Köprüler Geçilmek ve Yıkılmak İçindir

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Sonunu bildiğiniz romanı okumaktan vazgeçersiniz ancak bu yargı edebi değer taşıyan olgular için geçerlidir; siyasi/toplumsal içerikli bir yazıda sonda söylenmesi gerekeni başta söylemek, şiddet dozajı düşük bir polemik gibidir, ilgi yaratır. Öyleyse yazının sonal hükmünü tez olarak yazmalıyız: 

“Suriye üzerinde emperyalist bir oyun oynanmaktadır, bu oyunun dışında ve hatta karşısında konumlanmak elzemdir. Zira emperyalist kamp ila yaratıcı yıkım projesinin uygulandığı kuşak arasında savaş ve sömürü amaçlı batı adına köprü görevi görmek, Türkiye’nin tarihsel bağlarına ve içte de ilerici içsel dinamiklerine bir savaş anlamı taşır.”

Öte yandan Suriye halkı ile gelecekte ihtimal dâhilinde olan birliktelik ihtimallerini zayıflatır. İki halkın içerisinde de niceliği az olmakla birlikte niteliği sağlam olan ilericiler bulunmaktadır. Bu noktada Suriyeli solculardan öte, Türk ve Kürt soluna dayanışma ve savaşa karşı çıkma görevi düşmektedir. Suriye’de meydana gelebilecek olası bir Türkiye-Suriye çatışması, emperyalist Türkiye’nin baskı kapaklarını içerde olduğu gibi dışarıda da açması anlamına gelir.

İç savaştan kaçınmak istiyorsanız emperyalist olmak zorundasınız.” Bu söz Hilferding’e aittir. Türkiye’de Haziran Seçimleri’ne rağmen içeride 12 Eylül referandumu sonrası oluşturulan iç savaş ortamı devam etmektedir. Suriye üstündeki müdahale en çok Türkiye’nin içsel dinamiklerinin ezilmesine sebebiyet verir. Bir avuç kalan ilericilerini ortadan kaldırmanın en iyi yolu dışarıda savaşmak, içeriyi bütünleştirmek ve bu yolda düzleştirmektir. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı kitabında, iç savaşta şiddet kullanmaya ilk olarak gerici sınıfların başvurduğunu belirtir. Türkiye’de bunun izlerini görmek mümkün. İç ve dış dinamikler her zaman birlikte birbirlerini etkileyerek yol alırlar, Türkiye’nin dış politikasını, iç politikasından ve vice versa ayıramayız. Batı’nın Suriye ile arasında savaş köprüsü olmak 1 Mart Tezkeresinin reddinin anlamını ortadan kaldırır. Köprülerin ise iki işlevi vardır: Üzerine basılıp geçilmek ve geri çekilirken yıkılmak…

Basın Çark Ediyor

Türk Dış Politikasının son yıllardaki yaşadığı kırılmalara geçmeden evvel, neredeyse her haber bülteninde görmeye alıştığımız Suriye Güvenlik Güçlerinin vahşet videoları ve haberlerinin Suriye rejimi karşıtı ve propaganda nitelikli oluşunu belirtmem gerekiyor. Son olarak, Başbakan başta olmak üzere hükümetin önemli bakanları birçok kanalda yayınlanan ve Suriye Ordusu’nun vahşeti olarak gösterilen görüntülere şiddetli tepki gösterdiler. Burada bir parantez açıyorum. Suriye’deki olaylara tepki gösterilirken rasyonel insanların kolaylıkla çözümleyebileceği dini bir argüman temcit pilavı gibi öne çıkarılıyor.”Ramazan ayında bu vahşet yapılır mı?” Hayırdır beyler, Ramazan dışında katliamlara girişmek serbest mi? Maraş ve Sivas katliamı Ramazan ayında vuku bulsaydı aynı sesleri duyar mıydık? Yoksa Siyasal İslam’ın linç kokulu yöntemleri her halükarda aynen uygulanır mıydı?Elbette bu dini argüman iç ve dış kamuoyunda dini referans alıp, rasyonel düşünceden yoksun Türkiye ve Ortadoğu toplumunda yandaş toplamak ve tabi ki Suriye’nin olası sert cevabını törpülemek içindir. Yine de bu yöntem son derece basit kalıyor. Parantez içinde parantez açmam gerekiyor. Bugünlerde iktidarın sözünden çıkmayan düzen değişikliğini kabul eden ve buna göre davranan ana akım medyada bir Somali havası estirilmektedir. 29 bin çocuğun ölümünden bahsediliyor. Afrika’daki açlık şimdi mi akıllarınıza geldi? Eğer durum böyleyse açıkçası bu, emperyal amaçlardan daha tehlikeli bir noktaya tekabül ediyor. Ramazan ayında bulunmamızdan ötürü, Afrika insanının kötü durumunu hatırlıyorsak akıllarımız durmuştur, dinin korkusu egemen olmuştur. Öyleyse sadece dinin emrettiği vakit hatırlamak elzemdir. Bu insani değildir. Aklımızı sadece Ramazan Ayı’nda kullanıyoruz demektir. Yeni Türkiye’nin yeni toplumu dini, referans almış aklını kaybetmiştir. Somali ve oradan da Afrika üzerinde emperyal hedefler güdülüyorsa, bu sermaye ve kölesi olduğu iktidar için daha anlaşılırdır ancak anlamak önümüze yeni görevler koyuyor, olası Somali müdahalelerine hazırlıklı olunmalıdır. İçeriği tartışılmalıdır.

