86. Yılında Türkiye Devleti

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Süleyman GÖK

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, adından da anlaşılacağı üzere bir soylular (aristokrat), diktatörlükler yönetimi olamaz veya belirli bir zümreye ait olan yönetim biçimi değildir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ileri görüşlü, çağdaş; akıl ve mantık ilkeleri çerçevesinde davranan, güçlü bir tarih bilgisine sahip bir devlet adamı olarak Türkiye Devleti’nin kurucu lideri unvanına sahip olmuştur. Fakat hiçbir zaman Mustafa Kemal bir unvana sahip olma derdinde olmamıştır. O daha çok, ülkesinin ve milletinin geleceğinin çağdaş olmasını istemiş; geleneksel tabuları yıkarak bilimsel bir şekilde yaşamaları için elinden geleni yapmış, bizlere bu devleti armağan etmiştir. <?xml:namespace prefix = o />

   “Türkiye Devleti’ni kuran elbette sadece Mustafa Kemal değildi. O’nun silah arkadaşları, ülkemizin bağımsızlığı için savaşan, canlarını feda eden şehitlerimiz ve gazilerimiz de bir o kadar tarihimizde önemlidir. Bunların yanında, düşünceleriyle hizmet eden bilim adamları, aydınlar, kadınlarımız da bu zorlu ve meşakkatli yolda her türlü desteği fazlasıyla vererek bizlere bu güzel vatanı bırakmışlardır.”

   Onun için günümüzde birtakım tartışma aralarında böyle polemiklere girerek ülkemizin tek kurucusu olduğunu laubali bir şekilde eleştirenlere bir sözümüz var: “Türkiye halkı, varlığını önce Allah’a ve sonra Atatürk’e borçludur.” Çünkü yüzyılın dâhisi olarak nitelendirilen Atatürk ülkemizin kurucusu olmasaydı bugün kim bilir hangi emperyalist güçlerin manda ve himayesi altında yaşıyor olurduk? Onun için, kimseye Atatürk’ü zorla sevdirme niyetinde olamayız fakat bu topraklar üzerinde yaşıyor ve bu havayı soluyorsak Gazi Mustafa Kemal’e saygı duymalıyız. O’nu, diğer arkadaşlarından ayıran en önemliği özelliği lider olmasıdır. Liderlik, doğuştan kazanılan bir özellik olmakla birlikte; lider, insanın yetenekleri çerçevesinde olağanüstü işler yapabilen kişidir. Mustafa Kemal ise karizmatik lider sınıfına girerek, ülkesinin ve milletinin zor bir dönemden geçtiğini gördüğü anda yani sorunların olduğu bir zamanda bir lütuf gibi Türk Milleti’nin kurucu lideri olmuştur. Bugün gelinen noktada borçlu olduğumuzu hissettiğimiz liderimizi saygıyla anıyorum.   Mustafa Kemal’in bu devleti kurarken düşündüklerini acaba ondan sonra gelen yöneticilerimiz ve devlet büyüklerimiz (!) düşünüyor mudur? Ülkemizin içinde bulunduğu zor zamanlarda her türlü tehlikeyi göze alarak, ülkesinin geleceğini aydınlatmak isteyen yöneticilere bugüne kadar maalesef sahip olamadık. Bugün gelinen nokta “acı ama gerçekte olsa böyledir.” İnsanlara “En önemli icat nedir?” diye sorduğumuzda herkes farklı cevaplar verir; birilerine göre araba, cep telefonu, birilerine göre ise bilgisayar. Bize göre en önemli icat “devlet”tir. İnsanların bu dünyada kurdukları en önemli icadın devlet olması bir takım görev ve sorumluluklar öğretmiştir. Bu sayede de kurumsallaşma denilen olgu ortaya çıkmıştır. Devletin tanımı bugün dahi tartışılmakta, net bir tanım üzerinde hâlâ uzlaşılamamaktadır. Çünkü insanların çeşitlilik gösterdiği, çağdan çağa veya toplumdan topluma olan değişiklik, bu tezi desteklemektedir. Onun içindir ki devlet kavramı bazılarına göre Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi, bazılarına göre hikmettir. Bizim için devlet kavramı kutsal olduğundan, devletimizi korumak ve kollamak için her türlü fedakârlık gözetilmeli, onun devamlılığı canımız pahasına sürdürülmelidir.    Bu yüzdendir ki bazı güçler tarafından bu birlikteliğimiz, duygu ve düşünce ortaklığımız yıkılmaya çalışılıyor; devlet ve millet kavramlarının tanımları değiştirilerek insanlar üzerinde yanlış etki bırakmak suretiyle, ulus-devlet inşasının bozulması için uğraş veriliyor. Bizler ise bu oyuna geliyoruz.

