Gerçeğin Hâkim Güç Tarafından Yeniden Tanımlanması

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Miraç ÇEVEN

   Bugün propaganda adına bildiğimiz şeylerin temelini atam adam hakkında birkaç kelime etmenin iyi olacağı kanaatindeyim. Joseph Goebbels; 3. Reich hükümetinin “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” idi. Berlin’in Bebel Meydanında kitapları yaktıran ve Hitler’in coşkulu konuşmalarının çoğunluğunu yazan bizzat kendisidir. Kendi günlüklerinden alıntı yaparak bugünün politikasını ne kadar etkilediğini açık ve net görebiliriz. <?xml:namespace prefix = o />

   Propaganda Taktiği 1: "Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar. Hristiyanlığın bu kadar etkili olmasının sebebi 2000 yıldır aynı şeyi söylüyor olması."

   2. Dünya Savaşı bittikten sonra “Frankfurt Okulu”nu oluşturan filozoflar, Hitler’in bu kadar büyük bir halk kitlesini nasıl etkilediğini düşünürken, keşfettikleri şey şu olmuş: Bir insana yalan bile olsa bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, “o söylemin nereden geldiğini unutur” ve “onu kendi fikriymiş gibi benimsemeye başlar…”

   Bu gerçek anbean yüzümüze her an vurulmaktadır. Toplumda kulaktan dolma bilgilerle hayatını geçiren insanlar, tam da Goebbels’in bu tekniği ile etkilenmektedirler. Çünkü, insanlar herkesin doğru dediği bir şeye yanlış deme cesaretine sahip değildirler.

   Türkiye’de son 20 yıldır “temcit pilavı” gibi sürekli tekrarlanan cümleleri hatırlarsak, işin ciddiyetini belki de daha iyi kavrayabiliriz.

   “Avrupa Birliği’ne girmeliyiz!”

   Bu kavram tartışma programlarında o kadar çok tartışıldı ki konuya enikonu hâkim olmayan hemen herkes, (yani sokaktaki insan) bu soruya evet “girmeliyiz” cevabı verir.

   Bu sizce halkın kendi düşüncesi midir?

   “Amerika dostumuz ve stratejik ortağımızdır.”

   Acaba gerçekten öylemidir?

   Bu soruların cevabını zaten bildiğimiz için konuyu ve örnekleri takdirinize bırakıyorum.

   Propaganda Taktiği 2: "Söylenen yalan ne kadar büyükse, inanan o kadar çok olur."

   Bu propagandanın en büyük kanıtı gazetelerimizde her gün karşımıza çıkmaktadır. Birkaç örnekle hızlıca geçelim.

   “Ekonomi iyiye gidiyor”

   “Avrupa Birliği’ne girmemiz için hiçbir engel yok”

   Bu sözleri binlerce kere duyduğumuz için beynimizde hepsi yer etmedi mi?

   Örnekler çoğaltılabilir.

   "Kitleler aklını yitirmiş bir sarhoşluk içinde. Ve bu böyle devam etmeli."

   Kitleler nasıl sarhoş edilebilir? Yöntemleri açık seçik biliyoruz. Fanatizm, cinsellik, paparazzi içeren haberler. Her yerden düzensizce gelen bir sürü bilgi… Halkı kutuplaştırma ve birbirine düşman etme. Bu işi komik noktalardan tehlikeli yerlere kadar sürdürebiliriz. Fenerbahçe – Galatasaray düşmanlığı. Bir ilin başka ili, bir ilçenin başka ilçedekileri sevmemesi. Bir ülkenin diğerini sevmemesi, hatta bir ırkın diğerini sevmemesi hatta bunlara karşı duyulan fanatik bir nefret, propagandayı güçlendirecektir.

   "Halk bu fanatizmden çıkamaz ve çıkamayacak." (s.763)

   Çıkmak isteyenler de tüm medyada anlatılan temcit pilavının altında kalacaklarından, sesleri çok cılız çıkacak ve insanlar bunları duymayacak veya duysalar bile unutacaklardır. Bugün halkın büyük bir kısmı futbolcuların ya da futbol takımlarının tarihçelerini ezbere bilirken veya paparazzi haberlerini büyük bir hazla tartışırken, kendi ülkelerinin kaderini etkileyen ve kendilerinin de şahit olduğu önemli olayların hangi yılda dahi olduğunu hatırlamadıklarını gözlemleyebiliriz.

