Başbakan'a Sordum, Bakanı Ne Yanıt Verdi?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar Adı: 
Süleyman Yağız

Başbakan’a ne sordum, bakanı ne yanıt verdi?

 

Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a yönelttiğim, adına “Ergenekon” denilen soruşturmada bazı “gizli tanıklar”ın dinlendiği tartışmalarıyla ilgili 18 Temmuz 2008 tarihli, üç sorudan oluşan yazılı soru önergeme, 18 Eylül 2008 tarihi itibariyle Adalet Bakanı Sayın Mehmet Ali Şahin yanıt vermiştir. Ancak Sayın Bakan’ın yanıtları tatmin edici değildir. Dahası Sayın Şahin, TBMM Başkanlığı’nın uygun bulduğu soru yöneltme yöntemimin bile TBMM İçtüzüğü’ne aykırı olduğunu iddia etmiştir. Dolayısıyla sorularımın özüne ilişkin yanıtlar vermemiştir. Bu da TBMM İçtüzüğü’nün keyfi olarak uygulandığını bir kez daha ortaya koymuştur. Bu durum ayrıca, adına “Ergenekon” denilen soruşturmayla/davayla ilgili bazı şeylerin gizlenmek istendiği izlenimini vermiştir.

           Sayın Bakan, yanıtında soruların “kısa” olması gerektiğini belirtiyor. Doğrudur. Benim sorularım da zaten kısadır. Üçüncü sorum biraz uzun gibi görünse de kısa cümlelerden oluşmaktadır. Buna karşın üçüncü sorum tek bir cümle olarak değerlendirilse bile Sayın Bakan’ın sondan ikinci paragrafındaki 144 sözcükten oluşan cümlesiyle kıyaslandığında görülecektir ki, kısadan da kısadır. Sayın Bakan’ı 144 sözcükten oluşan, bu kadar kısa (!) bir cümleyi kurma başarısını gösterdiği için kutluyorum.

Sorularımı ve Sayın Şahin’in yanıtlarını kamuoyunun takdirine sunuyorum.

Saygılarımla.

 

Süleyman Yağız

DSP İstanbul Milletvekili

 

ÖNERGEMİN SUNUŞU VE SORULARIM:

 

Adına “Ergenekon” denilen soruşturmada bazı “gizli tanıklar”ın dinlendiği ve çok önemli olduğu iddia edilen bilgilere bu kişiler aracılığıyla ulaşıldığı haberi yazılı ve görsel basında bir süredir tartışılmaktadır.

Bu bağlamda sormak istiyorum:

 

1-       Tanık Koruma Kanunu’nun, adına “Ergenekon” denilen soruşturmada kullanılmasını sağlamak amacıyla çıkarılmasını sağladığınız iddia edilmektedir. Bu iddia doğru mudur?

2-       Eğer bu iddia doğruysa “gizli” olan soruşturmadan doğrudan haberdar olduğunuz sonucunu çıkarmak mümkün müdür? Çeşitli konuşmalarınızda bazı örgütlenmelerden söz etmeniz ve bunları, “çeteler, mafyalar” olarak suçlamanız soruşturma sürecinde aldığınız “gizli” bilgilerden kaynaklanıyor olabilir mi?

3-       Meclis’te 27 Aralık 2007 günü kabul edilen 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu 5 Ocak 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Ancak 26. Maddesi gereğince kanunun 6 ay sonra (5 Temmuz 2008’de) yürürlüğe girmesi hükme bağlanmıştır. Fakat şu ana kadar kanunla ilgili yönetmeliklerin Adalet ve İçişleri Bakanlıkları'nca çıkarılmadığı belirtilmektedir. O nedenle bugün (18 Temmuz 2008) itibariyle ilgili kanun hükümlerinin henüz uygulama aşamasında olmadığı ifade edilmektedir. Dolayısıyla adına “Ergenekon” denilen soruşturma kapsamında dinlenen “gizli tanıklar”ın verdiği bilgilerin yasal olmadığı ve geçerli sayılamayacağı ileri sürülmektedir. Bu görüşe katılıyor musunuz?

 

ADALET BAKANI SAYIN MEHMET ALİ ŞAHİN’İN YANITI:

 

          Sayın Başbakan'a yöneltilip Bakanlığımız koordinatörlüğünde cevaplandırılması tensip olunan 7/4588 Esas No.lu soru önergesinin cevabı aşağıda sunulmuştur.

 

           I- Klasik ceza yargılamasında olduğu gibi günümüz çağdaş ceza muhakemesi hukukunda da, tanıklık ve dolayısıyla tanık beyanı, ceza adalet sisteminde vazgeçilmez bir delil olma özelliğini halen korumaktadır. Bu nedenle, hangi hukuk sistemi benimsenirse benimsensin, ceza adalet sistemi tanıksız olarak işleyemez. Tanık, suçun işlenmesinden ve dolayısıyla soruşturma evresinden başlayarak kovuşturma evresinin sonuna kadar, başka bir anlatımla yargılamanın kesin hükümle sona ermesine kadar, her aşamada çok büyük öneme sahiptir.

          

           Tanıkların, yargılamanın her aşamasında doğruyu söylemeleri işin doğası gereği olup, aksine beyanda bulunmaları ise genellikle ceza kanunlarında suç olarak düzenlenmiştir. Mahkemece delillerin değerlendirilmesi bakımından, tanıkların sayısının değil, verdikleri bilgilerin ve yaptıkları açıklamaların niteliğinin bir değeri vardır. Tanıklık, tanık açısından karşılıksız olarak yerine getirilmesi gereken bir kamu görevi olduğu gibi, verdiği bilgilerden dolayı bir zarara uğramasına karşı gerekli tedbirleri almak da devletin sorumluluğundadır ve devlet, tanık olarak dinlendikten sonra, sırf bu tanıklığı nedeniyle hayat veya beden bütünlüğü ile mal varlığı tehlikeye düşebilecek kişiyi suçlularla baş başa bırakmamalıdır.

