Ergenekon Gölgesinde Yaşam Savaşı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   Adı: Mustafa Yurtkuran

   Amacı: Öğrencilere kaliteli eğitim sağlayarak, “düşünen, sorgulayan nesiller” yetişmesini sağlamak.

   Görüşü: Türkiye Cumhuriyeti devleti, onun temel ilkelerine, Atatürk devrimlerine, kazanımlarına ve dolayısı ile Türk Ulusuna sahip çıkmak. Darbesiz/ihtilalsız, demokratik ve laik bir hukuk devletinde var olmak.

   Beklentisi: Temel değerleri son derece sağlam, laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin vatandaşı olduğu gerçeğinin kabul edilmesi ve böylesi bir ülkede yaşamanın öneminin algılanması ile Cumhuriyete sahip çıkıp, güçlenmesinin sağlanmasıdır.

   Sizce de başka değerlerin peşinde koşmaya gerek var mı? 

* * *

   Uludağ Üniversitesi Eski Rektörü olan Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran,  İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele ve İstihbarat Şube müdürlüklerine bağlı ekipleri ile Bursa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince evi didik didik aranarak, eşinin ve çocuklarının CD’leri incelenerek, Ergenekon sanığı olarak içeri alınmıştı.

   Sanıkların evleri, Terörle Mücadele ekiplerince basılınca; toplumda “korku ve endişe atmosferi” daha hâkim kılınabildiğinden bu yöntem de ısrarla izleniyor. Yurtkuran’ın evinin sabah erken saatlerde basılmasını ve “terör suçlusu uygulaması” yapılarak içeri alınması kabul edilecek bir durum değildi.

   Günlerce yazdık, “korku imparatorluğu” kurmaya çalışıyorlar, baskı ile aydınlarımızı, düşünen, sorgulayan beyinleri susturmaya çalışıyorlar diye; ancak içinde ne olduğunu bilmediğimiz bir yığın dosya ve evrak ile akılları karıştırmayı başaranlar, aydınlarımızı içeri tıkmayı başardıkları gibi bir toplumu da suskunluğa mahkûm ettiler. İstenilen de zaten buydu.

   Her kim aleyhte konuşursa, içeri alınmaktan korksun, telefonda konuşmasın, düşünmesin…

   Sizce başardılar mı?

* * *

   Bir ulusun çağdaşlaşmasında öncü rol oynayan kurumların başında, üniversiteler gelir. Mustafa Kemal Atatürk’te bu temel faktöre önem vermiş,  Cumhuriyete modern üniversiteler kazandırmıştır. Üniversiteler bilindiği gibi, toplumumuzda bilginin ve teknolojinin üretildiği, sanatsal ve kültürel değerlerin yaratıldığı kurumlardır. Toplumun her sorununa çözüm üretip, toplumu bilgilendirerek, bireylerin ve dolayısıyla toplumun aydınlanmasını sağlarlar.

   Yurtkuran, Atatürk’ün gösterdiği hedeflere ulaşmakta üzerine düşen görevin bilincinde olan Uludağ Üniversitesi’nde, iki dönem rektörlük görevini yürütmüş, üniversitenin gelişmesi için  birçok hizmette bulunmuştur.

   (…) Bilim dalında yapmış olduğu çalışmalar ile 1997 ve 1999 yıllarında iki kez uluslararası düzeyde en iyi araştırma ödülüne değer görülen Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran' ın ulusal ve uluslararası kongre kitaplarında ve bilimsel dergilerde basılmış 445 adet yayını, 111 adet atıfları bulunmakta. (…)

   Binlerce öğrenci yetiştirmiş, bilime katkısı olmuş, akademik başarılara imza atmış, bir bilim insanı Ergenekon davası sebebi ile içeri alınsın.

   Çok düşündüm, sıralama nasıl yapılıyor diye… 

   Başarıya göre mi yoksa Cumhuriyet kazanımlarına değer verip, sahip çıkma oranlarına göre mi içeri alınıyorlar?

   Bu fikre bir tek ben sahip değilim, sadece iddiadan ibaret olan bir dava da başka düşünceniz olabilir mi?

   Siz cevaplayın!

* * *

   Tutuklandığında kanser ve kalp hastasıydı Yurtkuran. Ancak bu dava sürecinde gerekli tedavinin uygun koşulları oluşmadığından daha da ilerledi hastalıkları ve ciddi sıkıntılar yaşamasına neden oldu.

