Demos + Kratos = Demokrasi (1.Bölüm)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Son günlerin en popüler içeriği olan demokrasi ve "ileri demokrasi" ölçüsünde önüne gelenin külhanbeyi gibi "demokrasi nutku" atmaları, konunun sorumlusu olarak beni yazmaya teşvik etmiştir. Demokrasi'nin ne olup ne olmadığı, iki bölümde işlediğim bu yazıda etraflıca ele alınmıştır. bir kavram düşünün ki ideolojik olarak birbirinden farklı 6 partinin isim babası olsun. Eğer bu mümkünse bazı kavramların yeterince bilinmediği sonucu bizler için zaruri bir bilgi çıktısı oluşturur. Birilerinin demokrasinin ne olduğunu tamamen öğrenmesi ve "hazmetmesi" gerekiyor. Aşağıda birinci bölümünü okuyacağınız yazı kavramın ruhuna yönelik değerlendirmeler taşımaktadır.


BÖLÜM 1:
DEMOKRASİ KAVRAMI

Demokrasi; kelime manasıyla Demos ve Kratos’tan oluşmuş Latince kökenli bir kavramdır. Yani Halkın iktidarı terimlerinden oluşan demokrasi Yunanca democratia sözcüğünden gelmektedir. Kısaca demokrasi halkın yönetimi veya iktidarı anlamına gelmektedir.

DEMOKRASİNİN KISA TARİHÇESİ


Temelleri sözcük kökeniyle irdelendiğinde Eski Yunan’a giden demokrasi; bugüne parlamenter sistemlerde demokrasi olarak gelişim süreci göstermiştir. Bugünkü anlamıyla demokrasi hükümet şekli olduğu gibi, toplum hayatını düzenleyen bir anlayış tarzıdır. Demokrasi de soy, servet, ırk gibi özellikler hiç kimseye başkalarına karşı bir üstünlük sağlamaz.
Demokrasi aynı zamanda yurttaşların hükümet baskısı altında kalıp ezilmesini de önler. Böyle bir yönetim şeklinde, yurttaşların konuşma, basın ve din özgürlüğü vardır.
Tabii –her ne kadar tanımının yapılması zor da olsa- demokrasinin bu gelişim sürecinde vurgulanması gereken iki önemli olgu daha var:

1) demokrasi ideali, demokrasi gerçeğini olgusunu tanımlamaz veya tersi gerçek demokrasi ile ideal demokrasi bir ve aynı şeyler değildir.

2)demokrasi; onun idealleri ile gerçeği arasındaki karşılıklı etkileşimden, olanla olması gerekenin çekişmesinden doğar ve bunlar tarafından şekillenir.

Pekiyi demokrasi nasıl bir istençle ortaya çıkmıştır? Touraine’ e göre; demokrasiyi yurttaşlar istemelidir, yöneticiler dayatmamalıdır. Yani demokrasi ancak bir özgürleşme isteğinin ardından geliyorsa sağlamdır. Unutulmamalıdır ki, bu özgürleşme isteği en kişisel deneyime bağlı grup ve baskı biçimlerine karşı cephe aldığından, aynı anda hem daha uzakta hem de daha yakında kendisine sürekli yeni sınırlar çizdiği ölçüde vardır.

Demokrasi hakkında vardığımız sonuçlar bizi bir sistem olarak demokrasiden ziyade toplumsal bir yaşam felsefesi olarak demokrasiye götürür. Demokrasiyi belirli sınırlar içerisinde değerlendirmek zordur. Çünkü demokrasi kökensel olarak eski Yunan şehir devletlerinden itibaren gelişim göstermektedir. Bununla birlikte vardığımız sonuçlar kısaca aşağıdaki gibidir:

a)Demokrasi belirli bir savaşımın içerisindedir. Demokrasi sadece bir kurumsal güvenceler bütünü, olumsuz bir özgürlük değildir. Dizgelerin egemen mantığa karşı öznelerin ekinlerinde ve özgürlüklerinde verdikleri savaşımdır, Robert Fraisse’in deyimiyle öznenin siyasasıdır.

