"Feodal Devrimci" Kimdir ?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Benim yazılarımı yeni yeni görmüş bir genç, (Eczacılık okuyor İzmir’ de… Belli ki meraklı. Bildiğinden emin gördüğü düşüncelerini savunacak kadar cesur… ) Benim “FEODAL DEVRİMCİ” yazıma takmış. Mesaj atıp duruyor, “neden yazmıyorsunuz, neden açıklamıyorsunuz bu konuyu”

Yazılarımı okumuş ya; bana şöyle diyor : “Siz hem muhafazakâr hem liberal olunmaz, diye yazıyorsunuz; ama bir dönem devrimcilerine de “feodal devrimci” sıfatını yakıştırıyorsunuz. Bu çelişki değil mi?” diye soruyor…

Bu meraklı ve heyecanlı genç eczalık okuyan arkadaşımız bana eleştirisinde haklı mı? Yok değil… Az dikkatli okusa yazdıklarımı hem “feodal devrimci” olunmaz; (oldular; şimdi sol ne halde) hem de muhafazakâr liberal olunmaz dediğimi anlar… (Onlar da bir zaman nerede olacaklar…)

Hadi onu kırmayayım açıklayayım… Önce ufak bir GİRİŞ…Sosyoloji bilimi bize, toplumların gelişme süreçleri içinde;

1.İlkel komünal sistem

2. Feodal sistem

3. Kapitalist Sistem

4. Sosyalist Sistem

gibi dört ekonomik sistem yaşadıklarından ya da yaşayacaklarından söz eder. Üstelik bu dört ekonomik sistem ilkellikten modernliğe doğru bir sıralamadır ha, ekonomik ve toplumsal yaşam açısından.

Feodal sistem, ilkel komünal sisteme göre; Kapitalist sistem, feodal sisteme göre; Sosyalist sistem, kapitalist sisteme göre daha İLERİ sistemlerdir.

Yine sosyoloji bilimi bize, ekonomik sistemlerin toplumların yapısında bir alt-yapı sistemi olduğunu; (ekonomi); eğitim, din, ahlak, kültür vb gibi “üst-yapı” kurumlarını o toplumda var olan ekonomik sistemin belirlediğini söyler. Bu anlamda, feodal sistemin eğitim /din/ahlak vb anlayışı ile; kapitalist sistemin bu üst-yapı kurumları anlayışı farklıdır…

Elbet bir de şu var: Dünya üzerindeki toplumlar, ilkelden gelişmişe doğru sıraladığım bu ekonomik sistemleri, aynı anda yaşayıp aynı anda bir üst ekonomik sisteme geçmezler… Şu anda dünya üzerinde en gelişmiş kapitalist toplumlar (hatta emperyalist) yanında, hâlâ “ilkel komünal” yaşam süren toplumlar vardır. Ondan da vazgeçtim, aynı toplum (ülke) içinde bir grup en gelişmiş ekonomik sistem yaşarken, bir grup da en ilkel ekonomik sistem içinde yaşayabilir. Dünyanın kapitalist (hatta emperyalist) yolla en gelişmiş ülkesi ABD’ de bile, pek ilkel koşullarda yaşamlarını sürdüren toplumsal gruplar vardır.

Keza kapitalist yolla kalkınmayı deneyen ülkemizde de aslında “feodalizm” tam anlamıyla yıkılmamıştır. Ülkemizin en ünlü sanatçısı “mağarada doğduğunu” övünerek söylemektedir… Ülkemiz, sözde kapitalist yolla kalkınma denerken, henüz kapitalist üst-yapı kurumlarını yerleştirememiş, ülke bir yandan kapitalizm yaşarken, bir yandan da feodal üstyapıyı yaşamaya devam etmiştir…

Hayır mı, diyorsunuz?

 

 

Herhangi bir gazetenin üçüncü sayfası ile magazin ekini beraber okuyun derim… Gazetenin üçüncü sayfasında “boşandığı karısıyla birlikte olan adamı öldürdü ” haberini; magazin ekinde de ünlü bir sanatçının, eski kocası ve uğruna kendisini boşadığı kadınla yemek yediğini de okursunuz… Yine, aynı magazin ekinde seks kasetleri internetlere düşen bir başka bayan sanatçının da evlendiği erkekten üçüncü çocuğa hamile olduğunu da… Yine, asgari ücretle geçinemeyen milyonlar haberlerini, gazetenin diğer sayfalarında okur; magazin ekinde de “topa depçik vuran” gencecik bir çocuğun son model araba koleksiyonu yaptığını da….