   Goebbels, akla meydan okuyan "sarsılmaz inancı” bir mitos olarak stilize eder. Ve günlüklerinin birçok yerinde, "yanıp tutuşan fanatizm"den söz eder. Bir şeyi savunmanın güvenilir ölçüsü, bunun "açık seçik, kesin ve fanatikçe" yapılmasıdır.

   İnsanların partilerini nasıl savunduklarını düşünelim. Sonuç ortada değil mi?

   "Entelektüellik, her nevi propagandanın en feci düşmanıdır. (s.1299)

   Bu yüzden, okumak yıllar yılı özendirilmemiş. Bir şeyler okunsa bile hâkim gücün isteğine uygun yayınlar takip edilmelidir. Bugün medyada hiçbir çatlak sesin çıkmaması ve bizzat parti liderlerinin seçmenlerine, aykırı sesleri okumamaları tavsiyesinde bulunmaları, bu propaganda tekniğine de uyulduğunu göstermekte değil midir?  

   Bir de Goebbels’in yargı hakkındaki görüşlerini alalım:

   "Yargı, devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır."

   İşlerine geldiği zaman yargının bağımsızlığını savunup, işlerine gelmeyince yargıya sataşan hükümeti hatırlayalım.

   “Demokrasiye kurşun sıkılmıştır.”

   “Ben Ergenekon davasının savcısıyım.”

   “Ne yargı ne de yürütme halkın iradesine karşı gelemez.”

   Yorum yapmaya gerek var mı sizce?

   Goebbels’in politikaya bakış açısı ise bize çok net ve korkutucu gerçekleri vermektedir.

   “Gerçek olaylar ve durumlar hakkında açık seçik bir malumata sahip olsalardı, bu haberleri okuyarak gitgide gevşeyip çökebilirdi insanlar. Alman halkının bütün bunları öğrenmemesi ne iyi! Sahip olacağı kanaat, hazır halde önüne konuyor."

   Kanaltürk’ün el değiştirmesi, Ulusal Kanal’a yapılan baskınlar. ART’de yapılan aramalar yukarıdaki korkuların yansıması olmasın sakın.

   O günden bugüne propaganda teknikleri değişip, artık insanı şekillendirme toplum mühendisliği ile daha da kompleks hale getirilse de temel olarak birçok yerde hala Goebbels’in özgün metotlarına bağlı kalınmaktadır. Artık kitap yakmak yerine bilgi alınacak tüm alanlar ele geçirilmekte. Yazarlar propagandaya bağlı kalmak şartıyla küçük farklılıklarla nutuk atabilmektedirler. Zengin, güçlü, eğitimli yeni elitler oluşmuş durumdadır. Ve eski elit tabaka gerçeği anlatmaktan çok, kendi yerlerinin kaybetmenin öfkesini yaşamaktadırlar.

   Karşılarında duran ise duyduğu her şeye inanan, darbeler, baskı ve hayatla, maddi ve manevi olarak güç baş eden insan halktır. Bunların büyük çoğunluğu yıllar yılı Menderes’ten Erdoğan’a gelen süreçteki yöneticileri seçmiş insanlardır ve seçimlerini düşünerek değil; yukarıdaki korku ve yönlendirme ile yapılmıştır. Halk kafası karışmış bir şekilde inanacak ve tutunacak bir şeyler aramaktadır ama “yıllar yılı” farklı şeyler söyleyen herkes, basit ama etkili şekilde egale edilmiş olduğundan, buldukları cevaplar diğer insanlarla hep aynı olmaktadır. Hakim güç gerektiğinde bu çatlak sesleri korkutup, susturmak için legal-illegal, naif ve baskıcı her metodu yalnızca ülkemizde değil, aksine dünyanın her yerinde kullanılmıştır. Söylemler ve metotlar bile benzer şekilde kalmıştır. Hakim gücün, silah babalarının, çok uluslu şirketlerin elini eteğini öpecek kişiler öne çıkarılmış, diğerleri ise yok edilmiştir. Bugün her şeyden farklı olarak insanların, yıllardır propagandaya inanmış insanların; ezberleri bozulmaktadır.

