Bu Yazılar da İlginizi Çekebilir!
- Mayınlı Araziler Ne Olacak?
- Atatürk'ü Neden Bu Kadar Çok Seviyoruz?
- Bu Yazıyı Okuduktan Sonrada mı "Mutsuzum" Diyeceksin
- Sizce her şey yolunda (mı?)
- TSK'da ki İntiharlar
- Aşk Olsun Sana Çocuk
- Baştaki El
- I Love You Obama
- Köylülüğü Öldürmeliyiz!
- Elbette AKP
- Sanat Bunu Hak Etmiyor
- PKK'ya Kimse Dokunamaz...
- KKTC'nin Bıktıran Bürokrasisi (7-Son)
- Buyurun Efendim, Hoş Geldiniz..
- Siz Hiç Ötekileştirildiniz mi?
Gezi İçin Ne Oluyor Sorusunu Sormak
Bu soruyu sormak 45 yaş üstü akademisyenler
Her şeyi 12 Eylül’e bağlayarak açıklama şablonu ile gidersek, (ki bu da bir ezberdir) artık 12 Eylül’ün üzerinden geçemeyeceği bir kuşak bu sokaklarda olanlar. Üzerinden geçemese de en çok zararını çekenler. O yüzden sokaktalar.
12 Eylül’ü kim hatırlıyor önce bunu soralım.
1968’in hayatta kalanları, 78’liler bu işin bizzat mağduru, 80-88 arası doğanlarsa mağdurun arka bahçesi, 88 sonrası ise tam anlamıyla kara delik. Bu işi sokağa dökenler 80’lerin ikinci yarısından başlayıp 90’ların ikinci yarısına kadar doğan insanlar. Ve kendilerine ait araçları var: twitter, facebook, youtube gibi.
Büyük devrimci sol kitleler bu süreci okuyamıyor çünkü hiç bildikleri bir alan değil. Teori pratik çatışması yaşanıyor. Sizden ne olur denilenler, apolitik bunlar gölgesinden korkanlar denilenler sokakları işgal ediyor. Duvar yazıları 140 karakterden az. Uzun cümlelerden oluşan pankartlar yok. Bir kuşağın hiç bilmediği dille konuşuyorlar. Çünkü konuşmalarını yasakladılar. Test çözün dediler, köpek gibi yarışın dediler, susun dediler, interneti her yere soktular, konuşmadan yazdılar kısa kısa. Garip insanları dinlediler. İnti İllimani yoktu artık, Rodrigo yoktu, Beatles yoktu. Justin vardı, One Direction vardı, PSY vardı gariplerdi.
Bu genç kitle yeni dünyayı keşfetti. Bir süre önce Sosyal Medya Üzerine incelemeler başlıklı iki bölüm halinde yazdığım yazılarda da bu durumu işaret etmeye çalışıyordum. Tarif edilmesi zor olan bir kitle geliyordu. Sol desek tam sol değil, anarşist desek tam değil, çevreci desek tam değil v.s. hepsinden biraz birazlardı. Ve onlar sokaklara indi. Sorularını çaldıklarınız, sınavlarda mağdur ettikleriniz, harçlarıyla oynadıklarınız
İlk işareti bunlar verdi. Tam 2 yıl önce twitterda örgütlendiler bir slogan yazdılar: a, b, c d e kopyacı, şifreci akp! Gülerek izledik eylemlerini. Ama onlar unutmadılar. Sonra zulüm devam etti. Baskı devam etti. Kürtaj tartışmasıyla kadın bedeninde gezinen baba devlet eliyle işin ciddiyeti ortaya çıktı. Kadıköy’de büyük miting yapıldı. “Tayyip bi sus” diye döviz yaptılar, yine güldük. Gençlik kısmı güldüre güldüre ilerledi. Esas şimdi gülünecek bir durumdayken kukumav kuşu gibi düşünüyoruz, sonrası ne olur? Merak etmeyin yolunu bulur.
Öte yandan bu işin gerekçeli kısmına bakalım. Örgütleyenler Taksim dayanışması. Gezi parkında ağaçları söküp yayalaştıracak
Gezi Parkı’nda Oyuncular Sendikasının da büyük bir görev üstlendiği özellikle Mehmet Ali Alabora, Şebnem Sönmez, Devin Özgür Çınar, Pınar Öğün, Fırat Tanış, Barış Atay gibi önemli isimlerin dayanışmaya çağrısına yürekten cevap veren tüm insanlık alana akmıştır. Polise verilen gereksiz ve saçma sapan bir yetki sonucu sabah 5’te çadırlara sıkılan gazlar insanları çileden çıkarmıştır. Tüm dünyaya açık hava gaz odası olarak gözüken Taksim Meydan görüntüleri hiç kimsenin aklından çıkmayacaktır. 31 Mayıs, tıpkı 19 Mayıs gibi yerel 1 Mayıs gibi evrensel bir nitelik kazanacak ve öyle gözüküyor ki özgürlük bayramı ilan edilecektir.
