Dün Dündü, Bugün ise Bugün…

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

Bir yerlerden adam ithal etme imkânımız var mı? Hayır, yok!
Bol keseden para dağıtıp, insan satın alma (ya da kiralama) olanağımız var mı? Hayır, o da yok!
Başta medya olmak üzere, stratejik merkezlere egemen olarak, insanlarımızın bilincine giden yola ipotek koyma gücümüz ya da niyetimiz var mı? Hayır, asla!
Demek ki, sadece mutfaktaki malzeme ile yemeğimizi yapacağız.
Malzemeyi artıramıyorsak, daha hünerli, daha bilinçli ve daha yetenekli bir aşçı bulacağız…
1919’ların Türkiye’sinin koşulları ile bugünün koşullarını şöyle bir yan yana koyunuz.
Emperyalizm, o gün üstelik topu ve tüfeği ile girmişti ülkemize…

Ordu, a-simetrik psikolojik savaşın hedefi olmakla kalmamış, elinden silahları alınmış ve tümüyle dağıtılmıştı…
Halk bu günkünden daha fazla ve daha perişan bir yoksulluk içindeydi.
Ülke yıllar süren bir harpten yenik çıkmış, umudunu ve moralini büyük ölçüde yitirmişti.
Ülke bugünkü gibi örtülü değil, fiili bir işgal altındaydı.
Ülkeyi yönetenler, o gün de Batılı güçlerle işbirliği, görüş beraberliği ve gönül hovardalığı içinde sarmaş dolaştı…
Ama o gün Türkiye’nin Mustafa Kemal gibi bir lideri vardı…
Aydınlık kafalı, ülkesinin toprağına ve halkına âşık, karakterini bağımsızlık olarak tarif eden bir komutan, bir kurmay, bir lider, bir büyük “insan”…
O, ülkenin durumunu büyük bir gerçekçilikle tespit etmiş, teşhis etmiş ve yürütülecek mücadelenin stratejisini böylece belirlemişti…
Tespit ve teşhislerinde abartma yoktu, popülizm yoktu, romantik değerlendirmeler yoktu. Sadece ve sadece gerçek vardı! Ve bir de halka olan inanç, sevgi ve güven…
İşte bu inanç, sevgi ve güven, gerçekçi bir kurmay zekâsı ile birleşince… Ve bu oluşumun üzerine biraz da yaşam, strateji ve liderlik tecrübesi eklenince ortaya laik, tam bağımsız ve uygar bir Cumhuriyet çıktı…
Ve bizler, yıllar sonra işte bu Cumhuriyeti, bu gün geldiğimiz noktaya getirdik…
Herkes soğukkanlılıkla [ve acımasız bir gerçekçilikle] düşünüp, bu noktaya nasıl geldiğimiz üstüne kafa yormak zorundadır.
Bizlerde eksik olan nedir?
Niçin bu noktalara gelinmiştir?
Emperyalizm kendisini geliştirmiş, türlü çeşitli ve rengârenk giysilerin ve gelişen teknolojinin içine kendisini gizlemiştir… Emperyalizme karşı mücadele vermesi gereken güçler bu alanda gerilerde kalmış, stratejik olarak kendilerini gelişen koşullara yeteri ölçüde uyduramamıştır.
Bugün her evde bir televizyon ekranı vardır.
Televizyon ekranlarına hâkim olanlar, halkın bilincini biçimlendirme konusunda olağanüstü bir imkâna sahiptirler.
Yazılı basın çok büyük ölçüde ellerindedir.
Emperyalizm, her hanenin içindeki başköşede sürekli olarak kendi ideolojisini yaymakta, halkın kültürünü istediği gibi biçimlendirmekte, insanlarımızın umutlarını, hedeflerini ve düşüncelerini yarattığı “idol”ler aracılığı ile yönetip, yönlendirmektedir…
Yoksul halk çocukları, kuran kurslarında, imam hatip okullarında ve tarikat yapılanmaları içinde adeta devşirilmekte ve laik Cumhuriyet’in değil, ileride kurulması amaçlanan din esaslı devletin öncü-müritleri olarak yetiştirilmektedir.
Ülke, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” na her nasılsa yerleşmiş bir kadro tarafından yönetilmekte ve bu kadro, devletin üç erkini (yasama+yürütme+yargı) tek elden yönetebilecek bir konuma gelebilmiştir…
Evet… Oturup düşünmek zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir:
- Bizde eksik olan nedir?
Tablo budur. Ülkenin gerçekleri bunlardır.
Tespit böyledir…
Peki, teşhis nedir?
Ve tanısı konan bu hastalık nasıl tedavi edilecektir?
Günümüzün gündemindeki ilk madde budur.
Faruk.Haksal@PolitikaDergisi.com
 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.