Dinsel Söyleşiler (1)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

 

   Elmalılı tefsirini yaptıran Mustafa Kemal Atatürk’e, ölümünün 70. yılında, saygıyla ve şükranlarımla…

 

   Dinsel söyleşiler – I

 

   Bu yazım, kara peçe arkasına gizledikleri kimliksiz kimliklerin iradesini mahkum edenlerin okuması için!

 

   Kara peçe, elbette, temsili olarak seçilmiş bir tamlama; yoksa Türk kadını (Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı her bir kadın) başını ipekli, allı güllü, rengârenk, markalı bağlayamaz mı?

 

   Buna hakkı yok mu?

 

   Kim karışır?

 

   Var elbette, hatta her şeyin en iyisine layık gördüğümüz kadınlarımız, uluslararası sermayenin ürünlerini giymeli ki başımız göğe ersin.

 

   Ol emir budur ki; ziynet yerlerini gizleyesin!

   Ol emir budur ki; şuradan şuraya örtünesin!

 

   “Ticari işlerde 2 kadının 1 erkeğe tekabül eden tanıklığı, şahitliği söz konusu ise ki hayırlı olan budur diyor ol emir, kadiri mutlak olanın söylediği de mutlak ise bir kadının kendi iradesiyle din seçimi gibi önemli bir konuda, kendi başına karar verip de böyle önemli bir konuda Allah’ın birliğine şahitliği nasıl kabul edilebilir?” Hemen tepkiler gelecektir böyle bir söyleme; haddini bil, onu Allah bilir!

 

   Kadınların “tek başına” şahitliklerinin kabul edilmeyeceği ticaret gibi sadece “kul hakkı içeren” bir konuda ki önemlidir. ( “Kul (yetim) hakkı ” ayetine atıfla bu çok açık söylenebilir.) Yine de inatla tekrarlamak mümkün sorumuzu: Peki, bir kadın en mühim olan bir konuda, Allah’a ve peygamberine şahitlik konusunda nasıl şahitlik edebilir? Bu şahitlik ne derece geçerlidir?

 

   Buradaki amacım laf ebeliği yapıp da olanı olmaz göstermek değildir.

 

   Şahitlik kime ediliyorsa, o şahitliği kabul edecek ya da etmeyecek olan elbette odur. Yazımızda da “o”, Allah’tır. Konu, elbette, bu konuya muhatap olma isteğinde olan herkesi aşar.

 

   Bizim yaptığımız ise bir hususa dikkat çekmektir:

 

   “Din, özelde İslam dini, nastan insan-ı kamile yolculuk olarak kişisel, bu süreçteki kişinin toplumla olan ilişkisi gereği toplumsaldır.” (bkz: Aynı Dergi: AKP, Din, İdeoloji, Erdinç AYDIN) Görüldüğü gibi, algılayışım çerçevesinde; iki boyutu olan dinin temel beklentisi;

 

   Nas olanın insanlık sıfatına erip de kamillik vasfına ulaşmasını sağlamaktır, yaratanına kulluk hizmetini tamamlamak adına.

 

    İkincil beklentisi ise nas olanın toplumla olan ilişkilerinden doğabilecek, insan olup da kamillik vasfına ulaşmada zorluk yaratacak toplumsal ilişkilerin “bireylerden yola çıkarak” daha naif bir hal almasının sağlanması ve orada oluşabilecek hataların en aza indirilebilmesidir.

 

   Bireylerden yola çıkarak diyorum; çünkü:

 

   Din; “iman” çerçevesinde kişisel bir tercih, bu kişisel tercihler doğrultusunda seçilen din ile dolaylı ilişkisinin sonucu olarak da kişinin gideceği yerin (cennet veya öteki ya da her ikisi) tayini konusunda da şahsidir.

 

   Kişisel eyleyiş (erkekler için cuma namazı hariç), sadece Allah için yapılır ki bu eyleyişin Peygamber hadislerinde, Emir Ali’nin hutbelerinde yalnız ve yalnız Allah için yapılması doğru olandır; yoksa kişi dinden bile çıkar, ifadeleri yer almaktadır (Tüm hadislerin sahih olup olmadığı, onlara inananlar için Kuran ile tezat oluşturmama noktasında sınanır. Aktarma aşamasında kaynak ve nakil bağı kopmamışsa bile Kuran ile tezat varsa hadis sahih sayılmaz.). Özetle, kişisel eyleyiş anlamında din, Allah ile kul arasında kimsenin müdahale edemeyeceği özerk bir alandır.

 

   Yani İslam’da her “koyun” kendi bacağından asılır. Bir ilave yapmakta fayda vardır ki iyiyi emretmek, kötülükten sakınması için uyarmak, bulunduğu toplumda, bireyin üzerine farz olandır. Olancası da budur.

 

   Bunları anlatmamdaki gaye; Allah’ın buyruklarını tutan, tutmak isteyenlerin şahsi tercihleri ve eyleyişlerinde genel anlamda bir sıkıntı olmayışı (değerlendirme, eyleyiş çerçevesinde Allah katında yapılır), toplumsal (kamuya açık olan) alanlarda ise sıkıntıların gündeme gelişi/getirilişi noktasına gelmektir.

 

   Kul ile kul arasında din ise; yukarıda da belirttiğimiz gibi “iyiyi emretmek, kötülükten men etmek” tavsiyesidir ki olancası budur.

 

   Tüm bunların dile geliş gayesi; Kuran’ın eksiksiz ve katında korunacağı, “insanların anlaması için, apaçık, okuyup anlayasınız diye indirilen” inananlar için kelam-ı mutlak beyanı ile aşikarken; “örtü”, “baş örtüsü”, “türban” konusunda konuşmak niye haddi olmayanlara (ben dahil) kalmaktadır?

