Cargill'in Türk Bayrağıyla Kuşatması

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi kapsamında dalgalanmalar başladı. Halk hareketleri olarak yansıtılan protestolar, o ülkelerin siyasi ve sosyal yapısı çerçevesinde amacına ulaşmak üzere. Başbakanımızın da, bu projenin eş başkanı olmasından ötürü, bizim ülkemizde olacakların, o ülkelere benzemeyeceği az çok anlaşılmaktadır. Başbakan’ın danışmanı Cüneyt Zapsu’nun araya girmesiyle, son anda lağım çukuruna süpürülmekten kurtulan Recep Tayip Erdoğan için, şimdilik bir sıkıntı gözükmüyor. Peki, kendi vatandaşına söven, kızan, Habur’da PKK’lıları, cezaevi kapısında Hizbullahçıları oynatan, kendi hırsızlarına kefillik derecesinde sahip çıkan bu anlayış, iktidarda kalmayı nasıl başarıyor? Evet, arkasında ki güçleri ve maddi olanaklarını hepimiz biliyoruz. Bu parti yine de, limanları, tersaneleri, fabrikaları, en değerli arazileri yabancılara, yandaşlara peşkeş çekerken, toplum etnik temelde kutuplara ayrılırken gücünü nasıl koruyabiliyor? Ya bizim gördüklerimizi halk görmüyor ya bizler yanlış görüyoruz. Neticede, genetiği değiştirilmiş organizmalardan hepimiz besleniyoruz.!!!

 
 
Cargill ve GDO ayrıntılarına girmeden önce, muhafazakâr bir partinin dünya görüşlerinin, iş maddi çıkarlara geldiğinde, nasıl değiştiğini gösteren şu örneği vermek istiyorum. Bildiğiniz üzere, muhafazakâr toplumumuzun muhafazakâr anlayışına göre, bir insanın vücudunda herhangi bir değişiklik ve estetik yapması, Yaratanın işine müdahale olarak görüldüğü için, günah sayılmaktadır. Bu anlayışın temsilcisi olan AKP, sanki ormanlar, dereler, sebzeler, meyveler Yaratanın ve Yaratanın insanın hayatını sürdürebilmesi için yarattığı şeyler değilmiş gibi, maden çıkarma ve elektrik santralleri kurma adı altında ağaçları kesip, dereleri kurutmayı marifet olarak, genetiği değiştirilmiş gıdaları da soframıza kadar sokmayı bir işgüzarlıkla, kendi dünya görüşlerini çürüterek yapmaktadır. Fakat bu muhafazakâr topluluk tıpkı, kendileri iktidara geldikten sonra, Cuma namazı çıkışlarında yaptıkları siyasi mitingleri bitirdikleri gibi, şimdi de kendi anlayışlarıyla yozlaştırdıkları kültürümüz ve sağlığımıza zarar verecek konularda seslerini çıkartmamaktadırlar. Belki bu onların biat kültürünün gereğidir ama unutmasınlar ki Yaratanın bahşettiği bu doğayı hep birlikte paylaşıyoruz, havayı hep birlikte içimize çekiyoruz, soframıza gelen gıdaları hep birlikte aynı yerlerden alıyoruz. Dikkat ediniz, sizler estetiğe karşı çıkarken, o genetiği değiştirilmiş organizmalar tarafından bir taraflarınız değişmesin..!!!
 
 
2008 yılında, 1990’da Bakanlar Kurulu kararıyla onaylanan, sanayi arazilerinin ve yerleşim planlarının, ne şekilde olacağı tarif edilen çevre planı yok sayılarak, tarım arazilerinin tarım dışı amaçlarla kullanılmasına izin veren, kamuoyunda ‘Cargill Yasası’ adını alan yasa ile metrekaresi 5 TL gibi komik bir rakamla, bu toprakların amacı dışında kullanılmasına izin verildi. Cargill, gıda sektöründe, Amerika’nın Pepsi ve Coca Cola’nın önüne geçen, en büyük 3. şirketi. Sanırım, bu anekdot bile, bu yasanın kimler tarafından baskı kurularak, nasıl çıkarıldığının bir göstergesi olmaya yeterlidir. Ve tarım arazisi üzerinde kurulmasının yanı sıra, özellikle nişasta bazlı şekerler üretmesi ve bu sektörün desteklenmesi nedeniyle, ülkemizde ki mısır ve pancar üreticilerinin son durumunu da tahmin etmesi, zor olmasa gerek. Tarım için yeterli arazilere sahip olmamıza rağmen, sadece 2010’da, yurtdışından nişasta bazlı şeker üretimi için, 500 bin tona yakın mısır ithal ederek, Cargill’in ürettiği her 100 bin ton şeker üretimi karşısında, 25 bin çiftçi ailesinin, çiftçiliği bırakmasına neden olarak ve çeşitli kotalar uygulayarak, AKP iktidarının, üreticisine ne kadar faydalı olduğunu, ‘ananı da al git’ örneğinden de yola çıkarak görmekteyiz.
 
