Bu dava bitecek (!) Ya iktidar savaşları?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

Fikir adamları, akademisyenler uzman oldukları konularda edindikleri birikimleri paylaşırken, pek tabiidir ki içinde yaşadıkları toplumun sıkıntılarına, gidişatına karşı duyarlılık gösterirler. Bunun aksi yaşadığı topluma karşı sorumsuzluktur. Çünkü vatandaşlık bir takım haklar getirdiği kadar kişiye sorumluluk da yükler.

 

Ergenekon kapsamında göz altına alınan rektörlerden Haberal ve Yurtkuran kendilerini tanıyan pek çok kişi tarafından Atatürkçü, ulus-devlet ve üniter-devlet çizgisinde olduklarını ve siyasi düşünce olarak da şu an var olan iktidar partisine muhalif oldukları bilinen dallarında akademik ünvan olarak doktorasını tamamlamış profesör olmuş ve dahi üniversitelerinde rektör olarak atanmış birikimli kişilerdir diye anlatılırlar.

 

Hatta “Bu adamlara her şey diyebilirsiniz ama; Ergenekoncu diyemezsiniz!” diyenler de var. Ergenekon iddianamelere bakarsanız “ETÖ” olarak tanımlanmış silahlı bir terör örgütü, hükümeti ve meclisi, ekonomik düzeni zorla değiştirmek ile suçlanan kişilerin içinde yer almak ise kimilerine göre dehşetli bir iftira, kimilerine göre mesnetsiz bir saldırı, kimilerine göre bir düşünüşün anlayışını ortadan kaldırmaya sindirmeye dönük planlı bir eylem, kimilerine göre kahramanlık destanı.

 

Kimin ne dediğinden ziyade; sürecin işleyişinde çok kısa bir zamana kadar alenen bu dava kapsamında göz altına alınan herkesin “Silahlı terör örgütü mensubu olmak” suçuyla suçlanmasından ziyade yargısız infaza giderek ve bir takım medya tarafından iddianamelere kaynak oluşturması beklenen soruşturmaların gizlilik ilkesi ihlal edilerek yayınlanması gerçekten bu kapsamda göz altına alınan kişilerin tutuklanması toplum gözünde bu insanların “suçlu” ilan edilmesi çalışması olarak karşımıza çıktı.

 

Hukukçular yasalardan yola çıkarak;Her kim olursa olsun, hukukun üstünlüğü ve yasalara göre; suçluluğu yargı kararıyla sabitleninceye kadar suçsuzdur!diyorken “suçlu” ilan etmek suçunu işleyen birtakım medya organlarına şaşıyorum bu gücü nereden aldıklarına şaşarak.

 

1839'dan bu güne, bu topraklarda var olan buna benzer iktidar mücadelesi sür git devam etmiş. Bu gün de devam etmektedir. Çağdaş, Demokratik Laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geldiği nokta ise yeni bir iktidar mücadelesi savaşının en bariz örneğidir. Bizim tanıklığımız, bu ülkenin kuruluşunda canını, malını hiçe sayan bir halkın torunları, çocukları olarak hukuksuzluğa varan uygulamalar karşısında taraf olmayı gerektirecek noktadadır.

 

Biz elbette tarafız; Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığı, Ulus devlet anlayışı, sosyal devlet anlayışı, Demokratik, Laik yapısının ve Hukukun üstünlüğünün tarafı...

 

Elbette tarafız bu ülkeyi kuran atalarımız gibi bu ülkenin bir bütün olarak devam ettirilmesinin tarafı.

 

Ve elbette tarafız bu bayrak altında yaşayan her yurttaşın hak ve eşitlik savaşımında, bölüşümden hak ettiği nispette pay almasının tarafı.

 

Cumhuriyet halkın iktidarı olarak, oluşturduğu nizamı koruma ve ileriye taşıma işini biz yurttaşlara bir vazife ve sorumluluk olarak yüklemektedir. Bu sorumluluk kapsamında dilimizin döndüğü kadar bu yolda emek vermeye gerektiğinde mücadele etmeye toplumun gönenci ve bu toplumun yaşadığı vatanın, onun rejimi olan Cumhuriyetin bekası için taraf olmaya da devam edeceğiz.

