAD’ı anlattım diye topa tutmasın kimse, en çok göze batıp gündemde olduğu için örnekledim. Yoksa KA-DER, Mor Çatı gibi oluşumlara da sonuna kadar desteğimi veriyorum. Hangi örgütte olduğunun zerre önemi yok, yeter ki örgütlü olsunlar. Kadının adını öne çıkarmanın ve siyasete kontrol getirmenin en etkili yolu örgütlü mücadelelerden geçiyor şüphesiz. Kadınların sesini en üst tondan yükseltmeye başladığı olay Ayşe Paşalı cinayetiydi. Ve tek temennim varsa o da başka Paşalı’ların olmaması.

Partiler olarak baktığımızda da kim ne derse desin bu konuda ilk BDP’nin elindeydi. Eş başkanlık makamının biri kadına verilmiş/ kadın tarafından kazanılmış şekilde kadın ağırlıklı bir siyaset izleniyordu her ne kadar bu özellikleriyle gündeme gelmeselerde. Şimdi BDP’nin bu tekeli CHP’nin son kurultayında yapılan tüzük değişikliğiyle sarsıldı. Yüzde 33 gibi bir oranla kadınların aktif politikaya yönelmesi için alan açan parti yönetimi, her kesim tarafından desteklenecek bir işe imza attı.

CHP’de tartışma bitmez şüphesiz ancak, bu 33’lük oran tartışmaya kapalı bir alan. Keşke daha da yükselse, kadınlar her anlamda eşitlik ilkesiyle donatılsa ama CHP’nin bu adımı bile devrim niteliğinde. CHP bu adımıyla hem dünyada, hem sosyalist enternasyonalde, hem ülkede yeterince dikkati çekmiş durumda. Ümit edelim ki diğer partilerimizde iktidar/muhalefet ayırt etmeksizin kadın kontenjanlarını revize eder de önümüzdeki süreçte kadınları daha fazla erkeklerin işgaline uğrayan siyasetin içinde görürüz.

Bu sayede belki devlet, baba yüzünden ana şefkatine doğru yönelir.

Ne dersiniz hayal mi yoksa hepsi?

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.

SON OLSUN.

İlker EKİCİ

ilker.ekici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.