Şimdi gelelim bağlantı noktasına. Sanatçılar bundan kısa bir süre için Emek sineması için ayaktaydı. Sanatçıların da patlayacağının işaret fişeği orada yakılmıştı. Anlaşıldı ki kitle yaratılabiliyo
Sıklıkla kullanılan bir cümle bu süreçte “bu işlerin mantığı yok.” Cümlesi oldu. Toplumsal kitle reaksiyonların
Sokaklarda ezilen kim varsa hepsi oradaydı. İlk destek Çarşı’dan geldi, peşi sıra diğer taraftarlar kolları sıvadı. Türkiye solu, sosyalistleri olayları 3.gününde fark etti. Ağaçlara sarılmayı romantik bir şey olarak gören sol, gelinen noktada mevzi kazanmaya başladı. Buna rağmen, sol örgütler alanlarda flama açmaya kalktığı anda kaybetmeye başladı. Bu genç kitlenin arkasında durmamasını anlayamayan sol, tarihin en büyük sorunlarından biriyle karşı karşıyadır. Gençlik “bizi kategorize etmeden yaşayacaksak yürüyelim, enternasyonali yerelde sağla, kaldır bayrağı” derken, kitleyi arkaya çekmeye çalışanlar bu tarihi fırsatı kendi lehlerine çevirip gücünü arttırmak istiyor.
Şiddet mevzusu
Bu olayların bu raddeye gelip tüm dünyanın ayağa kalkmasına sebep olan tek şey polis şiddetidir. Polis saldırmasa, insanları gaza boğmasa bunların hiçbiri yaşanmayacaktı
İstanbul’a takviye olarak gönderilen polisleri sokakta veya otobüste yatıran zihniyet, bu kadar insana yapılan şiddetin baş sorumlusudur. Yargı önüne derhal çıkarılmalı hak ettikleri en ağır cezayı almalıdır. Çevik Kuvvet başta olmak üzere bu süreçte Emniyet teşkilatı, vatandaş için emniyetli olmadığını göstermiştir. Emniyet ile vatandaşın arasına artık nefret tohumu ekilmiştir. Tüm toplum politize olmuşken, emniyetin yaptığı zulüm ve işkence hiçbir şekilde geri dönüşü olmayan bir süreci yaratmıştır. Polis vurdukça, eylemci vurmaya kalkmıştır. Çünkü eylemcinin gözünde polis, yalnızca hükümetin çıkarını koruyan bir yapı olarak görülmüştür. Oysa emniyetin asıl görevi vatandaşın güvenliğini sağlamaktır. Tüm bunları söylerken, emniyete bu şiddet kullanma talimatını verenler esas sorumlulardır. Adana’da hayatını kaybeden polisin de Abdullah’ın da sorumlusu bu talimatı verenlerdir.
DİL
Başbakan dışında herkes bu işin farkında. Bu yazı 6 Haziran da yazıldı, başbakanın uçakla döndüğü saatlerde. Bu işlerin bu boyuta gelmesinde başbakanın kullandığı dil baş aktördür. Başbakan çocukluğu çıkarırsak hayatı boyunca kendisine itiraz edilmeyen bir insan olarak gelmiş, çabuk öfkelenen, karşıt olmayı haksızlık sayan bir karakterle karşımızdadır. Haliyle son olaylar, başbakanı ziyadesiyle çileden çıkarmaya yetmiştir. İnsanlar başbakandan geri adım beklerken onun hiçbir şekilde geri adım atmaması ve üstüne üstlük çapulcu gibi tarifleri kitleyi daha fazla tahrik etmiştir. Bir şekilde yurt dışına giden başbakan, yurtdışındayke
Medya
Uydu, dmsart, digiturk, kablo tv v.s. gibi platformlarda yer alan 1000i geçkin kanal olmasına rağmen, kitleyi sokaklara döken en önemli faktörlerden biri de medyanın körlüğüdür. Medya haberi vermedikçe, sokaklar daha da şiddetlenmişti
AVM ve Neo liberalizm:
Kuşkusuz en büyük kaybedenler bu süreçte bunlardır. AVM’ler, Starbucks’lar, Kahve dünyaları, MADO’lar, Mc Donaldslar artık kaybetmiştir. Neo liberalizmin genelevi olan borsa da öyle gözüküyor ki yediği tokadın tadını hiç unutmayacaktır
Yaşasın bakkallar, yaşasın seyyar satıcılar, kahrolsun paket sütler ve onları üreten sistem!
#direngezipark
İlker EKİCİ
ilker.ekici@politikadergisi.com
- İlker EKİCİ içeriği
- 10424 okunma
Yorumlar
Yeni yorum gönder