b) demokrasi bireysel ve ortak özgürlüğün toplumsal kurumlarca tanınmasına dayanır; bireysel ve ortak özgürlük, yönetenler yönetilenler tarafından serbest seçimle belirlenmeden ve toplumsal kurumların oluşumuna, değişimine en yüksek düzeyde katılım sağlamadan var olamaz. Kısacası demokrasi o ülkenin tüm değerlerince korunmuş olmalı ve girişte belirttiğimiz ilkelerden bağımsız düşünülmemelidir.

c)Bir toplum; grup, kitle için demokrasi olamaz. Bu sayılan değerler demokrasinin içerisinde yer alır; çünkü demokrasi bir üst katman yapısı özelliği taşımaktadır. Demokrasi hiçbir zaman prosedürlere ya da kurumlara indirgenemez.

d) Ve nihayet demokrasi hukuk devletini egemenlik altındakilerin çıkarlarına uygun düşen bir yönde değiştirmeye çalışan toplumsal ve siyasal bir güçtür. Oysa hukuksal ve siyasal biçimcilik demokrasiyi, siyasal iktidardan egemen öbeklerin erkini tehlikeye sokan toplumsal istemlere giden yola engeller koyarak karşıt yönde, oligarşik bir yönde kullanır.

Demokrasi günümüz değerleriyle açıklanmaya çalışıldığında belirli kavramlar üzerine inşa edilmiş bir bina olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu değerler; temel haklara saygı, yurttaşlık ve yöneticilerin temsilci kudretine sahip olmaları olarak kısaca özetlenebilir.
Demokrasi; ilkin siyasilerin aracılığını ve temsilciliğini yapacağı toplumsal grupların varlığını gerçekleştirir. Ve sivil toplum pek çok toplumsal gruptan oluştuğuna göre demokrasi ancak çoğulcu olduğu ölçüde temsilciliğe olanak sağlar. Bu da demek oluyor ki demokrasinin birincil derecede önceliği temsil sorunudur. Yani kim; kimi, nasıl ve ne şekilde temsil edecek? Bu sorun demokrasi tarihinde önemli bir yer işgal etmiştir.

Demokratik bir toplumun ikinci özelliği seçmenlerin yurttaş olmaları ve kendilerini yurttaş kabul etmeleridir. Yöneticiler yönetimle ilgilenmeli, karar alma sürecine etki edebilmelidirler ki bu da ileride değineceğimiz temsili demokrasinin tanımlanmasını ifade etmektedir. Eğer yönetilenler ortaya çıkan sorumluluğa sahip olmazlar ise yani yönetim sürecine dâhil olmazlar ise; toplumsal olarak bir yabancılaşma başlayacak, bu da toplumu bireyler gözünde “Ben” ve “Öteki” karmaşasına sürükleyecektir. Toplumsal yapının atomize birliği olan Birey öncelikle kendinden, daha sonra toplumdan ve en sonunda da yönetici sınıftan farklılaşarak kendisini ispat yoluna gidecektir. Bu sadece bireysel olarak gerçekleşme yedebilir. Bu yabancılaşmanın yönetici sınıf tarafına yansımasının sonuçları da ağır olacaktır. Mevcut sistem Easton’un sistem teorisine göre girdilere yani toplumsal isteklere cevap vermekte zorlanacak ve sistem tıkanacak hatta tıkanmakla kalmayıp ortadan kalkma tehlikesiyle de karşı karşıya kalacaktır.

Graham Fuller’in işaret ettiği üzere Yönetici sınıf ile yönetilenler arasındaki bu kopukluğun toplumsal olarak bir diğer tehlikesi ise toplumun milliyetçi dürtülerini güçlendirerek yöneticiler ile yönetilenler arasında bir iktidar savaşının çıkmasına yol açacaktır.