Sözün özü, ülkemde bugün hem bal gibi “kapitalist ahlak anlayışı” ilişkileri; hem de bal gibi feodal ahlak ilişkileri bir arada yaşanmaktadır…. Bir yandan, kaçarak evlendi diye, evliliği üzerinden onca zaman geçmiş, çocuğu olmuş kızını oğluna “namus cinayeti” diye öldürten babalar da yaşamaktadır ülkemde; bir yandan seks kasetleri internete düşmüş bir kadın evlilik yapınca “büyük sanatçı” diye anılmaktadır…

Ben yaşım gereği, bu ülkenin yılın magazin ödüllerinin “en iyi erkek sanatçı ZEKİ MÜREN, en iyi kadın sanatçı BÜLENT ERSOY’ a verildiği yılları da gördüm… :)))) Daha ne diyeyim…

Şimdi geleyim can alıcı noktaya…

Benim dönemimde (78 nesliyim, 68’liler de öyleydi aslında) kırsaldan gelip fakültede okuyan, kendisini bir de devrimci sanan arkadaşlar vardı… O dönemde üniversite demek, Ankara – İstanbul – İzmir üniversiteleri… Diğer başka illerde de var da KÖY ÜNİVERSİTESİ onlar… Kırsaldan Ankara-İstanbul-İzmir gibi illere üniversite okumak adına gelen bu gençlerin büyük bir çoğunluğu DEVRİMCİYDİ…

Yani ne savunuyorlardı, SOSYALİZM… Yani ne, KAPİTALİZM’ den daha İLERİ bir düzen… Ama kendileri “kapitalist üst kurumlarına (ahlâk sözgelişi)” bile sahip değildiler… “Feodal üst yapı anlayışı” ile, “sosyalizm savunuyorlardı…

Büyük şehir kökenli devrimci öğrenciler, bu köy kökenli devrimci öğrencilerin, “kot giymek yasak”, “sevgili edinmek yasak”, “kampus (fakülte binalarının bulunduğu alan) içinde bir kızla el ele tutuşmak yasak”, “bir kızın evinde kalmak yasak”, “bir kızı kendi evine götürmek yasak”, “ gitar değil, saz çalınacak”, “bütün kızlar BACIMIZDIR” vb. türü yaklaşımlarını bir türlü anlayamıyorlardı…

Öyle ya onlarca, SOSYALİZM kapitalizmden daha ileri bir düzense, ahlâk anlayışı olarak da daha ileri düzen olması gerekmiyor muydu?

Devrimci gençlik içinde giderek yer eden bu “feodal anlayış” kız arkadaşına BACIM diyor, bütün CİNSEL İSTEKLERİNİ kendisine ve karşısındakine yasaklıyor, el ele tutuşmak kızın namusuyla oynamak oluyor, devrimci olup da bu kurallara uymayanlar “KÜÇÜK BURJUVA” ilan ediliyor, DEVRİM karşıtı sayılıyordu…

68 nesli –yani ağabeylerimiz- de onlardan sonra gelen 78 nesli biz de SOSYALİZM savunup kişisel yaşamlarında KÖYLÜ (FEODAL) olan bir devrimci gençlik kitlesinin çoğunluk olduğu dönemleri yaşadık…Fakülte toplantılarında “Yahu bu resmen feodalizm ahlakı savunmak” diye çırpınmak bir işe yaramıyor, büyük bir kitle desteğiyle biz “küçük burjuva” ilan ediliyor; “dövülmeden” toplantılardan atılmazsak kendimizi şanslı sayıyorduk…

KÖYLÜLÜK (ki Marks köylüyü sınıf bile saymaz), devrimci Türk gençliğine egemen oluyordu…İNÖNÜCÜ yetiştirmekten başka amacı olmayan KÖY ENSTİTÜLERİ, köy romanları yazan romancılar (Allah aşkına Fakir Baykurt ne kadar romancı) baş tacı ediliyor; sözde SOSYALİST DEVRİM düşleyen gençlik, MARKS’ ı falan unutup “DEVRİMCİ ÖĞRETMEN”, “KÖTÜ İMAM” ve “KÖTÜ AĞA” üçlemesinde romanlara DEVRİMCİ roman diyordu…Marks'ta öncü sınıf işçi sınıfı değil miydi?  Marks’ ta bırakın öğretmeni, köylü bile bir SINIF değildi…

