Bütün Bu Yaşananlar Riyakârlık Mı?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

AK Parti, neredeyse 10 yıldır tekbaşına iktidarda... AK Parti’nin şansı, içinden geçilip gelinen dönemlerin, ülkemizin gerçekten de siyasetten bezdiği dönemler olması idi. 3 Kasım 2002 tarihi... Siyaset tarihimiz ve kurumumuz dahilinde... Türkiye’de bir ilk sayılabilirdi... Uzun bir aradan sonra... Bir parti, tekbaşına iktidara geliyor... Hemen hemen tüm siyaset analistlerinde şankınlığa neden oluyordu...

AK Parti, 10 yıllık devr-i iktidarında belli başlı reform addedilebilecek şeylere imza attı... Avrupa Birliği hedefinin peşinden koşulması... Avrupa Birliği hayaliyle ülkedeki yasal mevzuat parkının, AB normları doğrultusunda yeniden gözden geçirilerek, tanzim edilmesi ve sonuç olarak AB standartlarına yaklaştırılması... Toplumumuzun, özelllikle, “liberal” ve “eski tüfek solcularında” memnuniyete yol açtı ve bu cenah, AK Parti’yi iktidarının ilk dönemlerinde yüksek tonda destekledi...

Askerî ve Yargı/bürokrat vesayetleri devreye girdiğinde... AK Parti'nin imdadına yetişen yazar-çizer tayfası, bu yukarıda zikrettiğim gruplar oldu... Gerçi, son dönemlerde, bu bahsettiğim kesimlerin, AK Parti’ye olan desteklerinde bir gerileme olduğu söylenebilir... Aslında, AK Parti, bu bahsettiğim liberal-solcu cenahında bir “hayalkırıklığına” neden oldu da, diyebiliriz... Son yıllara baktığımızda, siyasî iktidarın her şeyden önce, her seçim döneminde tekerrür eden tüm toplumu kucaklama vaatleri, görünebildiği kadarıyla, “sözcükler” üzerinden değer gördü...

AK Partinin içine düştüğü durum... Sayısal ve oransal çoğunluktan yola çıkarak... Siyasal bağlamda her şeye hükmedeceğini zannetmesidir... Böyle olduğu zaten söylenebilir... Yasama ve yargı ile yürütme erkleri, tamamiyla bir kişinin direktiflerine göre hareket etmekte... Belki, fazla abartılı bir yargı da bulunmuş olabilirim... Lâkin, medyadan ve internet mecrasından da yansıyan... AK Parti’nin bir otoriterleşmeye gitmesidir... Hatta, anamuhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nun, başbakanı Suriye Devlet başkanı “eli kanlı” Beşar Esad ile aynı tutması, AK Parti tarafından çok sert bir tonla karşılık buldu...

 

* * * * *

 

Türkiye’de siyaset bağlamında bazı şeyler, “temcit pilavı” gibi döndürülüp-döndürülüp kamuoyunun dikkatine sunulur... İşte efendim... AK Parti iktidarıyla birlikte... Askerî vesayetin ve jüristokratik vesayetin sona erdiği... Anadolu Kaplanlarının, kendilerine daha iyi bir piyasa ve pazar konumu elde ettiği... Demokratik anlayışın yeşerdiği... Eskiden telaffuz dahi edilemeyen kelimelerin, artık rahatça seslendirildiği ve girilmesi yasaklı siyasî alanlara rahatça girilip, bu alanlarda da siyaset yapıldığı yankılanmakta...

Evet, askerler, belki olması gereken “anayasal” çizgilerde hareket ediyor olabilir... Lâkin, bu durum bizlere... Bazı soruların sorulması gerektiğini de işaret eder... Yüzlerce emekli ve muvazzaf subaylarımızın yıllarca neden Silivri Zulümhanesi’nde tutulduğunu anlatamaz... Neden, gazeteciler ve toplumun belli bir eşik üzerinde aydın kimliğine sahip kişiler, senelerce “düzmece veya dijital aldatmaca kanıtlarla ya da binlerce sayfayı bulan iddianamelerle” içeride ailelerinden ve sevdiklerinden ve yine özgürlüklerinden-en önemlisi temel haklarından- alıkonmakta?

“Müesses Nizamın” sona erdiği dillendirilmekte... Bütün bunlar, AK Parti ve onun çevresinden devr-i siyaset döneminde nemalanlar açısından, birer “gurur ve övünç” nişaneleri olabilir... Zannımca, burada da bir yanılgı mevcuttur, tıpkı çoğunluk meselesinde olduğu gibi... Çoğulcu demokrasiyi içselleştiremeyen bir iktidardan... “İLERİ DEMOKRASİ” nağmenelerini dinlemek... Gerçekten de pek ironik olmakta...

Demokrasinin güya ileri bir aşamaya geldiğinin söylendiği dönemde, gençler, öğrenciler, işçiler ve diğer emekçi gruplar, toplumsal gösteri yaptıklarında veya demokratik bir tepki gösterdiklerinde, kanıksamaya başladığımız coplu, tazyikli su ve gazlı müdahalelerle muhatap kalıyorlar...

 

Türkiye’nin büyük fotoğrafı...

Bence...

Şuan nazarıyla...

Toplumsal huzuru ve barışı tesis edebilecek “potansiyele” sahip değil gibi...

Türklük ve Türk Milleti kavramlarının “anayasal düzeyde” tartışmaya açılması, Türklük yerine garabet bir kavram olan “Türkiyelilik” aidiyetinin kamuoyuna dayatılması...

Bahsettiğim gibi, toplumsal huzur ve barış için olması gereken topyekûn potansiyeli tesis edememekte...

Ekonomi derseniz zaten tıkırında...

İşçi, “Sefalet Ücret Düzeyinde” çalıştırılıyormuş, kimin umurunda, dolar fırlamış gitmiş kime ne??!

Kumarhane kapitalizmi, memleketimizi esir almış durumdadır...

 

Erhan SALMAN

erhan.salman@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.