Son olarak yöneticilerin erki sınırlandırılmalıdır. Aksi takdirde demokratik yapı monarşik yapıya dönüşebilir. Yönetici sınıf kendi istekleri doğrultusunda karar alabilme ve aldığı kararları uygulayabilme erkine sahip olursa yeri gelir meşhur Oligarşinin Tunç Kanununda olduğu gibi yönetici sınıf halkın içerisinden halk için çıkmış bir sınıf olmasına rağmen iktidarı kendisi için kullanır, yeri gelir demokratik yolları kullanarak gelen siyasal otorite bu güçle kendisini adeta demirden bir zırha bürür. Bunu engellemenin yollarından birisi Kuvvetler Ayrılığı prensibidir. Montesquieu tarafından ilk defa kavramlaştırılan bu prensip, demokratik yönetimlerde yasa yapma erkini bir güce yürütme erkini bir başka güce ve son olarak da yargılama erkini bir başka güce vermelidir demektedir.

Günümüzde monarşik düşünceyle demokratik düşünceyi birbirinden ayıran şudur: monarşik düşünce hukuk kurallarının formalitesi üzerinde dururken, demokratik düşünce hukukun formalitesinin ve iktidarının kullandığı dilin ardında gizlenmiş seçimleri ve toplumsal anlaşmazlıkları bulgulama çabasındadır.
Daha da derine inersek, demokrasinin var olma koşulu siyasal eşitlik, tüm yurttaşlara aynı hakların verilmesi değildir. Yalnızca; demokrasi toplumsal eşitsizlikleri ahlaksal haklar adına dengelemek üzere bir araçtır aynı zamanda. Öyle ki demokratik devlet, en savunmasız yurttaşlarına yasanın belirleyeceği sınırlar çerçevesinde, devletin kendisinin de içerisinde bulunduğu eşitsizlik içeren bir düzene karşı gelme hakkını tanımalıdır. Böylece devlet kendi erkini kısıtlamış olur ama daha önemlisi, bunu siyasal düzenin toplumsal eşitsizlikleri dengelemek gibi bir işlevi olduğunu kabul ettiği için yapar.

Demokrasi, çoğulcu bir karakterle işlerliğini sürdürebilmek için öncelikli olarak üzerinde ortak bir mutabakata varılmış normlar ve değerlerce çerçevelenen bir toplumsal düzen fikrinin yerleşikliğine ve ortak bir gelecek tasavvur edebilme kabiliyetine ihtiyaç duyar. Bu nedenle, demokratik sistem dâhilinde düşünüldüğünde – istikrarsızlığa ve sürekli çözümsüzlüğe sebebiyet vermediği ölçüde- varlığı kaçınılmaz olan siyasi parçalılık içinde siyasi partilerin yerlerini ve temel sorunlara dair tutumlarını net biçimde tayin etmiş olmaları gerekir.
Tüm bu bilgiler ışığında demokrasiyi tanımlamaya çalışırsak; günümüzde azınlıkta olanların haklarına saygı gösterdiği ve onlara bir gün çoğunluğa dönüşebilme yollarının açık tutulduğu özgürlükçü bir çoğunluk yönetimi ve ayrıca temel hak ve hürriyetleri esas alan, bireyin söylemlerini özgürce belirtebildiği bir yaşam ve yönetim biçimi olarak tanımlanabilir.
Toktamış Ateş’ e göre ise demokrasi; insanların kendilerini ilgilendiren ya da ilgilendirebilecek olan her konuda, kararların oluşum sürecine katılımları olarak ifade edilmektedir.
 
Demokrasinin Evrimi:

Demokrasi kavramı, tekrarlamak gerekirse, kökleri Eski Yunan’a kadar uzanan bir kavramdır. Toplum içerisindeki bireylerin birlikte yaşayabileceği bir alan olarak ortaya çıkan Polis lerde; bireyler kendilerinin de kararlar üzerinde söz sahibi olması isteğinin ürünü olan demokrasi; aristokrasinin bu isteklere cevap verememesi sonucu anlam kazanmıştı.