Şu anda, soframıza gelen ve gittiğimiz kafelerde, pastanelerde yediğimiz, tatlı bazlı ürünlerin yüzde doksanı, bu firmanın ürettiği nişasta bazlı şekerlerden üretilmektedir. Bu noktada Ülker&Cargill ortaklığını da hatırlatarak, bu firmaların gıda sektöründe ki payının ve sağlığımızın ne kadar tehdit altında olduğunu rahatlıkla tahmin edebilirsiniz. Nişasta bazlı şekerlerle yapılan her ürününün, obezlik, diyabet, hiper tansiyon ve kalp damar hastalıklarına davetiye çıkaracağı, artık uzmanlar tarafından, daha ciddi bir şekilde dile getirilmektedir. AKP ve bu ülkenin iç ve dış mihraklı düşmanları, diğer siyasi konularda olduğu gibi bu konuda da, ısıtılan suda, yavaş yavaş kaynayan kurbağa yöntemini Türk toplumuna uygulamaktadır. Muhafazakar kardeşlerime, en azından Mübarek Kurban Bayramında bile, bu iktidarın nerelerden ne cins hayvanlar getirdiklerini ve hayvancılığı nasıl bitirdiklerini hatırlatarak, bu eleştiriyi abartılı görmemelerini tavsiye ederim..
 
Yine, 2010 yılının başlarında, bu muhafazakâr parti, genetiği değiştirilmiş organizmalar yasasını, Meclis’te kabul etti. Yaradanın, yarattığının değiştirilmesine karşı çıkan bu zatlar, uluslararası emperyalist şirketlerin baskısı ve çeşitli hediyeleriyle, GDO’lu ürünlerin, hem ithalatına hem üretimine izin verdi. Şu anda, direkt bitkilerin genleriyle oynanarak değiştirilen, 800’den fazla GDO’lu ürünü tükettiğimiz söylenmektedir. Dünyada artan gıda ihtiyacının karşılanacağı kılıfıyla, piyasaya sunulmaya başlayan, birkaç şirketin tekelinde olan bu ürünlerin, artık insan sağlığına tehdit oluşturmasının yanında biyolojik kirliğe neden olacağı da yaygın endişeler arasındadır. Soya, sucuk, salam, sosis ve pizzalarda kullanılan kırmızı etli ürünler, domatesten pirince, ayçiçeğine, buğdaya kadar üretilen GDO’lu ürünlerin, antiyobitik ilaçlara bağımlılık, organlarda küçülme, ölü doğumlara sebep olma, kısırlık gibi birçok rahatsızlıklara neden olduğu artık uzmanlarca tespit edilmektedir. Ne ironik bir durumdur ki, vatandaşlarına 3 çocuk yapma tavsiyesi veren Başbakan, bu ürünlerin ülkeye girmesine ve üretilmesine izin vermiştir.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da bir şekilde uyanan, uyandırılan halklar kervanına onlar gibi olmasa da, kendi irademizle uyanacağımız, İznik Gölü kıyısında kurulan Cargill’in kapısına, kocaman Türk Bayrağı’nı asan zihniyetin, Hz Ali’nin karşısına kılıçlarına Kur’an sayfaları takarak çıkan, Muaviye askerlerinden farkı olmadığını anlayacağımız, kendi genetiklerimizin de değişmeden farkına varacağımız günlerin uzak olmaması dilekleriyle…
 
 
Oğuz Kemal ÖZKAN
oguzkemal.ozkan@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.