Suriyeli Muhalifler

Parantezleri kapatıyorum. Yukarıda bahsettiğim görüntüler ana akım medya tarafından da kullanıldı. Görüntülerde Suriye rejimine mensup askerlerin öldürdüğü muhaliflerin cesetlerine güç uygulayarak vahşice Asi nehrine attıkları iddia ediliyor. Ancak görüntüler dikkatlice izlendiğinde ortaya bir gariplik çıkıyor ki o da suya atılanların Suriyeli askerler olduğu ve bu vahşeti uygulayanların Suriyeli İslamcı muhalifler olduklarıdır. Görüntülerle ilgili asıl ilgi çekici nokta Suriye Devlet Televizyonu tarafından yayınlanmasıdır. Müslüman Kardeşler görüntülerdeki vahşeti uygulayanların muhalifler olduğunu kabul etmiştir. Hama kentinde olaylar başladığından beri güvenlik güçlerine karşı girişilen vahşeti Türk ve Dış basın görmemeyi tercih etmektedir. Fakat muhaliflerin bir defasında 100e yakın polisi öldürdükleri de bilinen bir gerçek. Ana akım medya ile kol kola hareket eden Cemaat ve iktidar medyası da artık tek ve birleşmiş bir gerçekliğe işaret ediyor: Türkiye’de özgür basın sona ermiştir. İktidarın sermayenin işine yarayan haberler çarpıtılarak yapılmaktadır. Başka ne gibi haberler yapılmaktadır? Savaş döneminin kirli dezenformasyonunu yansıtan haberler bunlarla sınırlı değil. Bir ay önce Türkiye-Suriye sınırında Suriye tarafındaki bir köyün evinde Türk bayrağı çekiliyor. Ardından Suriye askerleri duruma müdahale edince Cemaat’in kanalları ve haber ajansları bunu neredeyse bir savaş alameti gibi gösteriyor. Bu son derece meşru hareket karşısında Türk ordusunun sınırda hazırlıklarını artırdığı söyleniyor. Aynı anlarda Suriye’de Şam’da faili meçhul kişilerce Fransız ve ABD elçiliklerine saldırılar düzenleniyor ve yine aynı süre zarfında Davutoğlu, Clinton ile görüşüyor. Bütün bu olaylar bir düzenliliğe işaret etmektedir. Suriye’yi savaşın içine çekmek için sabrı deneniyor. Türk kamuoyu da dünya kamuoyu gibi savaşa hazırlanıyor, savaş meşru kılınmaya çalışılıyor. Öte yandan Aydınlık gazetesinin ortaya çıkardığı muhaliflerin Antalya’da toplantı yaptığı haberi de çok önemlidir. Bir başka ülkenin içişlerine doğrudan karışmaktır. Muhaliflerin fikri yönünü beslemektir. Harekete zemin hazırlamaktır. Muhaliflerin laik, sosyalizan, cumhuriyetçi eğilimlerinin olduğunu düşünseydim hiç şüphesiz durum değişirdi. Fakat muhalifler yüksek ihtimalle AKP’yi rol model kabul eden, ABD’nin güdümünde bir topluluktan oluşuyor. Suriye rejimi ise ABD ile hiçbir zaman iyi anlaşamamış, tarihinde Sovyetlerle müttefikliği bulunan bir ülke. İran ile olan bağları ABD’nin yapmak istediklerinin doğrudan karşısında. Sonuç olarak bu ve bunun gibi haberlerle Türk ve Suriye halkları önemli bir anın eşiğinde omuz omuza durmak yerine kana kan savaşmaya gidiyorlar. Açıkçası burada Türk halkının gerekli aydın temele sahip olmayışı ve halka önderlik edecek aydınların yok edilmesi ya da hapsedilmesi sonucu ciddi bir muhalefet bulunmuyor, bulunamıyor. Bunlarla ilgili son olarak, Davutoğlu’nun Esad ile görüşmek için Şam’a gittiğini gördük. Davutoğlu “Biz yalnızca Türkiye’nin mesajını ilettik”diyor peki söyler misiniz Sayın Bakan, siz Şam’a gitmeden evvel ABD’nin büyükelçisi Ricciardone ve ABD’nin Suriye masası şefi Fred Hof’un Başbakanlıkta ne işi vardı? Evet, ABD’nin Suriye masası şefi de oradaydı. CIA diyoruz. (Elçi Ricciardone ile ilgili daha önce Odatv’de yaptığım araştırmaya bakılabilir[1]) Daha önce Mısır’da görev almış ve Mübarek rejimi tarafından Müslüman Kardeşler denen örgütün teknolojik altyapısına gizli yollardan yardımcı olduğu için eleştirilmiş. Geçtiğimiz Aralık ayında Obama tarafından senato tatildeyken ayaküstü bir atamayla Türkiye’ye yollandı. Ben Türkiye’deki seçimlerde gerçek muhalefeti ortadan kaldırma yolunda AKP’nin önünü açacağını yazmıştım. AKP’nin yedeği bir muhalefet yaratabilirdi. Seçimde bunu istediği kesindir. Ama açıkçası Ricciardone’in Türkiye’ye Suriye projesi için gönderildiğini anlayamamışım.