İlk demokrasi hareketleri olarak; Solon(M.Ö594) ve Cleisthenes’ in (M.Ö525) yetkinleştirdiği demokrasi çerçevesi, MÖ 338 yılına kadar süregelmiştir.
Solon ve Cleisthenes’ in reformlarının temel özelliği toplumda ikiliğe yol açan klanların kaldırılmasıdır. Solon’ un reformları bir anayasa niteliği taşımakla birlikte yine günümüz anlamındaki demokrasi için önemli olan adil mahkemeler, Halk meclisleri gibi yapıları öngörmekteydi. Nüfusun polislerde 10.000 kişiyi geçmemesinden ötürü asıl demokrasi dediğimiz; doğrudan demokrasi daha kolay uygulanabiliyordu.
Kadınlara ve çocuklara seçme seçilme hakkı verilmemesine rağmen bu hareket yine de ilk demokrasi hareketleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yunan demokrasi hareketinin kısıtlandığı yer ise ilginçtir; bir sınıf veya baskı grubu tarafından değil de demokrasinin sınırlarında bir düzenleme yapılmamasından ileri geliyordu. Bu şekilde yunan demokrasinin tıkandığı yerler özgürlük ortamının güçlü olmasından kaynaklanmaktadır denilebilir.

Eski Yunan’da demokrasiden uzaklaşması ise Yunan polislerinin yıkılması ile ortaya çıkmaktaydı. Platon demokrasiyi mahkûm etmekte en iyi yönetim biçiminin Aristokrasi olduğunu vurgulamaktaydı.
Daha sonraki dönemde ise demokrasi hareketini Roma’da da gözlemleyebiliriz. Birçok bilim adamının Roma’nın demokrasiyi hiç yaşamadığı yönündeki iddialarının temelinde yatan neden Roma aristokrasinden diktatörlüğe geçilmiş olmasıdır. Oysaki aristokrasinin hemen ardından bir demokratikleşme süreci yaşanmıştır. Roma halk meclislerinin varlığı ve Roma Anayasası bize bunu göstermektedir. Tabii ki Roma demokrasisi Yunan demokrasisi gibi aynı şartlarda gelişmedi. Roma’nın Atina’dan büyük daha büyük sorunlar vardı: çünkü toprağı ve nüfusu çok büyüktü. Halk meclislerinin toplanması bile çok zordu. Buna rağmen kurumsal bakımdan demokratik meclislerin önemli bir rol oynamalarıyla birlikte Roma anayasası, temelinde bir Yunan sitesininkiyle eşti.

Ortaçağ da ise feodal krallıklarla demokrasiye bir kez daha kısıtlama getirilmiş, gelişimi uzun bir süreyle aksamıştı. Toprak senyörleri tarafından konulan kanunlar, kısıtlamalar halk üzerinde baskı unsurunu yaratmıştı. Arkasından gelen yüzyıllarda ise kurulan mutlakiyet idareleri de bir oligarşik sınıf yaratmaktan öteye gidememiş; sadece feodal beyliklerin modernleştirilmiş hali olarak ortaya çıkmıştır.
Bu durumun son bulması Rönesans’ın aydınlanmacı ilkeleriyle başlamakta ve tam anlamıyla oturması ise Fransız devrimine rastlamaktadır. Fransız devriminin getirdiği eşitlik vurgusu ve dönemin aydınlarının çalışmaları günümüz demokrasilerine büyük bir katkı yapmıştır. Devrimden sonra toplanan meclis, İnsan hakları Beyannamesini yayınlayarak; bireye vurgu yaptığını göstermekle kalmamış bireyin haklarını anayasada güvence altına almıştır.

Günümüzdeki anlamıyla batı demokrasisinin klasik çağlarda görülen ve Doğu demokrasilerinden ayrılan bir özelliği, bireyin ortaya çıkışıdır. Genelde tek merkezli bir yönetime sahip olan Avrupa’daki ulusal devletler demokrasiye dönüşmeye başladılar. Bu sürecin arkasında yatan neden ise XVI ve XVII. yüzyılda yayılan dinsel kuralların ortaya çıkardığı koşulsuz itaat anlayışına karşı duruştur. Toplum, değişim karşısında durulayamayacağı yönündeki düşüncelerini yüksek sesle söylemekteydi.
Fransız devriminin yarattığı bu özgürlük anlayışı ve arkasından gelen fikirleri tüm dünyaya yayılmış, çok uluslu devletler için bir tehlike oluşturmaya başlamıştır.
Amerika’da mutlakiyet idaresini yıkacak gelişme, Amerikan devriminin gerçekleşmesiydi. Tam anlamıyla demokratik bir hareket olmasa da bu hareketin sonucunda Meşruti demokrasi sağlanacaktı. 1776 tarihli Virginia bildirisi Anayasaya eklenerek bu yolda büyük bir adım atılmış oluyordu.
 