 

Üretim ilişkilerinde emek cephesi olarak işleyişe dahil olanlarla birlikte, ortaya çıkan değerin bölüşümü noktasında adaletli olunması gerektiği talebini de yineleyerek ;

 

CUMHURİYET ve onun devrimlerine sahip çıkmak ve onu ileriye taşımak başlıca ödevimizdir.

 

 

 

Erdinç AYDIN

 

erdinc.aydin@politikadergisi.com

 

 

Yorumlar

??

Ödevimizdir de, bu sessiz insanların hal çaresi nedir? Kafasını kuma gömmüş,yanlışın farkında olmayan -daha kötüsü- farkında olupta yanlış olanı kendi kendine bile itiraf etmekten ödü patlayan yığının tedavisi nerededir?
seçim sonuçları ortadadır. Hile karıştığına şüphe olmamakla beraber ortada yinede bariz bir irade vardır.
Belli ki çoğunluğa yakın irade; soygundan, çürüşmüş bürokrasiden memnundur. Görünen o ki; toplumsallık bireyselliğe teslim olmuştur. Şu halde milli veya yurtsever vazgeçilmezlerin sahipsizleşmesinde şaşılacak bir durum var mıdır?
Atatürk Türkiyesi, Atatürk İlkeleri olmadan bir anlam ifade eder mi? Demokrasi, Halkçılık, Milliyetçilik, Cumhuriyetçilik, Laiklik, İnkılapçılık, Milli Bağımsızlık, Çağdaşcılık, Akılcılık, Bilimcilik,Hukuk Devletciliği, Milli Egemenlik... Bana bir tanesinin dahi içinin oyulmadığını söyleyebilir misiniz?

Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunamaz. Bu bizzat Atatürk'ün sözüdür.
Türkiye'deki sıradan adi veya adli bir suçtan tutun da faili mechullere, terörle mücadeleye, susurluk'a, Ergenekona kadar uygulamalara bir bakın. Kaç haklı kişi, mahkeme kapısından gülümseyerek çıkabilmiş sayın.

makalenize katılmakla beraber sadede gelmeliyim ki; sorum şudur: Çözüm nedir?

Çözüm

Çözüm örgütlü halk gücünün yeniden yaratılmasıdır özetle. Yalnız şu vardır ki bizde "örgüt" ve "halk" kavramları fazlasıyla içi boşaltıldığı fazlasıyla "tü-kaka" ilan edildiği için bu gün bu iki kavramdan medet umanların bile geçmişte bu iki kavram altında var olanlara etmediği baskı zulüm ve zorlama kalmadığı için bunu yeniden yaratmak oldukça zordur. Zordur ama imkansız değildir.

Öncelikle ve özellikle kolay ve dengeler üzerine oluşturulan yönetim adına yaratılmış ayrılıkların iyice ayrılmışlar dışında tekrar ortak müştereklerde örgütlenebilmesidir. Bunlar nedir?

Alevi-Sünni Kürt-Türk gibi anayasaya göre aslında yok sayılan aslında fiili olarak yaratılmış ve var olan ayrılıkların kaynağına inerek bunu ortak müştereklerde birleştirmek.

Ortak müşterek nedir? Açlık ve Tokluk arasında ki ince çizgi, Özgürlük ve Esaret arasında ki ince çizgi ve de en önemlisi Bağımsızlık ve Tutsaklık arasında ki ince çizgi.

Erk sahiplerinin yukarıdan bakan ve halka inemeyen tutumları, kolonileşmiş ayrılıkların biryerlerden nemalanmaları gibi sebepler yıllardır "ideolojik" olarak bir yapıyı bozmaya yönelik adımlar olarak karşımıza çıkmıştır.

Türk solu'nun 77 fraksiyona bölünmesinde ki "zenginlik" ise sanıldığının aksine fikirsel ayrılıklar değil dönemsel ve dayatılana karşı alınan konumlamadan kaynaklanmıştır. Bu ayrılıkların fikirsel temellendirilmeleri ise daha sonra gelişen olaylara karşı alınan pasif yada radikal tavırların eleştirilerinden kaynaklı olarak ortaya çıkmalarıdır. Önce ayrılık sonra tutumlar üzerinden fikir ayrılığı ile teori yaratma ve temellendirme çalışmaları. Kısacası Türkiye sol'unun ahvali ortadadır. Türkiye Sosyal demokrat yapısı ise kuyruğuna basılmadığı ve yukarıdan yönlendirilmediği sürece bir düşünüş hareketi olmadığından tabandan ses gelmez... Tavandan şekillenen bir sosyal demokrasi ise bu kadar oluyor demek.