          

           Günümüzde, özellikle terör örgütleri ile suç işlemek amacıyla kurulmuş diğer örgütlerin sahip oldukları güç ve kullandıkları yöntemler karşısında, klasik ceza muhakemesi önlemleri yetersiz kaldığından, bu tür örgütlere karşı farklı yöntemlerin kullanılması zorunlu olmuştur. Bu türlü suç örgütlerinin aleyhlerinde tanıklık yapan tanık ve mağdurları korkutma, sindirme ve hatta cezalandırmaya yönelik eylemleri karşısında devletler, bu örgütlerle daha etkin mücadele edebilme amacıyla, bu alanda gerekli iç yasal düzenlemelerin yanında uluslararası alanda da yakın işbirliğine gitmektedirler.

          

           Bu çerçevede hazırlanan çeşitli uluslararası sözleşmelerde ve Avrupa Konseyi kararlarında tanık koruma tedbirlerine yer verilmiştir. Buna göre, 30/1/2003 tarihli ve 4800 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan "Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi", 09/05/2002 tarihli ve 4755 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan "Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye Ek Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi ile İlgili İhtiyari Protokol", 14/01/2004 tarihli ve 5065 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi" ile Birleşmiş Milletler tarafından kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesinin kuruluş statüsünde (Roma Statüsü) tanıkların korunması konusunda taraf ülkelere çeşitli tavsiyelerde bulunulmaktadır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de tanıkların korunması konusunda 20/04/2005 tarihli ve R(2005)9 sayılı tavsiye kararını almıştır. Yine konuyla ilgili olarak Avrupa Konseyinin 23/11/1995 ve 20/12/1996 tarihli iki kararı bulunmaktadır.

 

           Yukarıda belirtilen uluslararası sözleşmeler ve bildirgeler bağlamında, Avrupa ülkelerinin mevzuatlarında da konuya ilişkin yasal düzenlemelere yer verilmiştir. Bu maksatla, Almanya ve Fransa gibi ülkeler konuyu ceza muhakemesi kanunlarında düzenlerken, İspanya ve Portekiz gibi ülkeler ayrı tanık koruma kanunları ihdas etmişlerdir.

          

           Öte yandan, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 58. maddesinin dördüncü fıkrasında da tanıklık görevinin yapılmasından sonra, kişinin kimliğinin saklı tutulması veya güvenliğinin sağlanması hususunda alınacak önlemlerin kanunda düzenleneceği hükme bağlanmıştır.

          

           Tanık Koruma Kanunuyla, haklarında tanık koruma tedbirleri alınması gereken kişiler, bu tedbir kararlarının hangi suçlarda alınacağı, tedbir çeşitleri, tedbir kararlarının hangi makam veya mercilerce alınacağı, bunların süresi, değiştirilmesi veya kaldırılması, tanık koruma kararlarının uygulanması, uluslararası işbirliği ve bu konuya ilişkin diğer usul hükümleri yasal düzenlemeye kavuşturulmuştur.

 

            II- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 58. maddesinin ikinci fıkrasında "Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa; kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır. Kimliği saklı tutulan tanık, tanıklık ettiği olayları hangi sebep ve vesile ile öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlüdür. Kimliğinin saklı tutulması için, tanığa ait kişisel bilgiler, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından muhafaza edilir." hükümü yer almaktadır.

           

            Görüldüğü Üzere, gizli tanığın dinlenmesi hususu 01/06/2005 tarihinde yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanununda yer almakta olup, Tanık Koruma Kanunu bu gizli dinlenen tanıkların ne şekilde korunacağını düzenlemektedir.

 

            III- Anayasanın 98. maddesinin ikinci fıkrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve denetim yollarından biri olan "soru"nun, Bakanlar Kurulu adına, sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Başbakan veya bakanlardan bilgi istemekten ibaret olduğu; aynı maddenin son fıkrasında da soru ile ilgili önergelerin verilme şekli, içeriği ve kapsamı ile cevaplandırılma, görüşme ve araştırma yöntemlerinin Meclis İçtüzüğü ile düzenleneceğinin öngörüldüğü; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün; "Soru" kenar başlıklı 96. maddesinde "soru"nun kısa, gerekçesiz ve kişisel görüş ileri sürülmeksizin; kişilik ve özel yaşama ilişkin konuları içermeyen bir önerge ile Hükümet adına sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılmak üzere, Başbakan veya bir bakandan açık ve belli konular hakkında "bilgi istemek"ten ibaret olduğunun belirtildiği; "Sorulamayacak konular" kenar başlıklı 97. maddesinde de, başka bir kaynaktan kolayca öğrenilmesi mümkün olan konular ile tek amacı istişare sağlanmaktan ibaret konuların ve konusu evvelce Başkanlığa verilmiş gensoru önergesiyle aynı olan soruların sorulamayacağının hükme bağlandığı malûmlarıdır.

           

           Anayasanın ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün yukarıda belirtilen hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, kişisel görüş ileri sürülerek düşünce öğrenmeye yönelik olan soru önergesine konu edilen diğer hususlara cevap verilmesine yasal imkân görülememiştir.

 

DSP İstanbul Milletvekili Süleyman YAĞIZ

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.