   Sağlık durumunu birlikte inceleyelim;

   Testis Kanseri tedavisi ve yapılması gerekenler:  Kanserin tipine ve evresine göre değişik tedavi yöntemleri bulunmakta. Testis tümörü tedavisinde birinci ve vazgeçilmez aşaması tümörlü testisin cerrahi olarak çıkarılması. Tümör tanısı konulan hastaya vakit geçirilmeden cerrahi müdahale (inguinal orşiektomi) yapılmalı. Bu teşhis nedeni ile Yurtkuran, 10 Mart 2009 tarihinde ameliyat olmuştu. Patolojik evreleme sonrası tümörün tipine ve klinik evreye göre kemoterapi veya radyoterapi verildiğinden, Yurtkuran’a da radyoterapi önerilmişti. “Kanserin vücudun diğer kısımlarına yayılmasını önlemek veya yayılmışsa ona karşı mücadele edebilmek için testis tümörüne son derece güzel cevap veren radyoterapi veya kemoterapi uygulanmalı”  Tedavinin diğer aşamaları ve takibi de ilgili uzman hekimlerce yapılması gerekiyor.

   Yurtkuran, ameliyat sonrası tedavi işleri ile uğraşırken 13 Nisan 2009 tarihinde Ergenekon soruşturmasının 12. dalgasında bazı eski ve mevcut rektörlerle birlikte gözaltına alınmıştı.

   Uludağ Üniversitesi’nde kanser tanısı konulmuş ve iki ayda bir kontrole gelmesi gerektiğini belirten bir rapor verilmişti. Ancak tutuklanma sürecini ve cezaevi koşullarını göz önünde bulundurduğumuz da,  bir kanser hastasına uygun ortam olmadığı açık. Bu koşullar içinde hastanın iyileşmesi ve radyoterapi tedavisi gerektiği gibi sağlanamadı.

   Yurtkuran’ın tedavisinin sağlıklı yapılabilmesi için “tahliye” talep edilmiş ise de Mahkeme reddetmişti. Uludağ Üniversitesi tekrar detaylı bir rapor ile  “Hastanın tutukluluğu nedeniyle ışın tedavisinin uygulanamaması yayılım riskini artırmaktadır. Dolayısıyla radyoterapi uygulanmaması, tutuklunun hayatı için kesin bir tehlike teşkil etmektedir” ifadesine yer vermişti. Mahkeme bu rapora rağmen “isnad edilen suçun vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesi, tutuklama sebebinin henüz ortadan kalkmamış olması nazara alınarak tutukluluk hallerinin devamına” karar verdi.

   Kanser hastası ve kalp rahatsızlığı gibi ölümcül hastalıklarla boğuşan Yurtkuran’ın kanıtları karartacağını veya kaçma girişiminde bulunacağını bekliyor olmalı Mahkeme. 

   Tutukluluk halinin haklı bir yanı var mı? Bu nasıl bir anlayış çözemiyorum.

   Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun muydu verilen karar, düşünmeden de edemiyorum.

   Eski AİHM yargıcı emekli Büyükelçi Rıza Türmen’in 22 Haziran‘da Milliyet gazetesinde “Tutukluların insan hakları” başlıklı yazısı imdadımıza yetişti ve Yurtkuran’ın durumunu çok güzel açıkladı:

   AİHM’in pek çok kararında belirttiği gibi, bireylerin tutukluluk koşulları insan haysiyetine uygun olmalı. Tutuklu olmanın kaçınılmaz bir biçimde yol açtığı güçlüklerin ötesinde güçlükler ya da acılar getirmemeli. Bu çerçevede devletin, kendi gözetimindeki kişilerin sağlığını korumak konusunda bir pozitif yükümlülüğü var. Devlet bu kişilerin sağlığı ile ilgili önlemleri almakla, gereken tedaviyi ve ilaçları sağlamakla yükümlü. Devletin bu yükümlülüklerini yerine getirmemesi sözleşmenin işkence ve kötü muameleyi yasaklayan 3. maddesinin ihlaline yol açıyor.

   Hasta bir insanın tutukluluğunun insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele olup olmadığını incelerken AİHM şu öğeleri dikkate alıyor:

   a.Tutuklunun sağlık durumu.

   b.Tutukluluk sırasında gösterilen bakım ve tedavinin yeterli olup olmadığı.

   c. Sağlık durumu göz önünde bulundurulduğunda, tutukluluk durumunun devamının doğru olup olmayacağı.

   d. Hastanın durumunun kötüleşmesi olasılığı.

   AİHM kararları, devletler bakımından bağlayıcı. Ayrıca,  Anayasa’nın 90. Maddesinde yaptığımız değişiklikle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile yasalar arasında uyuşmazlık varsa, sözleşme hükümlerinin esas alınacağını kabul ettik. Bu nedenlerle yargılama sürecinde AİHM kararlarının göz önünde bulundurulması gerekir.

   Bu aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa hukuk düzenine uyum sağlamasının ön koşulu.

(…)

   Davanın savcıları ve yargıçları tüm bu hakları elbette biliyorlardır.