Türk sağının ise Türk solu ile ortak değerlerinin olmadığı kanısına katılmıyorum. Vatan bağımsızlık özgürlük açlık ve tokluk gibi kavramlar geçtiğimiz yüzyıl ve içinde yaşadığımız yüzyılda evrensel ve büyük önem arz etmektedir.

Ne yapmalı?

Sorusu ise bize sadece Lenin'den kalan bir kitap ismi değildir...

Ne yapmalı sorusuna yanıt Atatürk'ün türkiye tahlilinde vardır; Nesnel koşullara göre şekillenen nesnel gerçekliklerimizle hareket etmek gereği taşıyan bu topraklarda ki malzeme ile şekillenebilecek birşeydir.

Öncelikli olarak kazanımlarımıza sahip çıkmak mevzi kaybetmemek en temel sorumluluktur. Türkiye kadınına bu noktada büyük işler düşmektedir. Ataerkil bir toplumun ana erkil evlatları olan bizler öncelikle ana ocağında şekillenmekteyiz.

Kadınlarımıza ulaşacak ve onlara bilmin ve aklın aydınlık yolunu tekrar ve tekrar tanıştıracağız.
Yalnız aynı kadınlarımızın bir çoğu evin mutfak döngüsünü sorumluluk olarak taşıdıkları için;

Yunus'un hikayatında olduğu gibi onlara sadece "nefes" mi"bulgur" mu sorusunu sorarsak kaynatacak aşı olmayan kadınlarımız nefesi değil bulguru tercih edecektir. Oysa ki bulguru olan bir toplumda "nefes" dağıtmak daha anlamlıdır. Demem odur ki bu iki çalışma da koordineli olarak yapılmalı kadınlarımızın en temel sorunu haline gelmiş "aş" "geçim" tercihlerini aşacak sosyal politikaları iktidar hedefleyenlere dayatma politikalarını üstlenmeliyiz.

Denilebilir ki hangi sınıfın kadınına (ki denmelidir) işte burada ki en kritik tercih budur...

Ekonomik politikların göz ardı edildiği hiç bir siyasi hareket başarıya ulaşamaz Muhalefette kalan "çağdaşçı" "milliyetçi" geçinen partiler de bu siyasetlerini tekrar gözden geçirmek durumundadır. Vatandaş olarak bir dip dalgası yaratmak siyasi partilere tabandan baskı uygulamak bu anlamda şarttır. İşte bu taban oluşumu ise en acil ve en temel görevdir.

Erkek egemen bir toplumda neden kadınlardan başlamalı?

Çünkü kadınlar erkek çocuklarına tuvalet dahil yemek yemek dahil her adabı öğretenlerdir. (Ama kadınların fendinden aşırı şekilde korkarım) Bu yüzden dir ki tabandan gelen güçle iktidar sahiplerinin kadın erkek çatışmasına gitmeden ortak bir irade ile yarın tercihi koyması mutlaktır.

Bu çerçevede oluşturulacak bir dip dalgasının uzun soluklu olan bir örgütlenme için "yaşamı politika sahası haline getirmek" hedefle ileriye taşınması kaçınılmaz zaferi getirir. Zordur dolambaçlıdır belki ama şarttır. Kadınsız tabansız örgütlenme olmaz. Örgütsüz baskı kurulmaz. Taban baskısı olmayan bir erk ise mutlaka kalıplara haps olur kendi iktidarını korumaya (hatta muhalefetini korumaya) giden bir durağanlığa girer.

Gelelim Türkiye Cumhuriyeti'nin karakteri haline gelmiş olması gereken;

Cumhuriyetçilik
Halkçılık
Laiklik
Milliyetçilik (Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk demek)
Devrimcilik

ilkelerine...

Onların sahiplenebilmesinin en temel gerekliliği karın tokluğunu yaratacak bir ekonomik anlayış dayatması ve Devrimci anlayışın çağdaşlık yolunda atalete uğratılmamasıyla olur.

Özeti şudur ki; Örgütlenme şarttır. Taban örgütü tavana dayatma yapmalıdır. Tavanın aldığı kararların şakşakçılığını yapmaya alışanların şikayet hakkı da olamaz.