   Düşünmelerini engellemek için yeni bir korku imparatorluğu, yeni bir süreç başlamıştır. Bugün Ergenekon ile gözlemlediğimiz durum tam da budur. Özellikle son dalgada tutuklanan kişiler düşünülünce, aslında kısık sandığımız seslerin yankılarının ”gücü” ne kadar korkuttuğunu görmekteyiz. Aslında paniğe kapılan ve aykırı sesleri ne kadar küçükte olsa susturmak isteyen, gene küresel kapitalizmin çıkar odaklarıdır. Yıllar önce Musaddık’ı, El Nasr’ı, Allende’yi öldüren zihniyet, şimdi yıllardır istedikleri “ince planla” başka bir şeyi öldürmek istiyorlar. Öldürmek istedikleri Türk halkının özgür iradesi ve bağımsız yaşama tutkusudur. O yüzden düzenli bir şekilde Atatürk’e sataşmakta, Kemalizm’i içi boş ve bitmesi gereken bir şey gibi anlatmaktadırlar. O yüzden 2. Cumhuriyet tartışılmakta ve Yeni Osmanlı planları açık açık dile getirilmektedir. Birinci Cumhuriyet’teki çatlak seslerden rahatsız olan birileri, önündeki iki büyük rakibe amansız bir savaş açmıştır. İslamiyet ve Atatürk mirası!

   İşte bu yüzden halkın kafası karışıktır. Yıllardır müttefik sandıkları Amerika’dan ve de Avrupa’dan arka arkaya inançlarına, tarihlerine gelen hakaretler sonucu halk şaşkındır. Ermenilerin yapmadığımız bir soykırımı bize kabul ettirmeye çalıştıkça, atalarımızın uğruna can verdiği topraklar yabancılara yok pahasına satıldıkça, özelleştirme diyerek ülkenin kar eden kurumları bile başkalarına satıldıkça, halkın soru işaretleri içinde kalması, “Yıllardır bildiklerimiz aslında yanlıştı” diyen birilerinin çıkmaması, bu savaşı açanların galibiyetleri için olmazsa olmazdır.

   İşte bu yüzden halkın soru sormaya, hoşnutsuzluğa başladığı  bir dönemde, adı başta Ümraniye soruşturması sonradan Ergenekon olan süreç başlamıştır. Amaç; suçluların yakalanması yargılanması değil, bu çarpık seslerin susturulmasıdır.

   Amaç:

   Korku imparatorluğu yaratmak.

   Düşman yaratmak.     

   Hasım yaratmaktır.

   Ve tabii ki fanatikler oluşturmaktır. Yıllardır iç içe yaşayan, komşu olan, kardeş olan insanları birbirine yan baktırmaktır. Yoksa amaçlanan, geçmişteki darbecilerin ve hala buna kalkışmaya kalkan suçlular varsa onların yargılanması değildir. Küresel kapitalizmin bu ülkede ki hasımlarının sindirme operasyonudur bu yapılan. Ve de, büyük bir oyunun belki de son rauntlarıdır kim bilir.

   Gördükleri ve ürktükleri, halkın kafasında -propagandalara rağmen- soru işaretleri olmasıdır. Bu sorulara cevabı yalnız kendileri vermek istemektedirler.

   Doğruyu savunmak zorlu ve acılı bir yoldur. Yalan çok daha hızlı ve aktiftir. Ama gerçek, er ya da geç, yalana yetişecek ve kendini insanlara gösterecek.

   Umarım halkımız çok geç olmadan bu gerçekleri vicdanı ve beyni ile görebilir.

   Yoksa her daim kulağımızda bir Goebells ve de yaşanacak çok daha acı hatıralarımız olacaktır.

 

iletisim@PolitikaDergisi.com

 

  

[Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 15’te yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 15’i indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.