Makro planda analizin mikro parçası bunlardan oluşmaktadır.

Şimdi Makro plana bakmak durumundayız.

İsrail için İsrail’e rağmen

Obama’nın İran’ı yalnızlaştırma, Arapları yanına çekme, Türkiye’yi Arap dünyasında köprü yapma ve nihayet İsrail’i kurtarma planları iyice bellenmelidir. İsrail’i incelemeden bu coğrafyayı anlamanın mümkün olmadığını düşünüyorum. İsrail’de Obama karşıtı bir çizgi hâkim. Obama’nın politikasının Bush’tan farklı olarak İran yerine İsrail’i yalnızlaştırdığını ve hatta Yahudi devletinin temellerine aykırı olduğunu iddia edenler var. Obama yönetiminin imajını sarsan Wikileaks belgelerinin en çok İsrail’in işine yaradığını yazmıştım.[2] İsrail’de Obama karşıtları çoğunluğu oluşturmakta ve Başbakan Netanhayu’yu zorlamaktalar. ABD’de yapılacak başkanlık seçimlerini ve Obama’nın gitmesini bekliyorlar. New York Yahudi cemaatinin görüşü de sanırım bu yönde. Ama Obama ABD’yi yönetmenin Yahudiler olmadan olanak dışı olduğunun farkında ve bu yüzden kendine ABD’de ve dünyada yandaş Yahudi arayışı içerisinde… Mayıs ayında Varşova’ya yaptığı Polonya gezisi sırasında Füze savunma sistemi görüşmelerinden başka Varşova Yahudi Cemaati ile yaptığı görüşmeler de buna delil olabilir. İran’ı yalnızlaştırmak, İsrail’i kızdırma durumunu ve onları bölerek yandaş Yahudi toplama fikrini doğuruyor. Politikanın işlemesi için ittifak kurmak ve anlaşmak kaçınılmaz hale geliyor. Yanlış anlaşılmasın, Obama ve İsrail aynı yöntemi uygulamıyorlar fakat aynı amacı güdüyorlar. Obama’nın attığı adımlar ABD’nin prestijini artırıp bölgede yeniden hâkimiyetini tam anlamıyla kurma amacı güdüyor. Bunu yaparken elbette diğer büyük amaç İsrail’i kurtarmak ve hâkim kılmaktır. Ama yine de bu adımlar İsrail’in politik manevra alanını daraltıyor. Filistin’de Yahudi yerleşim yerlerinin Obama yönetimince hoş karşılanmaması vs. Ama ünlü Mecelle kanununu hatırlamak gerek, sıkıştıkça genişler. İsrail’in dış politikasını sıkıştırdıkça genişleyeceğini düşünüyorum. Ortadoğu’da rejimleri yıkmak ve onları yeniden kurgulamanın sonunda hem ABD hem İsrail eksenli rejimler ortaya çıkacak. Sırada Suriye var..

Akıl sürekliliği gerektiriyor.

Süreklilik ise bir mantık zinciri oluşturuyor.

Aklın sürekliliği için ise bütün parçaları hatırlamak zorunlu oluyor.

Ne çabuk unuttuk!