Değerlerin sahipleri onları üretenlerdir, onları yönetenler değil... Her üretenin yöneten olması değil burada söylediğimiz ama yönetenlerin üretenleri göz ardı etmemesi için dayanışma süreci hızlandırılmalı. Ortak çalışmalar hızlandırılmalıdır.

Her düşünüşün karşında farklı düşünüşler olacaktır. Önemli olan çizilen yoldur. Yolumuz yok, örgütümüz yok, amacımız yok verilmiş yerinde dursa yeter anlayışı da bizi buralara getirmekte.

Ben halkım gücümün farkında olsam, farkına vardırılsam yeterlidir. Aklı önde gittiğini sananlarında bedelleri göze alarak bu halkın içine girmesi gerekmektedir.

Camileri, kahveleri, köy meydanlarını, semt pazarlarını bırakmış olanların, boğaz manzarası yalı sahibi gazete sahibi ve yazarlarına bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir Cumhuriyeti ve devrimlerini sahiplenmek ve onu ileriye götürmek diye düşünüyorum.

Çünkü "Cumhuriyet öncelikle; kimsesizlerin kimsesidir"

Her ne kadar uygulanan yanlış politikalar, halkın elini kolunu bağlayan zincirmiş gibi sunsada Cumhuriyeti;

"Zincirlerinden başka kaybedecek birşeyi olmayanlar" için Cumhuriyeti sahiplenmek korumak ve ileri götürmek yine halkın kendisine düşmektedir.

...

Ve tabiki genç insanlar. Kavramları şiddetle öğrenmek, bunun içinde okumak zorundadır.
Aile içinde ki eğitim, baskı güdümünde olduğundan bazen tersde tepmektedir.
Özellikle ihtilal görmüş ebeveynler hazin tecrübelerinin tekerrüründen evlatlarını sakınmak düşüncesiyle, çocukları mekanikleştirme pahasına, kalıplara sokmuş öz güvenlerini bilmeden de olsa yerle bir etmiştir.
Bizler az da olsa kıyısından kenarından ihtilalin sonuçlarını sıcağıyla gördük. Küçük yaşta her ne kadar hikayelerden etkilense de insan, yaş kemale erdikçe hafızada ki fotoğrafları kendi yorumlamaya başlıyor. Ayırıyor sapla samanı.
Şimdi düşününce 80-82 ye kadar doğmuş olanlar iki çağ yaşamış kadar oldu. şanslıydık aslında. Ama 1985 sonrasında gelenler okumak, araştırmak zorunda. Bunun için de ciddi yönlendirme.
Aileler karakter şekillemesinde birinci etken olmakla birlikte, fikri ve siyasi gelişim aslında lise çağlarında ilk halini alıyor. Genelde de değişmiyor. Bu noktada da Atatürkcü öğretmenler devreye giriyor -olmalı-.
Tabi çocuk kendi haline bırakılmış, daha 8 yaşında cemaatin sunağına yatırılmamışsa.
Hem cinslerimin bir kısmına güvenmekle beraber ciddi bir kısmınada tarifsiz bir korku duymaktayım. Ve bu tarifsiz duygular çerçevesinde erkek egemenden hızla saptığımız ve sapmayada devam edeceğimiz görüsündeyim.
İkinci sınıf insan olma gayretinin had safhasına şahit olduğum gündelik enstanteneler, ben kadınsam bu ne? sorunsalına doğru dipsiz yolculuklara çıkmama sebep oluyor!
Örgütlenmelerde ise dananın kuyruğu nitelikli yöneticilerde kopuyor olsa gerek!
Soldaki onlarca fraksiyon konusunda da bahsettiğiniz gibi farklılıklar dönemsel koşullarla eşgüdümlü çoğalmıştır. Bu temel ortaklığın etrafında çoğalan alt başlıklar, özünde, çelişkiden ziyade alternatif zenginliğin sonucudur. Ve önünde yahut sonunda birleşilip gerçek bir gücün oluşacağına olan inancım bakidir.

Geldiğimiz noktaya bakarsak 'dünyada ki en önemli yatırım insana yapılan yatırımdır', sözünden hareketle anlaşılıyor ki; kurtuluş, ancak sermayesi bilgi ve eğitim olan karakteri oturmuş bireylerin ulus değerlerine yüksek sesle korkmadan sahip çıkmasıyla mümkündür.

İlham verici yanıtınız için teşekkürler.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.