Eşcinsellik ve Biz

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Nedir eşcinsellik? Kimdir bu eşcinseller?


Çoğu zaman aklımızın ucundan bile geçmeyen bu durum bazen çevremizde, bazen televizyon ekranından yansıyan görüntülerle geliverir gündemimize. Geçenlerde Bursa’da yürümek istemişti eşcinseller. İzin verilmemişti. Bir arkadaşımla bu konuyu uzun uzun tartıştık. Konu yüzeysellikten çıktıkça ilginç bulgulara ulaştık.


Kelime olarak eşcinsellik, aynı cinsten iki kişinin karşı cinse değil de birbirlerine sevgi, aşk ve cinsel yaklaşma isteği duymaları durumu. Bu tanımda kadın veya erkek ayrımı yok. Erkeğin erkeğe olsun, kadının kadına olsun bu duyguları beslemesi eşcinsellik diye tanımlanıyor.

1850’li yıllardan beri eşcinsellik ayıp, günah hatta hastalık sayılmıştır. O tarihi verdim zira ondan öncesi biraz karışık. İleride o tarafa da değineceğiz. Evet, yakın bir zamana kadar eşcinsellik en hafif tabiri ile hastalık olarak nitelendiriliyordu. İkiyüzlü toplum kendine ters gelen konularda aynı ortamı birlikte paylaştığı insanlara karşı ne kadar da acımasız olabiliyor. En güzel örneklerden biri bu eşcinsellik konusudur.

Ailede karı veya kocadan biri üçüncü bir şahısla aşk veya cinsel ilişki içinde ise ona “ihanet” ediyor denir. Bu çok ağır bir ithamdır. Ama bu işi yapan erkekse görmezden gelinmeye, af edilmeye hatta “ne olacak erkek değimli elinin kiridir” diyerek hoş görülmeye üzeri örtülmeye çalışılır. Ama yapan kadınsa ölüm emrini kendi elleri ile imzalamıştır. Bu durumdaki insanların ikiyüzlü tepkileri eşcinsel ilişkilerde de birebir aynıdır. İlişkide pasif olan yerden yere vurulur, hor görülür, alay edilir, dışlanır. Aktif olanın yaptığı ise görmezden gelinir. Oysa pasif veya aktif onlar bu ilişkinin birer parçasıdır.

“ Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği 70
li yıllarda hastalıklar ve rahatsızlıklar kapsamından çıkartmıştır. Benzer şekilde Amerikan Psikoloji Derneği (APA) da eşcinselliğin bir tercih olmadığını, doğal olduğunu ve değiştirilemeyeceğini açık ve net bir şekilde belirtmiş ve 26 Şubat 1990’da aşağıdaki deklarasyonu ilan etmiştir:

“Eşcinsellik ne bir hastalıktır ne de moral bir yoksunluktur. Sadece toplumdaki bir azınlığın sevgiyi ve cinselliği ifade tarzıdır. Gayların ve lezbiyenlerin, ruhsal olarak sağlıklı oluşu birçok araştırma ile belgelenmiştir. Araştırmalar cinsel yönelimin temelinin yaşamın ilk yıllarında hatta olasılıkla kısmen doğumdan önce atıldığına işaret etmektedir. Eşcinselleri “Onarma” girişimleri psikolojik üniformaya bürünmüş sosyal önyargıdan başka bir şey değildir. Cinsellik ve cinsel yönelim, varlığımınızın temel unsuları olarak kişisel koheziflik duygumuzun ve dünyada rahat ediş düzeyimizin önemli belirleyicileridir.”

Bu tespitlerden de anlaşılacağı gibi eşcinsellik bir hastalık değildir. O zaman nedir? Bir ahlak sorunudur. Ahlak kavramı ise kendi başına göreceli bir kavramdır. Çevremizdeki eşcinselleri bu gözle görüp değerlendirmemizde yarar vardır.

Tam bu noktada arkadaşım uzun bir iç geçirmeden sonra, “Başımıza bütün bunlar bu laiklik denen şeyden dolayı geldi. Ecdadımız bu konuda ne kadar temizdi” dedi. Eski bilgilerim isyan bayrağını açtırmaya çalıştı ise de acı acı gülümseyerek geçiştirdim.

Resmi tarihin dışına çıkıp arkadaşımın “ecdadımız” dediği Osmanlıyı biraz incelersek özellikle 1850 den evvel birçok doğu ülkesinde olduğu gibi bizde de erkek eşcinselliğinin normal hatta yasal bir durum olduğunu görürüz. Onlar, günümüzdeki genelev çalışanları gibi devlete vergi veren bir kesimdiler. Birçok şairin oğlanlar için yazdığı methiyeler günümüzde hala okunmaktadır.
Mesela Yeniçerilere 16. yüzyılın ortasına kadar evlilik yasaktı. Bu yüzden yeniçeriler arasında “oğlancılık” çok yaygındı. Genç parlak çocuklar her zaman Yeniçeri zorbalarının tecavüzleriyle karşı karşıya kalması mümkündü. Halkta sultan da Yeniçerilerin anarşi ve zorbalıklarından bıkmıştı.

Reşat Ekrem Koçu’nun anlattığına göre; Yeniçeri ortaları kendi ortalarındaki parlak bir oğlanın başka Yeniçeri ortasına gittiği için olayı namus meselesi yapmışlar birbirleri ile savaşa tutuşmuşlar çok kan akmıştı. Tabii ki sarayda bu akımın dışında kalamazdı. Mesela, 2. Beyazıt (sofu Beyazıt diye de anılır) oğlu şehzade Şehişah’a 5 oğlan, 5 cariye, iki yıl sonra da on oğlan on cariye gönderir. Şehzade Mahmut’a da altı oğlan beş cariye gönderir. (Harem,Ç.Uluçay. TTK yayınları, sayfa 22)
1850 den sonra azalan, ayıp sayılan eşcinsellik örtülü de olsa devam edip gitti. Detayları incelemek isteyenler için yeterli kaynak mevcuttur.
Bu konuda ecdadımız dediklerimizin de pek sütten çıkmış ak kaşık olmadıkları meydanda. Bize düşen bu gün farklı cinsel ve ruhsal tercihleri olanlara da tıpkı diğer insanlara davrandığı gibi davranmasını öğrenmektir.

İzmir. 2011-01-11
 
Cem Osman TAMTÜRK

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.