BEKİR YILDIZ diye bir yazar, “EVLİLİK ŞİRKETİ”, “HALKALI KÖLE” romanları yazıyor; resmen feodal bu romanlar “devrimci roman” sayılıyordu… Oysa Bekir Yıldız, bugünün gazetelerinin üçüncü sayfasında yer alacak şeyler anlatıyordu bu romanlarda… “Karımı çalıştırmam…” Çünkü bindiği otobüste ona sürtünen erkekler vardır, ben evlilik öncesi ilişki yaşarım erkek olarak da; karım yaşamışsa hemen boşarım öğrendiğimde, diyen romanlar bunlar ha….Karısını erkek eli değmemiş olarak istiyor, ama kendisi evlilik öncesi hayvanlarla bile ilişki kuruyordu, Bekir Yıldız’ın romanındaki erkek karakter… Bu da Devrimci roman sayılıyordu…Yaşar Kemal’in resmen bir eşkıyayı DEVRİMCİ diye yazdığı İNCE MEMED’ in sözünü bile etmeyeceğim…

Müzikte CEM KARACA, resmen “feodalizm” savunan DADALOĞLU’ nu DEVRİMCİ olarak sunuyordu karşımıza… Hani “ferman padişahın / dağlar bizimdir” diyerek… Oysa padişah fermanı neydi? Göçebe olan Dadaloğlu ve aşiretini yerleşik düzene çekmek… Göçebelikten kurtarmak… Bizim devrimciler (!) “ Ben göçebe kalacağım.” diye Osmanlı’ya isyan eden Dadaloğlu’nu devrimci sanıyorlardı… Sosyalist mantığa göre göçebelik mi yoksa yerleşik düzene geçiş mi hangisi İLERİCİ dir konuşulamıyordu bile...

Sinemada YILMAZ GÜNEY, “ARKADAŞ” filmi yapıyor; kapitalizme uymuş ve zenginleşmiş bir dostunu “eskiye dön” diye uyarıyor, ona doğduğu köyleri, yüzlerine sinek konan çocukları, yalıda yaşayan dostuna topraktan yapılmış evleri gösteriyor; dostu birden kendisine geliyordu… BEN KİMİM diye bağırıyordu… Ama bu arada Yılmaz Güney, bir burjuva kadınıyla da yatmayı ihmal etmiyordu… Bavulunda da özellikle yakın çekimle gösterilen bir SİLAHI vardı… Devrimci ve silah… Hep derim diyeceğim… Türk SOL’unun en feodal adamı YILMAZ GÜNEY’dir… Halkım ondan sevmiştir ya Yılmaz Güney’i… (Şimdi de Kurtlar Vadisi sevmektedir… Yıllar öncesinin SOL adına kurtlar vadisi filmleri benzerleri çeken Yılmaz Güney’dir… hani mafya babası falan. Filiz Akın’la bir filmini hatırlarım… Polat Alemdar’dır orada Yılmaz Güney… )

Türk SOL gençliğini yanlış mecralara itmiştir YILMAZ GÜNEY… Belinde “silah”, mafya babası, herkese bağış yapmakta, on korumayla gezmekte falan filan… Bir tür, ülkücülerin özendiği ve yaptığı şeydir Yılmaz Güney’in filmlerinde bize anlattığı… Sonrasında ülkücüler yapacaktır… Bu filmler “devrimci” film sanılmıştır ha…Hatta Yılmaz GÜNEY bir de “GÜNEYİZM” diye bir sözde “SOL” akım uydurmuş, “feodal devrimciliği” Marksizm diye gençlere sunmuştur…En son Adana’da bir ilçede yanındaki bayana baktı diye bir savcıyı öldürmekten yargılanıp tutuklanmış, sonra da hapisten kaçmıştır … Yanında oturan bayana baktığı için bir insanı (savcı olması önemli değil) öldüren adamdır ha bu “devrimci Yılmaz Güney”… Bir de “sosyalizm” savunmaktadır…

Savunduğu aslında FEODALİZM dir… (hani kapitalizm bizi bozdu, biz eskiden daha iyiydik mantığını SOSYALİZM diye sunma)

Sevgili genç eczacı arkadaşım… Bilmem “feodal devrimci” kavramını sana anlatabildim mi? Aynı sorunu şimdi, “muhafazakâr-liberal” parti AKP yaşamaktadır… Bir zamanlar ANAP’lı ÖZAL’ ın yaşadığı gibi…

Erdoğan’ın sevilmesi de “feodalliğinden” dir… Tıpkı Yılmaz Güney gibi… Bu safa “Ahmet Kaya” yı da katabilirsin…

Bilmem anlatabildi mi? Yok anlamadıysan, daha elimden bir şey gelmez…

 

Ufuk KESİCİ

ufuk.kesici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.