Feeri

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   “Avrasya diye bir bölge varmış yeryüzünde. Ve bu bölgenin güçlü devletlerinden biri de Ta-Bay-De’ymiş. Hiçbir zaman durağanlığın olmadığı, her an yeni bir şeylerin olabileceği, günlük yaşamla siyasi olayların bir ilişkisinin olmadığı bir ülke. Geçenlerde yine seçim diye bir şey yapmışlar. Halkın karşısına çıkartıyorlarmış birkaç kişiyi. ‘Ya Bu’nu seçeceksin, ya da Şu’nu. Ama Şu’nu seçersen sana hizmet gelmez.’ diyerek gitmişler seçimlere. Ama seçim zamanı hiçbir parti ‘Benim böyle projelerim var.’ dememiş. Zaten Ta-Bay-De’de halk, projelerle ilgilenmiyormuş. Kim ne veriyor, bana ne faydası oluyor diye bakıyormuş. Neyse ki seçimler biraz ölü, biraz yaralı vererek bitmiş. Bitmiş de bir şey değişmemiş ki, yönetenler hâlâ aynıymış. Ne tuhaf değil mi? Hatta bu ülkede bir insan ölene kadar bile yönetici olabiliyormuş, hem güzel maaş hem de sınırsız imkânlar. Bu’nu değil, Şu’nu seçmişler bazı yerlerde. Sonradan öğrenilmiş ki; Bu’yla Şu zaten aynıymış. Sadece isimleri farklıymış. Şu da kendi menfaatlerini düşünüyormuş tıpkı Bu gibi. Şu hemen başlamış işlere. Evet, başlamış tabii. Yanına köylüsünü, amcasının kızının kızını, torununu, halasının kapı komşusunu alıyormuş hep. Görevleri mi neler bunların? Onu Şu da bilmiyormuş, daha sonra bir görev bulurum nasılsa diye düşünüyormuş. Şu’nun yakınları gelince, Bu’nun kendi zamanında yanına aldığı yakınları görevlerinden olmuşlar. Yeri gelmişken, Bu’nun yakınlarının görevleri halâ belli olmamış. Bu bir görev bulamamış onlara, hepsine hamili kart yakınımdır diye bir sıfat takmış diyorlar. Devir teslim töreninde, Bu’yla Şu sarılmışlar, koklaşmışlar. Birbirlerini kardeş ilan etmişler. Tam veda zamanı gelmiş, o sırada Bu eğilip Şu’nun kulağına ‘5 yıl sonra buradayım tekrar, fazla dağıtma buraları.’ demiş.

   Evet, bir seçim daha bitmiş; onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…”(*)

 

***

   Bir sıradan seçimcik daha geride kaldı. Ne değişti diye kendime soruyorum; değişen hiçbir şey bulamıyorum. Halk aynı halk, fikirler aynı, sadece değişen iktidar partisinin oy oranı. O da benim için bir şey ifade etmiyor.

   Demokrasiyi hâlâ araç olarak görenlere bu ülkede saygı var, demokrasiyi sadece önüne konan sandık sanan ve bu yüzden hiçbir eksiklik hissetmeyen, sorgulamayan, körü körüne ideolojilere saplanan ve bir futbol takımı tutar gibi partilerle duygusal bağ kuran bir topluluk var. Olduğu yerde sayan, iktidarı yıpratmaya çalışan ama hiçbir icraat yapamayan, elle tutulur vaatler veremeyen, kendini o güne göre değiştirebilen, şekilden şekle girebilen, ilerlemek yerine küçülmemeyi düşünen muhalefet var. Tablo ne kadar karamsar. Sadece üç kişi var siyasi hayatımızda. Ve bunların hangi birine ne diyebiliriz? Ekonominin temel konularındandır; arz, talep. Talep ne kadar artarsa, sunum da o derecede yükselir ya da malın değeri artar. Bizim siyasetimiz de buna güzel bir örnek olabilir. Elimizde üç ayrı mal var. Ve bu üçünün de talep eden tarafları var. Hâl böyle olunca, bu politikacılarımız da kendilerini arz etmekten geri durmuyorlar. Talebe karşılık veriyorlar. Ama maalesef bu üçlünün ikâmesini hâlâ bulabilmiş değiliz. Bu üçlü arasında sürekli gidip geliyoruz. Her seçimde kendimizin başka bir yönünü tatmin ediyoruz. Sadece talep etmiş olmak için yapıyoruz bütün bunları. Doyum noktamız nerede başlar, nerede biter bilmiyoruz. Daha da önemlisi; ne istediğimizi de bilmiyoruz. Düşünmüyoruz. Önümüze konanlar içinden, en akılcı olanını da değil, en popülist olanını seçiyoruz duygularımızla.