   Ülkemizin yönetim şekli cumhuriyettir. Tarihte Türkiye Devleti, Osmanlı’nın  ardılı olarak anılırken aslında yeni bir cumhuriyet olması  bakımından ondan ayrılan en önemli özelliğidir. Bütün kavram, olgu ve olaylarıyla Türkiye Osmanlı’nın devamı niteliğinde sayılamaz fakat çok önemli bir özelliği de onun yıkıntıları üzerine kurulmuş olmasından gelmektedir ki bu yüzden ondan izler taşımaktadır. Bugün demokrasi ve cumhuriyet kavramlarının tartışıldığı ortamda bizler muasır medeniyetler seviyesine çıkmak isterken bazı aydınlarımız (!) eskiye özlem niteliğinde yeni (Neo) Osmanlıcılık şeklindeki açıklamalarıyla ülkemizi tarihler öncesine götürmek istiyorlar. Osmanlı’nın yıkılış sebepleri araştırıldığı zaman en önemli özelliği, yönetim biçimi ve aydınlarının bir başka kavrama olan özlemleridir. O zamanki aydınlar ve ülke yönetiminin önde gelenleri Batı’ya olan hayranlıkları dolayısıyla koskoca imparatorluğun sonunu getirdiler. Bugün ise Yeni-Osmanlıcılık adıyla yeniden aynı oyun oynanmak istenmektedir. Osmanlı Devlet idaresindeki çarpıklıklar, yönetim zafiyeti, yeteneksiz yöneticilerin iş başına gelmeleri yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açmıştır. Gazi Mustafa Kemal, engin tarih bilgisi ve yorumlamasıyla ülkemizin başına, en önemli özelliği halkın kendi kendini yönetmesi olan “Cumhuriyet rejimini” getirmiş, halkın katılımlarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kendilerine temsil hakkı tanıyarak onların da yönetime katılımlarını sağlamıştır. Bu çok önemli bir iştir. Çünkü o zamana kadar padişahlık yönetimi altından gelen halk, ilk defa kendi kendisini yönetecek aracılar vasıtasıyla yönetimde söz sahibi olacaktı. Bunun toplumda ister yarattığı moral bakımından, isterse insanların kendilerine olan güveni bakımından çok önemli bir yere sahip olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Dünyada kurulan devletlerin hiçbiri Cumhuriyet gibi sağlıklı işlememiştir. Almanya’da Hitler diktatörlüğü, İtalya’da Mussolini faşist yönetimi, Sovyet Rusya’da komünizm gibi yönetimlerin hepsi tek tek dağılmasına rağmen Atatürk’ün ülkemize getirdiği cumhuriyet rejimi 86 yıldır devam etmektedir. Fakat devam etmesine rağmen sorunsuz olduğu anlamına gelmemelidir. Çünkü değişen ve gelişen dünya konjonktüründe insanların da zamanla fikirleri değişmekte ve çatışmalar ortaya çıkmaktadır. Bu doğal bir süreç olmakla beraber bazen gelenekselleşmiş kurumların da sonu olabilmektedir. Ülkemizin bugünkü yönetim biçimi kâğıt üzerinde de olsa cumhuriyet’tir. Ancak, çok badireler atlatarak gelmiş ve halen de sorunlu bir şekilde ilerlemeye çalışmaktadır.

   2009 yılında ülkemizde gerçek bir cumhuriyet idaresi altında yönetilen bir Türkiye özlemi çeken insanların çokluğu bu kavramın ne kadar değiştiğinin göstergesidir. Kozmopolitleşen dünyada bütün kavramların tanımları değişirken hiçbir şey sabit kalmamaktadır. Cumhuriyet rejiminin vazgeçilmez unsuru olan demokrasi kavramı üzerinde yıllarca yapılan tartışmalar sonucunda bazıları kendilerine demokrat diyerek bazıları ise demokrasi adı altında her türlü işi yaparak bu kavramların yozlaşmasına, ilk ve temel anlamlarının yok olmasına sebebiyet vermektedirler. Gerçek demokrasiden bahsedebilmek için öncelikle yapmamız gereken işler olduğunu hiçbirimiz unutmamalıyız.

   Demokrasi kavramı eski Yunan’dan gelme bir kavram olup doğrudan ve temsili demokrasi olarak iki kola ayrılmıştır. Bugün biz temsili demokrasi ile yönetiliyoruz. Yani, bizleri yönetecek olan parlamenterleri seçip meclise gönderiyoruz ve belirli süreliğine onların yönetimi altında yaşıyoruz. Bu ne kadar doğru, tartışmak gerekir; fakat bu sürecin sağlıklı işlemediği aşikârdır. Çünkü halkın her birinin temsili, meclise gidemiyor. O zaman şöyle bir önyargı oluşmaktadır. “Benim seçtiğim milletvekili yoksa ben de doğal olarak yönetilmiyorum” anlamına gelecek tarzda şikâyetler oluşmaktadır. Onun için, milletvekili seçim kanununda değişiklik yaparak bu sorunu ortadan kaldırmak gerekir. Diğer bir husus buna bağlı olarak; ülkemizde gerçekten demokrasiden söz ediyorsak öncelikle siyasi parti liderlerinin gücünün azaltılması gerekmektedir. Parti içi liderlik demokrasisi ile bizlerin seçtikleri milletvekillerinin temsil yeteneği ellerinden alınmakta ve bir kişinin ağzından çıkacak tek lafa bakar hale getirilmektedir. Onun için siyasi partiler kanunu ve milletvekili seçilme sistemi değiştirilmelidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan üç erk: Yasama, Yürütme ve Yargı, güçler ayrılığı ilkesi gereği birbirinden bağımsız olmalı; birbirlerinin görev alanlarına karışmamalıdırlar. Bunlara ilaveten Türk Silahlı Kuvvetleri de anayasada belirtilen görev ve sorumlulukları çerçevesinde demokrasi ilkeleri çerçevesinde varlıklarını devam ettirmelidir.

   86. yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu zor durumdan kurtulması için elimizden geleni yapmalıyız. Demokrasi adı  altında girişilen birtakım yanlış işler sayesinde yıpratılmak istenilen rejimimiz, kimileri tarafından olmasa bile bizce tehlike altındadır. Demokrasi kılıfının arkasına sığınarak yapılan birtakım işlere inat, gerçek demokrasinin yılmaz bekçileri olarak Türk halkı ve Türk gençliği her daima görev başındadır.

   Cumhuriyetimizin 86.yılı vatanımıza, milletimize hayırlı olsun.

 

iletisim@PolitikaDergisi.com

 

 

 

 

 

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 19’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 19’u indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.