Büyük Ortadoğu projesinin ortaya çıktığı ilk zamanlarda George Bush, ilan ettiği şer ekseninde önce Afganistan sonra Irak sonra Suriye sırasını vermiyor muydu? ABD-İsrail işbirliği Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde yöntem farklılıkları taşısa da devam etmektedir. İslamcıların yükselmesi bir tehlikedir fakat Arap Baharı denilen hareketin destekleyeni Araplar için İsrail sorunu temel olarak Filistin üzerinde düğümleniyor. Burada Obama’nın neden İsrail’den farklı bir yöntem izlediğini açıklamak için bunu kullanıyorum. Düzlemde bir tepki var fakat etkiyi şimdi açıklıyorum. Obama, Arapların Filistin sorunu çözülürse İsrail’e karşı yumuşayacağını,İran konusunda sonsuz destek vereceğini, ABD’nin yeniden bölgede köprüsüz hakim olacağını hesaplamaktadır. Obama bu yüzden Araplara Filistin konusunda bu kadar taviz vermektedir. Öyleyse ABD etkisi altındaki ülkelerin Filistin çıkışları – örnek olsun Brezilya ve bazı Latin Amerika ülkeleri Filistin’i tanıma kararı aldı, Obama yönetimi 1967 sınırlarına dönülsün dedi – ABD’nin bu yöndeki politikalarını daha iyi göstermektedir. Sıkıştıkça genişleyecek ve İsrail’in önü de açılacak. Plan budur…

Ordu’nun Duruşu

Peki, Türkiye, Suriye’de ne yapabilir? Elbette Türkiye’nin katılımı, ordusu yani zor yöntemlerini kullanmasıyla olabilir. Kriz içindeki ABD, Afganistan ve Irak’tan sonra özellikle böylesi bir planda tekrar işgale girişemez. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri ABD’nin bölgedeki amaçları önünde önemli bir adım. Böyle olunca da ister istemez aklımıza Balyoz-Ergenekon gibi davalarda tutuklanan ve Hasdal’a ya da Silivri’ye gönderilen askerlerin profilleri, Suriye konusundaki düşünceleri geliyor. Unutmayalım ki Türk ordusunun komuta kademesine karşı yapılan operasyonlar, Arap Baharı döneminde şiddetlendi. Unutmadık, Mısır’da Tahrir meydanında eylemcilerin şiddet kazandığı hafta, Obama Başbakanı üç defa aradı ve aynı hafta önce Balyoz davası kapsamında 165 general subay gözaltına alındı, hemen ardından ulusal gazete kadar etki gösteren Odatv operasyonu gerçekleşti. Muhalefet temizliği mi, yol açma mı? İkisine de evet. Emperyalist kampta, soyutlama yeteneğinden yoksun doğunun ilericileri tarafından günah keçisi haline getirilen Georges Soros “Türkiye’nin en büyük ihracı ordusudur” demişti. Bakalım Türk ordusu Suriye konusunda görüşmelerde ne cevap vermiştir. Orgeneral Nejdet Özel göreve gelir gelmez onu baskı altına almak için geçmişte PKK ile savaşta kimyasal silah kullandığı ile ilgili bir video yayınlandı. Doğru da olabilir. Fakat Paşa’yı baskı altına almak için ilk günden nota veriliyor. Şiddetli bir nota, ültimatom diyoruz.

Bir hatırlatma daha. 1 Mart Tezkeresinde ordunun komuta kademelerinin çoğu sessiz kalarak pasif bir muhalefet sergilemişlerdi. Böylece TBMM’ni ve kamuoyuna gereken baskı yapılmadı. Bu tezkerenin ABD’nin Irak’taki kirli savaşı açısından ne denli kötü sonuçlar doğurduğunu o dönemin savunma bakanı Wolfowitz’in anılarında bulmak mümkün. Durum tam anlamıyla budur. ABD 1 Mart’ı ve komutanların tavırlarını unutmadı.

Sonuç

Türkiye’ye biçilen rol bellidir. Davutoğlu her ne kadar Türkiye köprü olacak ülke değildir pro-aktif politika izliyoruz dese de bu mikro planda geçerlidir. Makro anlamda Türkiye tam bir köprü ya da merdiven görevini görmektedir. Türkiye ilericileri bu oyunu iyi görmeli ve Suriye’ye karşı askeri harekat girişiminin karşısında yer almalıdır.

Alphan TELEK

alphan.telek@PolitikaDergisi.com


[1]http://www.odatv.com/n.php?n=yandas-buyukelcimiz-oldu-0301111200.Ricciar...

[2]http://www.odatv.com/n.php?n=uluslararasi-statuko-1212101200

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.