   Yurtkuran’ın, ailesinin ve avukatlarının ısrarları olmadan;  tahliye kararının bu haklar göz önünde bulundurularak verilmesi gerekmez miydi?

   Yurtkuran, sağlık sorunlarının ağırlaşmasına rağmen hastane hastane dolaştırıldı. Önce; Silivri Devlet Hastanesi yüksek tansiyon, kalp - damar hastalığı ve testis tümörü tanısını yineledi, Sağlık Bakanlığı’na bağlı en yakın eğitim ve araştırma hastanesine sevki uygun görüldü. Haseki Hastanesi de, testis tümörü tespit edilen Yurtkuran’a tutukluluğu nedeniyle radyoterapi uygulanamamasının, “hayatı için kesin bir tehlike teşkil ettiği” yönünde rapor verildi. Sonrasında, İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü uzmanları ise, Yurtkuran’ın sol ana koroner damarında yüzde 60 darlık saptandığını, hastaya öncelikle baypas tedavisi daha sonra radyoterapi uygulanması gerektiğini belirtti. Raporda Yurtkuran’ın baypas olmaması durumunda bunun hayati tehlike arz ettiği de vurgulandı.

   Tüm bu zorlama sürecinin ardından; Yurtkuran 24 Haziran’da Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde geçirdiği başarılı operasyon ile iyileşme sürecine geçebildi. Tahliye haberi de bu ameliyat sonrası geldi.

   Sağlık sorunlarının hayati önem taşımasına rağmen 2 ay boyunca tahliye taleplerinin kabul edilmeyişi insanlık ihlali değil miydi?

   Yurtkuran bu süreçte tahliye kararını çok geç alan ve cezaevi şartlarında sağlığı daha da bozulup hayatını kaybeden Kuddusi Okkır’ın kaderini yaşasaydı, “sağlığı el vermedi, başınız sağ olsun” mu denilecekti?

   Neyse ki tüm bu hukuk mücadelesinin gölgesinde ameliyat başarılı geçti ve iyileşme sürecine geçildi.

* * *

   Tüm bu sorgulamaları insani duygularımla yapıyorum. Vicdanları bu derece kör eden nefretin nedenini bulmaya çalışıyorum yalnızca.

   Bulabilir miyim, onu da bilmiyorum.

   Hukukumuza, yargımıza güvenim elbette sonsuz.  Bugün Yurtkuran bu vicdansızlığa maruz kaldı. Yarın belki bir başkası kalır endişesini taşıyorum.

   İçeride olan daha nice rektörlerimiz, aydınlarımız var. Aynı sıkıntıları onlar da yaşamasın, tek dileğim bu.

   Ergenekon Davasının bu denli uzaması ve hakkında iddia olan veya bu kişiler ile tanışmış olanların da bu kapsama dahil edilmesi hepimizin aklını karıştırdı. Dalgalar bitti mi dersiniz? Yoksa gel-git hareketi mi bekleniyor, yeni dalga için? Bilemiyorum.

   Dava;

   Atatürk ilke ve İnkılâpları’na, Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkanların toplanmasına döndü adeta.

   Tutuklamalar bir de çıkarılacak yasa veya anlaşmalar esnasında yapılıyor ki tam bir kaos. Yasa’yı mı sorgulayalım, Ergenekon’a mı dikkatimizi verelim derken hepsi bir karmaşa içinde geçiyor.

   Gündemi de bizleri de bu denli yormanın bir anlamı, bir hesabı elbette var. 

   Dileğim; “evrakta sahtecilik” yapanları, “kayıp trilyon davası” şüphelilerini baş tacı edip, evlerinde istirahat ile ödüllendirilirken, “dolandırıcılık” iddialarına adı karıştığı halde koltuklarında oturtmaya devam ederken, bilim insanlarına, aydınlara yapılan adaletsizliğin son bulması.  

   Bizi biz yapan değerlerimize, kazanımlarımıza, kurumlarımıza, insanlarımıza sahip çıkmazsak, güvenmezsek; devlet, millet olmanın anlamı nerede kalır?

   Olay bu kadar basit aslında!

 

Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com

 

 

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 16’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 16’yı indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

BİLİME SIRT ÇEVİRENLER...!

Bir memlekette bilime ve bilim adamlarına inanç ve güvenm olmassa o memleket ilerleyemez.Bunların ki,DİN ekseni etrafında,bilime uzak,sormayan,sorgulamayan toplum tipi yaratarak saltanatlarını sürdürmek azmi ve gayreti içindedir.Şunu bilmeliler ki,BİLİM her zaman haklı ve doğru çıkmıştır.Bilim adamlarına bu yapılanları şiddetlşe reddediyor ve kınıyorum.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.