   Bir insan kaç asır aynı makamda kalabilir? Bunun bir sınırı var mıdır? Varsa bu sınır neye göre belirlenir? Eğer yaptığı işlere göre ise, icraatlarının iyi mi kötü mü olduğunu nasıl anlarız? Gözümüzden kaçırılan olayları fark ettiğimizde, hep geç mi kalmış oluruz? Ve son olarak, bir çare yok mudur?

   Seçimde kaybeden taraflar, hiçbir şey olmamış gibi hâlâ karşımıza çıkıp birbirlerinin paçalarından çekmeye devam ediyorlar ve bu da bizi mutlu ediyor. 28 Mart ile 30 Mart arasında bu yüzden hiçbir fark yok. Yüzler aynı, söylemler aynı, acizlik aynı, duruş aynı, onur miktarı aynı, karakter aynı ve oyun aynı. Değişen bir şeyler yokken, yazdıklarımız neden değişsin ki?

    Şimdiden yeni gündemimiz de belli zaten: Acaba erken seçime gidilir mi? Biz alışkınız 2 yılda bir seçim yaşamaya, hatta son düzenlemelerden sonra Cumhurbaşkanını da biz seçeceğimize göre, bu süre daha da kısalabilir. Seçimler ülkesi olduk. Seçimler var; fakat seçecek fazla birileri yok. Zorunlu seçim bizimki sadece. Anayasamızda, “demokratik” ibaresi geçiyor ya, hepimiz bunun gereğinin seçimler olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden ne kadar çok seçim olursa, o kadar demokratik bir ülke olabiliyoruz. Yaşam standartlarımız önemli değil; aç kalsak bile olur. Yeter ki demokratik bir toplum olmayı başaralım. Hep ileri hedefimiz bizim, susuz kalsak bile koşmak zorundayız; “Durmak yok, yola devam.”

   Önümüzdeki günler boyunca, muhalefetin erken seçim baskısıyla gelip geçecek günlerimiz. Muhalefet bastıracak, iktidar direnecek. İktidar bu arada boş durmayacak tabii, yeni düzenlemeler yapacak kendi lehine ve noter makamı onaylayacak. Biz farkında bile olmayacağız bunların. Belki birkaçının iptali için Anayasa Mahkemesi rahatsız edilirse, o şekilde duyabiliriz. Tabii bunun olması için de, yapılan düzenlemenin ucunun muhalefetten birilerine dokunması şart. Aksi hâlde çoğu durumdan olduğu gibi, bu olaylardan da bihaber olarak yaşamaya devam ederiz. Fakat sonuç ne olursa olsun, erken seçim yine kaçınılmaz gibi gözüküyor bu durumda. Ne kadar yazarsak yazalım biz, büyüklerimiz ne derse o olur bizde. ‘Haydi! Zaman ülkene sahip çıkma zamanı. Herkes sandık başına.’ derler, biz de önemsendiğimizi sanıp koşa koşa sandığa gideriz. ‘Ülkenin bize ihtiyacı var, gitmemek olmaz.’ İyi de, ülkenin sadece seçim zamanı mı ihtiyacı oluyor bize, ya da ülke sadece seçim zamanı mı akıllara geliyor bizde? Cevabını vermekten korktuğum sorulardan biriydi bu da.

   Artık rahatız. Vatandaş olma yükümlülüğümüzü yerine getirdik. Gittik oy kullandık; daha ne yapalım? Bizden bu kadar, verdiğimiz oyun da peşine düşmeyiz biz. Olan olmuştur artık diye mi, yoksa umursamadığımızdan mı bilmiyorum! İşte bizim bu tavırlarımız da bazılarını mutlu ediyor. Eğer ortada yanlış bir şeyler varsa, bu yanlışlığın çoğunu yine kendimizde aramalıyız. Biz ettik, biz çekiyoruz. Ve yine uzun bir süre çekmeye devam edeceğiz. Hep umut ediyoruz, bekliyoruz. Neyi beklediğimizi bile bilmeden.

   (*) Hikâyedeki olaylar, genelleme yapılarak anlatılmıştır. Hiçbir kesime özelleme yapılmamıştır.

 

iletisim@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.