Ben Onu Tanıyordum

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   Hiç yargısal bölümüne girmeyeceğim davanın. Artık dilimizde tüy bitti, biliyorsunuz. Ben, yalnızca tanıdığım ve geçen yıl bu zamanlar röportaj yaptığım eski rektörüm Mustafa Yurtkuran’a değineceğim.

 

   Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran, ilk kez türban kararında dik durarak “Suç işliyorsam, şereflice gider yatarım. Hapishane de bizim hapishanemiz.” demişti. Ve bu sözleriyle cemaatçi psikolojik linç girişimlerinin hedefi olmuştu. Ben de Gökhan arkadaşımı da yanıma katarak facebook’ta Mustafa Hocaya destek grubu açmıştım. Üyelerinin çoğu kendi öğrencilerinden oluşmaktaydı. Gruptan haberdar olduğunda, kendi öğrencilerinin desteğini görmüş olmaktan dolayı çok duygulanmıştı.

 

   Mustafa Yurtkuran Hoca, tam bir Anadolulu idi; mertliği temizliğinden geliyordu, belliydi. Çetecilikle filan ilgisinin olması olanaksız; çünkü ne yapacaksa, açıktan yapıyor zaten. Yanlış bir şey gördü mü, lafını esirgemez. Bizimle yaptığı röportajda da bunu gösterebilmek için, birkaç alıntılama yapacağım. Eşi Merih Hocanın adaylığı sürecinde yağdanlık yapmıyor; aksine doğru bildiğini savunmaktan kaçınmıyordu. 23 Nisan 2008’de çıkan 2. sayımızdaki söyleşiden alıntılar:

 

   Kim, herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına -kendisi vatandaş olduğunu kabul etmese bile- kaba kuvvet uygularsa, bunun cezası var ve bu her taraf için geçerlidir. (Tam bir çete üyesi lafı değil mi?!) Ama Türkiye’de bugün çok ciddi oyunlar oynanıyor. Bölücü-milliyetçi, Alevi-Sünni, laik-anti laik çatışmaları gibi Türkiye’yi sıkıntıya sokacak büyük kampanyalar var. Bu büyük kampanyalar da dış güçlerin çabalarıyla oluyor. Bunu görüyoruz da, biliyoruz da…

 

   Hocamızın derdi neymiş, bakalım:

 

   Sizlere nasıl bir Türkiye teslim edeceğimiz konusunda kaygılarım var. Bize babalarımız onurlu bir Türkiye bıraktı. Biz size onurlu bir Türkiye bırakıyor muyuz, bırakmıyor muyuz? Göğsünü gere gere ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyebileceğiniz bir ülke bırakıyor muyuz, bırakmıyor muyuz? Kanla, canla savunduğumuz toprakların sağa sola peşkeş çekildiği bir Türkiye mi bırakıyoruz, yoksa toprağı Türk vatandaşının olan bir Türkiye mi bırakıyoruz? Size, bütün yeraltı kaynakları yabancıya peşkeş çekilmiş bir Türkiye mi bırakıyoruz, yoksa yeraltı kaynaklarını kendi işleten bir ülke mi bırakıyoruz? Avrupa Birliği’nden müstemleke valisi gibi davranışlarda bulunmayacak insanların geleceği bir Türkiye bırakabiliyor muyuz? Benim derdim bu! (…) Bu hale gelecekse, benim evimdeki iki istiklâl madalyasının manası nedir? İstiklâl Savaşı’nda ölenlerin, sırf Atatürk’ün emrini 15 dakika geciktirdiği için kafasına kurşun sıkan subayların hiç mi anısı yok bizde?

 

   Çanakkale’ye giden çocuklarımıza “gökten yeşil atlılar gelmiş” diye hurafeler anlatıyorlar. Bu “yeşil atlılar” gelecekti de son 200 yıldır Osmanlı bütün savaşları kaybetti, neden gelmediler. Balkanlarda, Kafkaslarda yenilirken nerdeydiler? Kılıçlı yeşil süvariler; Yunanlılar karılarımızın, kızlarımızın ırzına geçerken nerdeydiler? Türkiye’nin geldiği nokta bu!..

 

   Darbeci Hocaya yakışan (!) sözler:

 

   Gençler Türkiye Cumhuriyeti devletine, onun temel ilkelerine, Atatürk ilke ve devrimlerine ve dolayısı ile Türk ulusuna sahip çıkmak mecburiyetindedirler. Burada çok ince bir nokta var: Bunların hepsini yasalara uygun, demokratik kurallar içerisinde yapacağız. Yani Türkiye’de bir kez daha askeri ihtilallerden bahsetmeyeceğiz. Çünkü haklıyız, doğru yoldayız.

 

   Siyaseti namussuzların, uğursuzların, hayırsızların ve çıkarcıların mesleği gibi görmek son derece yanlıştır. “Ben o pisliğe bulaşmam” deniyor. Ama ister bulaş, ister bulaşma ülke elden gidiyor. Ve demokrasi içinde ancak bu yolla ülkenin başına geçilebiliyor, başka şekli yok! O yüzden okulu bitirir bitirmez, siyasete girilmelidir. Ama gençlerin okuldayken çok okuması gerekiyor. 68 kuşağının en önemli özelliği buydu.

 

   Gençlere son öğütler:

 

   Bu ülkenin tek güvencesi sizsiniz. Bunun bilincinde olun! Ya bağımsız, onurlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olacağız yahut gümrük kapılarında itilip kalkılan, Barrosso denilen adamın gelip ders verdiği ülke olacağız. Dünya ekonomisi nezle olduğunda tüberkülozdan ölüm döşeğine düşen bir zavallı bir Türkiye vatandaşı olacağız. Karar, tercih sizin!

 

   Bu sözlerle hocamızın derdini, amacını, usulünü göstermeye çalıştım. Bu alıntıların gayet açıklayıcı olduğunu düşünüyorum. Hocamızın suçu (!), arkasında iktidar gücü yokken bu direnişin içine girmesidir. Durmak yok, yola devam diye pasta kesenler suçsuz, Mustafa Hocam suçludur.

 

   Herkesi eyleme çağırmaktan bıktık. Şöyle söyleyelim: yukarıdaki satırları okuyun ve ne yapacağınıza karar verin. “Karar, tercih sizin!”

 

   Bir iki ay önce Ergenekon denilen dava ile ilgili Sn. Oktay Ekşi’yle de iletişim olanağım olmuştu ve “soruşturma ve kovuşturma aşamasında olan bir konuda -o konunun içeriğine ilişkin- beyanda bulunmam” demişti Ekşi. 14 Nisan’daki yazısını: “Müjdeler olsun, çünkü artık sanıkları değil, Atatürk'ü yargılıyoruz.” diyerek sonlandırmış Oktay Ekşi. E, biz neden bahsediyorduk Sayın Ekşi?

 

   Değerli Oktay Ekşi’yle yaşadığım diyaloğa yer vermemdeki asıl neden; yargıya müdahale etmek niyetinde olmadığımız ve konuyu toplumsal ve siyasal yönden anlamak / anlatmak isteğinde olduğumuzu vurgulamaktır. Kimse kendini savcı veya yargıç konumunda görmüyor zaten.

 

   Siz de şöyle geçmişe bir bakın ve geleceğin nasıl kurulacağına yön verin. Karar, tercih sizin!

 

 

Emrah.Ozdemir@PolitikaDergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.