Çamurun Altındaki İzler

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   YOLSUZLUKLARA adı karıştıkça, gerçekler yazıldıkça ‘yandaş medya çamur atıyor’ diye bir savunu oluşturuluyor. Bu savunun ardındaki öfke nöbetleri  “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” sözünü doğruluyor. Durup dururken neden çamur atılsın ki?

   Hırsızlık yapmayan bir insana hırsız diyebilir misiniz?

   Bir insanı öldürmeden, birisine katil diyebilir misiniz?

   Peki, öyleyse neden çamur atılıyor? Özeleştiri yapmak yerine, öfke ile saldırıyorlar. Madem AKP çamurla yatıp çamurla kalkıyor, hangi çamur seçilmiş bir bakalım…  Eğer “taşlı topraktan” oluşmuş bir çamur seçmişlerse bu AKP’ye bir şey kazandırmaz. Ancak “humuslu topraktan” oluşan bir çamur seçmişlerse bu vicdandan bihaber olan AKP’ye çok şey kazandırır; çünkü humuslu toprak besince çok zengin mineraller içerir.

   Çamurları bir yana bırakalım da altındaki izlere bakalım.

   Bugün iktidar, elindeki tüm gücüne rağmen can çekiştikçe kendisine “biat etmeyenlere karşı baskı uygulamaya devam ediyor.  Kim hesap sorarsa, onları susturmayı yeğliyor.

   Hadi yolsuzlukları geçtik;

   Atatürk ilke ve İnkılâplarının çiğnenmesine de mi sessiz kalacağız?

   Orta Doğu liderliği altındaki işgali görmezden mi geleceğiz?

   Güney’de Kıbrıs, Kuzey’de Karadeniz’in gidişine seyirci mi kalacağız?

   Cebimizden çıkan milyonların hesabını sormayacak mıyız?

   Her dört kişiden birinin işsiz olmasının nedenini,

   Bilkent Üniversitesi hazırlık sınıfı öğrencisi 7 gencin sızan doğalgazdan zehirlenerek hayatını kaybetmesini,

   Uludağ’da snowboard yaparken kaybolan ve donarak hayatını kaybeden üniversite öğrencisi Ümit Özgen’in ölümünü,

   Elektrik direği dikmek için açılan çukur için önlem alınmayınca, çukura düşen 47 yaşındaki İsmail Sarı’nın ölümünü,

   İstanbul'un Fatih ilçesinde sağlam raporu verilen 3 katlı ahşap binanın çökmesi sonucu ölen kişinin hesabını

   Tüm bunları sorgulamayacak mıyız? Nerede bizim insanlığımız, nerede vicdanlarımız?

   İsterdim ki Tunceli ilimizin buzdolabı rüşveti deyince akıllara gelmesindense; el sanatları dokumacılığı ve çanak-çömlekçiliği ile anılsın. Bu Tunceli’nin veya Tunceli gibi seçim yatırımı için hatırlanan illerimizin suçu değil. Haberlerde hepimiz izledik; kar ile kaplanmış yollara rağmen yardım kamyonları yollardaydı. Kamyonlar kendilerine ulaşamayınca sırtlarına buzdolabını yüklenmeleri ise içler acısıydı. Hem taşıyor hem konuşuyordu yardımı alan, “İyi de, bunun içini nasıl dolduracağız, rafları mı yiyeceğiz?” diyordu.

   O köylerin buzdolabından önce; yollara, okullara, suya, elektriğe, işe ve en önemlisi aşa ihtiyacı var.  İnsanca onuruyla yaşamak her bireyin hakkı. Yardımlar için harcanan enerji, yol, su ve okul; istihdam alanları için harcansaydı hem ülkemiz kalkınır hem de insanlarımız, alın teri ile kazanmanın haklı gururunu yaşardı.

* * *

   Tüm bu yaşananlar, okuduğum bir kitap ile benzerlik içeriyor aslında. Amin Maalouf’dan Semerkant. Kitapta, İranlı bilge ozan Ömer Hayyam’ın Semerkant’a gelişini, orada yaşadıklarını ve tarihe damgasını vuran Rubaiyat’larını, hayat öyküsünü, kitabını, Hasan Sabbah’ın hırslarını ve Ömer Hayyam’ın hayranı Benjamin Ömer’i anlatıyor.

   Benim ilgimi çeken, Ömer Hayyam’ın arkadaşı Hasan Sabbah’ın hırsları idi. Ömer Hayyam’ın adaletli ve insana değer veren yaklaşımının tam tersine; eğitimsiz insanların dini duygularını sömürerek liderliğe oynaması idi. Sabbah, Şiilik mezhebini genişletmek için, halkı kendi tarafına çekmeyi başarmış, kendi yanında olmayanları ezip geçmiştir. İçkiyi, eğlenceyi yasaklamıştır. Sadece kendi istediğine göre yaşanmasını emretmiştir. Bu uğurda Alamut’u kendisine seçmiş ve halkı kendisine biat etmek zorunda bırakmıştır. Demokrasinin olmadığı, açlık ve sefalet ile insanca yaşamaktan uzak bir dünya yaratmıştır. Bizim de durumumuz Alamut halkından farklı değil.

   Ömer Hayyam’ın “Niceleri Geldi” aldı eseri, içinde olduğumuz duruma da ışık tutuyor bir bakıma…

 

Niceleri Geldi

Niceleri geldi, neler istediler

Sonunda dünyayı bırakıp gittiler

Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?

O gidenler de hep senin gibiydiler

Bu dünya kimseye kalmaz bilesin

Er geç kuyusunu kazar herkesin

Tut ki, Nuh kadar yaşadın zor bela

Sonunda yok olacak sen değil misin?

 

* * *

   Yolsuzluklar içinde bir dönem ve baskı altındaki Türkiye…  Şimon Peres’e “Sesin çok yüksek çıkıyor. Bu suçluluk psikolojisi.” demişti Başbakan.

   Madem tüm suçlamalar birer çamur atmaktan ibaret, karalamak için; o hâlde bu öfke, bu baskı neden? “İktidar ile ters düşenin işi iyi gitmez” açıklaması, korku imparatorluğunun ispatı değil mi?

 

nuran.talay@politikadergisi.com

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 13’te yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 13’ü indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.