İkinci bölümde demokrasi türlerine bakarak içerik hakkında bilgi vermeye devam edeceğim.
Saygılarımla

İLKER EKİCİ
ilker.ekici@politikadergisi.com

Yorumlar

DemokRasi

Sayın Ekici,
Çalışmalarınızı uzun zamandır takip ediyorum. Özellikle teorik olarak yazdığınız yazılardaki bilgilendirmelerinizi çok doyurucu buluyorum. Frankfurtta yüksek lisans yapıyorum. Türk demokrasi tarihi üzerine. demokrasi ile ilgili elinizde daha çok kaynak varsa paylaşırsanız sevinirim. İyi günler.

Sevgili İlker; Bu yazını

Sevgili İlker;
Bu yazını da dikkatle inceledim. Önceki -lise yıllarındaki- yazılarını da çok iyi bilen bir olarak, 'çıtanı' her defasında daha da yükselttiğini görmek, beni mutlu ediyor.
Tohumlar yeşertmeye devam. Sevgiyle gözlerinden öpüyor, başarılar diliyorum.

Demokrasi de bence her kavram

Demokrasi de bence her kavram gibi incelenmeli ve öğretilerden bağımsız bir şekilde ele alınılmalıdır. Mümkün olduğu kadar objektif yaklaşılmalıdır.
Sokrates'i öldürenler, 30 tiran yönetimini yıkan demokratlardır, bu da ilginç bir anekdottur, demokrasinin altına düşülmesi gereken.
Platon, demokrasiden nefret eder aşağı görürdü. Aristoteles'in de keza çok yerinde eleştirileri vardı.

Bir de Marx'ın klasik liberal demokrasisinin aslında burjuva diktatörlüğü olduğu iddiası... Demokrasinin kolayca oligarşi, plütokrasi gibi yönetim biçimlerine dönüşme potansiyeli.

Bir de toplum bireylerden mi oluşur gerçekten de? Yoksa sınıflardan mı? Yoksa aileden mi? Tartışılmalı.

Yazı mümkün olduğunca nesnel ele alınmış ve sade bir anlatımı var. Takdir ettim efendim.

Teşekkür

Sayın Ertuğrul, gösterdiğiniz bu yakınlığa teşekkür ederim.Yazının ikinci bölümü bugün yarın yayına girecek. Türkiye'de demokrasi tarihini Frankfurt'ta çalışıyor olmanız da gayet güzel bir şey.
Benim de sizden bir ricam olacak o zaman, Carl Schmitt in Dost-Düşman ayrımı üzerine Frankfurt Okulu adı altında olmak kaydıyla çıkan yayınları e-posta olarak ulaştırırsanız sevinirim.
Saygılarımla.
İlker EKİCİ

Teşekkür

Sayın Ertuğrul, gösterdiğiniz bu yakınlığa teşekkür ederim.Yazının ikinci bölümü bugün yarın yayına girecek. Türkiye'de demokrasi tarihini Frankfurt'ta çalışıyor olmanız da gayet güzel bir şey.
Benim de sizden bir ricam olacak o zaman, Carl Schmitt in Dost-Düşman ayrımı üzerine Frankfurt Okulu adı altında olmak kaydıyla çıkan yayınları e-posta olarak ulaştırırsanız sevinirim.
Saygılarımla.
İlker EKİCİ

Değerli Hocam,

Yorumlarınız için çok çok teşekkür ediyorum. Yarattığınızla gurur duydurabiliyorsam ne mutlu bana. Tarafınızdan bu şekilde bir olumlu dönüş almak, beni son derece gururlandırıyor.
Saygıyla ellerinizden öperim.
Mezun olmayacak öğrenciniz
İlker EKİCİ

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.