 

   Çünkü benden önce had aşanların olmasındandır!

 

   Kuran, inanan insanlar için zaten apaçık olandır. “Müteşabih” kısımları ise zaten üzerimize farz değildir; varılsın anlaşılmayanı anlamayalım, birilerinin “müteşabih” olanı yanlış anlayabileceği ihmalini göz önünde tutarak.

 

   Kim bilir? (Şüphesiz ki inanalar için Allah) Yarım yapmak, yanlış olan tamdan belki de iyidir! Siz bilmezsiniz, Allah bilir.

 

   Bektaşi’ye kızanların, Bektaşi olma hevesinden olsa gerektir ki (meşhur fıkraya atıfla) örtünme bahsi söz konusu olduğunda; alt, üst ayetleri, surenin tamamını, iniş sırasını her olayda “mühimserken” bu gibi konularda nedense bunlar önemli değildir!

 

   “Bak, örtünme var mı? Var!”

 

   Eee Bektaşi hayranları sizi, “namaza yaklaşma” da Kuran’da var.

 

   İslam tarihinin hiçbir aşamasında, örtünmenin şekli üzerine; ne din adamları, ne peygamber, ne de ondan sonra gelen halifeler bu kadar söz söylemiştir. Onların toplumu yönetirken nelere dikkat edileceği noktalarına daha çok yer vermiş, asıl olanın bu olduğunu açıkça göstermişlerdir.

 

   İslam üzerine yaklaşımlarımızı elbette reddedenler çıkacaktır, bizim onların fikirlerini bireysel olarak reddedişimiz gibi; ama bu reddedişin “din adına” olmaması gerekliliğini koymak esastır.  Ben hiçbir söylediğim sözü “din budur” diye ifade edemem; lakin birileri Kuran apaçıkken inanan insanlar için “din budur” u Kuran’dan bağımsız koymaya çalışıyorsa; apaçık olanı, anladığımız çerçevede “mutlak doğru” adına olmasa bile, etik olanın; bir şeyi olduğu gibi yansıtmak gerçeğini kapsadığını bildiğimizdendir bu tavrımız.

 

   Toplumsal alanda esnek ve yorumu sonradan değişebilir tavsiye niteliğindeki o dönemin “konjonktürü”ne uygun pek çok ayet vardır ki döneminde “emir”dir, sonradan hükmünü yitirmiştir. Özellikle buna benzer konularda kendi lehine çıkarımlar yapmakta ayak direyenler vardır.

 

   Zaten kalıplarını kendileri lehine zorlamak isteyen din anlayışına söylenecek söz, Emir Ali’nin :

 

   “Herkesle bir ve eşit olduğun şeylerde kendi payını çoğaltmaya kalkışma, herkesin gözettiği şeylerde gaflete düşme; çünkü sen, başkalarına da örneksin. Az bir zaman sonra işleri örten perdeler açılır, mazlumun hakkı da senden alınır” (1) sözleri olabilir.

 

   Unutulmaması gereken ise hüküm katında olanların temel referansının

 

   “Halk iki sınıftır; bir kısmı dinde kardeştir sana, öbür kısmı yaratılışta eştir sana.” (2)

 

   sözünden yola çıkarak bu iki sınıfın içerisindeki alt sınıfları (asker, bürokrat, tacir, halk) eşit gözetmektir.

   Emir Ali peygambere sorduğunda, namazı nasıl kıldırayım, diye; aldığı yanıt şu olmuş peygamberden:

 

   “Arkanda saf tutanlardan en yavaş kılanın hızında kıldır.”

 

   Din buysa, dinin tebliğcisi açısından; memleketimde din adına sunulanların tekrar ve tekrar sorgulanması gerekmez mi?

 

   Ülkem benim; nice anaların elleriyle şekillenen, en mahrem yerlerinden oğullar veren mukaddes bildiğimiz doğurganlığın sahiplerine sahip, yurt bellediğimiz, kopup göçemediğimiz… İçimizin hangi köşesine gidersek gidelim bizden olduğunu hissettiğimiz; bize açlık, bize hastalık, bize ölüm bahşeden; uslanmaz sevdamızın vücudu… Hali vakti yerinde olanlara cennetin, yoksun ve yoksula eziyetin reva görüldüğü memleket ki değişmeli ve değişecek!

 

   Yurdum! Toprağını ceddimin bedeniyle doyurduğum…

 

   Neslimi sana emanet edip mi gitmeliyim? Yoksa seni neslime mi emanet edeceğim? Ahdimin vefası, ceddimden kalan…

 

   Son söz olarak, kamusal alan için düşünülmesi gereken başın nasıl örtüleceği değil;

 

   “Zayıfın korkup çekinerek, dili dolaşarak söz söylemeye çalıştığı; fakat kuvvetliden hakkını alamadığı toplum ne temizliğe ulaşır, ne kutluluğa kavuşur.”

Bizce en toplumsal mesele de budur.

 

Dipnotlar

(1) Ne hc’ül belaga Hz-i emir Ali ibn-i Ebitalib/çev: Abdülbaki Gölpınarlı /1989,Ansariyanpublications P.O.B, islamic RePublic of İran.sy: Sy:382

 

(2)Ne hc’ül belaga Hz-i Emir Ali İbn-i Ebitalib/çev: Abdülbaki Gölpınarlı/1989,Ansariyanpublications P.O.B, İslamic RePublic of İran.sy: 369

 

 

erdinc.aydin@politikadergisi.com

 

 

 

 

Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 9’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 9’u indirmek için buraya tıklayınız. 

(issuu).

Devam Eden İçerik: 
Dinsel Söyleşiler (2)

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.